İslam dininin, geniş bir coğrafyada kısa bir zaman diliminde yayılmasının ana unsurlarından birisi de tacirlerdir. Ticaret yapan Müslümanlar, değişik coğrafyalara gidip geliyorlar ve oralarda insanlarla ilişkileri oluyordu. Bundan dolayı dürüst, harama, helâle dikkat eden Müslüman tacirler, halk arasında dikkat çekiyor ve dolayısıyla İslam dini konuşuluyordu.
Bir İngiliz Kumaş tüccarı, 1800’lü yıllarda Denizli’ye gelir. O dönemlerde, Osmanlı Kumaşı meşhurdur. İngiliz tüccar, Denizlili kumaş imalatçısıyla, yaptırmak istediği kumaşın evsafı, fiyatı ve ne kadar zamanda yapacağı üzerinde, anlaşmaya varır. İngiliz tüccar beklemeye başlar ve 10-15 gün sonra, imalatçının atölyesine, kontrole gider. Üretimi biten kumaşlar, kontrolden geçirildikten sonra, bir kenara istif edilmiştir. İngiliz tüccar, bunları inceler memnun kalır. Bir kenara ayrılmış kumaşları görünce, onlara da bakar. Kendisinin sipariş verdiği kumaşlardandır. Ama bazı kusurları vardır. Bunları şöyle bir inceler ve kumaş üreticisine şöyle der:
“Benim acelem var. Bu kumaşları da, şu diğer kumaşlara ilave et.”
Denizlili İmalatçı: “Onlar defolu. Olmaz.” der.
İngiliz Tacir: “Benim acelem var. Kumaşları bir an evvel yaptırıp, dönmem gerekiyor. Sen, bu defolu diye ayırdıklarını da, sağlam olanlara ilave et.”
İmalatçı: “Olmaz. Defoluları sana veremem!”
İngiliz Tacir: “ Bunların defolarını gördüm. Bunları da aynı fiyattan alırım. Bir an evvel kumaşları tamamlayıp, İngiltere’ye dönmem gerekiyor!”
İmalatçı: “Değil aynı fiyattan, fazla fiyat da versen, defolu kumaşları, sana vermem!”
İngiliz Tacir: “Neden? Ben defolarını gördüm, çok belli değil. Acelem var, bilerek alıyorum!”
İmalatçı: “Şimdi sana soruyorum. Bu defolu malları satarken, tek tek defolarını gösterip ‘Bak bunlar defolu ona göre’ diyerek mi satacaksın? Yoksa öylesine mi satacaksın?
İngiliz Tacir: “Yoo… Söylemeyeceğim. Ama defoları çok belli değil ki…”
İmalatçı: “Sen defolarını tek tek göstererek satmazsan, alıcı bu defoyu sonradan görürse ‘Osmanlı defolu malı bize satmış’ demeyecek mi?’ Onun için bu defolu mallara, daha fazla ücret ödesen de sana vermem!”
Müslümanlar!
Bu hassasiyetimizi neden kaybettik?
Süleyman Gündüz Kardeşim bir makalesinde şöyle bir bilgi paylaşıyor:
“1996’da Polonya eski Cumhurbaşkanı Lech Walesa’nın himayelerinde gerçekleştirilen bir konferans için Varşova’ya gitmiştim.
Konferansın ardından Varşova sokaklarında dolaştım. Şehirde birçok giyim malzemesi satan mağazaya rastladım. Birinden içeri girdim. Uzun bir sohbetten sonra mağaza sahibine, tekstil mamullerini nereden aldıklarını sordum.
“1989’da Sovyetler Birliği dağıldığında, bizler özgürlüğümüze kavuştuk. Serbest ticaret hakkı kazandığımızda, Polonya’da ticaret yapan insanların büyük kısmı, İstanbul’a gittiler. Ama şimdi başka pazarlara yöneldiler.” dedi.
Neden başka pazar arayışı içine girdiklerini sordum.
“İstanbul’daki tüccarlar, bize dürüst davranmadılar. Fahiş fiyatta mal sattılar. Bizleri kandırdılar. Sipariş verdiğimiz malların yerine, kalitesiz malları gönderdiler. Tam bir felaketti. Biz de alışverişimizi kestik.” dedi.
Laleli’deki esnafın büyük bir çoğunluğu böyleydi, fakat içlerinde dürüst çalışanlar da vardı. Hile hurda yapmadan iş yapanlar, bunun karşılığını gördü ve çok büyüdüler. Eroğlu Şirketler grubu Lale’de küçük bir esnaftı. Dürüstlüğü sayesinde, bu gün Colin’s, Loft gibi binlerce kişi çalıştıran, markaların sahibi oldular.
Peygamber Efendimiz Medine pazarında gezerken, satıcının birisinin buğday yığınını görür. Buğday yığının içine elini sokar ve içinin ıslak olduğunu anlar. Satıcıya sebebini sorar. Satıcı, ‘Yağmur yağdı ıslandı.’ diye cevap verince, Peygamber Efendimiz: “Bizi aldatan bizden değildir.” buyurur.
Dürüst ticaret erbabı günümüzde yok mu? Var elbette. Gerçekten helâl ve harama dikkat eden, ticaretinde hassasiyet gösterenler var tabii ki. Sayıları az olduğu için, pek fark edilmiyorlar.
Kendi yaşadığım iki olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlki Sirkeci’de bir esnaf. Eskiden meşhur bir ‘Doğubank’ çarşısı vardı. Elektronik ve beyaz eşyaların kalitelisinin, en ucuza satılmasıyla meşhur bir çarşıydı. Orada Adem Ü…. isminde bir arkadaşım vardı. Kendisiyle, Tevhid Dergisi’ni çıkardığımız dönemlerde, 1990 yılında tanışmıştık.
Adem Avrupa’dan televizyon, teyp, gibi elektronik eşya ithalatı yapıyordu. Kendisinin teklifiyle, 1998 yılı Haziran ayında, 45.000 Mark vererek, kar-zarar ortaklığı yaptık. Aramızda imzaladığımız, ortaklık anlaşmasına göre; yapılan ticaretten, benim payıma düşecek aylık kâr-zarar nisbetini Adem belirleyecek ve ay sonunda ödemeyi yapacaktı. Öyle de oldu. Bir ay 400 Mark, bir ay 800 Mark, bir ay 1.200 Mark gibi değişik rakamlarda, ödemeler yaptı. Ben 2000 yılında UMUT Operasyonu (internete girerseniz ayrıntıları öğrenebilirsiniz) ile uydurma Tevhid Selam Terör Örgütü mensubu olmaktan tutuklandım ve Eskişehir H Tipi Cezaevine konuldum. Adem sağ olsun ödemelerine, yukarıda anlattığım şekilde devam etti. Ta ki 2005 yılı Haziran ayına kadar. “Bu aydan sonra ödeme yapma imkânım olmayacak. Ben şu anda iflas ettim.” diye, Hanım ile haber göndermiş. Ben 2005 yılı Temmuz ayı sonunda tahliye oldum. Tahliyeden bir ay sonra, Sirkeci’de ziyaretine gittim. Hoş beşten sonra Adem ‘Ağabey, iflas ettim.’dedi. Ben de kendisine ‘Adem Kardeş, biz seninle kâr zarar ortaklığına girdik. Sen bu güne kadar sözünde durdun, Allah razı olsun. Seninle yaptığımız anlaşmaya göre, sen ne diyorsan ben ona razıyım. Ağabey tamamen iflas ettik. Senin hissenin hepsi battı desen de razıyım.’ dedim.
“Ağabey o kadar değil. Sen bana, 45 bin Mark para verdin. Mark tedavülden kalktı, bu yaklaşık 23.000 Euro yapıyor. Senin hissene düşen zarar, 3.000 Euro. Benim sana 20.000 Euro borcum var. Ne zaman durumum düzelirse, sana bunu ödeyeceğim.’dedi ve helalleştik.
Adem birkaç ay sonra memleketine gitti, büyükbaş hayvan besiciliğine başladı. Bu arada, samimi bir arkadaşımın oğlunun, düğün hazırlıkları vardı. Nişan merasimi ve gelin adayının çeyizlerini almak için 2007 yılı Nisan ayında, Kayseri’ye gittik. O arada hanımla, Adem’in köyüne gidip, ziyaret ettik. Ziyaretten çok memnun olmuştu. Israrla kalmamızı istedi. Fakat durumu anlattık ve kalmak için zamanımızın olmadığını söyleyerek, Kayseri’ye geri döndük. Biz döndükten sonra, Adem’in besi çiftliğinden, 80 büyükbaş hayvanını, bir gece kamyonlara yükleyip çalmışlar. Adem iz sürüp, çalanları Van’da buluyor; çalanlardan alanları da Diyarbakır’da buluyor, ama bir türlü parasını veya hayvanlarını geri alamıyor. Bu arada biz Adem ile sadece 5-6 ayda bir telefon görüşmesi yapıp, hâl hatır soruyorduk. Aradan birkaç sene daha geçti. Bir gün Adem telefonla aradı. “Ağabey ben bir yıldır İstanbul’dayım, tekrar piyasaya geri döndüm. Sirkeci’de falan handayım, gel bir görüşelim.” dedi. Bir iki gün sonra, Adem’e gittim. Hoş beş çaydan sonra, ‘Ağabey ben durumları düzelttim, şu Beş bin Euro’yu al, geriye kalan 15.000 Euro’yu da, birkaç içinde, peyderpey ödeyeceğim.’ dedi. Birkaç ay içerisinde de geri kalan parayı ödedi.
İkinci hikaye bir başka yazıya kaldı. Böyle dürüst insanlar Elhamdülillah ki hâlâ var.
Rabbim, böyle kardeşlerimize hayırlı ve bereketli işler versin.
Rabbim sayılarını artırsın. Amin.