Dayak yiyen elçiler

Osmanlı Devletinin siyaseten güçlü olduğu yıllar, büyükelçilerin padişahlarla kısa süre de olsa görüşebilmek için İstanbul’da haftalarca beklemek zorunda kaldıkları yıllardı. Ülkelerindeki itibarları gayet yerinde olan yüksek bürokratlar için bu bekleyişler zaman zaman sıkıntı olmuş, bazı elçilerin saray adabına uymayan davranışlar sergiledikleri görülmüştü. Protokole aykırı davranan sefirlerin dayak yiyip huzurdan kovuldukları, apar topar payitahtı terk ederek ülkelerine döndükleri de bilinen bir husustu.

Rus elçisi Tolstoy zindana atıldı

Bir elçinin Sultanın huzurunda uyması gereken bazı protokol kuralları bulunmaktaydı. Osmanlı’nın ihtişamlı devirlerinde hiçbir elçi doğrudan Osmanlı Padişahını muhatap alarak konuşamazdı. Onlar sadece sadrazama bakarak isteklerini dile getirebilirlerdi (bu yüzden elçilere huzura çıkmadan önce birkaç gün protokol dersleri verildiği oluyordu). Mesela Sultan II. Bayezid devrinde Osmanlıların Moskova Prensliği ile ticaret antlaşması imzalaması için İstanbul’a gelen elçi Plechtcheef’in protokole uymayıp bir an evvel padişahla konuşmak üzere görevlileri aşarak ön tarafa hamle yapması krize neden olmuştu. Elçi, saray muhafızları tarafından padişahın huzurunda dövülerek kapı dışarı edilmiş, elçi hanında birkaç gün hapsedildikten sonra ülkesine yollanmıştı.

Osmanlı Devleti, savaş halinde olduğu devletlerin İstanbul’daki sefirlerini genellikle Yedikule’ye hapsediyordu. 1711 yılındaki Prut Savaşında Rus sefir Tolstoy (meşhur yazar Tolstoy’un dedesi) da Yedikule zindanında aylarca tutuklu kalmıştı. Ayrıca Köprülüzade Ahmet Paşa’nın sadareti zamanında İstanbul’daki patriklikle ilgili bir mesele için görüşmeye gelen Rus sefirin padişahın huzurunda başını eğmek istememesi nedeniyle dayak yiyerek dışarı atılması sarayda yaşanmış başka bir hadiseydi.

Oğul da dayak yiyenler arasında

Köprülü Mehmet Paşa’nın, Girit Harbi devam ederken Fransızların savaş halinde olduğumuz Venedik ile şifreli görüşmeler yaptığından haberdar olması ciddi bir krize neden oldu.  Bu hadise üzerine Köprülü, elçi Jean de La Haye’nin hemen Edirne’ye getirilmesi emrini verdi. Ancak hastalığını ileri süren La Haye’nin kendi yerine oğlu Denis La Haye’yi (Vantelet Senyörü) göndermesi zaten sinirli olan sadrazamın daha da celallenmesine neden oldu. Bir de bunun üzerine Denis La Haye’nin devlet erkânının huzurunda ileri geri konuşması bardağı iyice taşırdı. Elçinin oğluna önce temiz bir dayak atıldı ardından Edirne’de bir kuleye hapsedildi. Fransız sefir Jean de La Haye oğlunu kurtarmak için Edirne’ye gelerek Köprülü Mehmet Paşa ile bir görüşme gerçekleştirdiyse de başarılı olamadı. Köprülü kendisinden Venediklilerle yapılan şifreli görüşme meselesine dair izahat istedi ancak tatmin edici bir cevap veremeyince onun da hapsedilmesine karar verdi. Elçi ve oğlunun tutukluluk hali Osmanlıların Erdel Seferinden dönüşüne kadar devam etti.

Fransızlar, Köprülünün oğlu Fazıl Ahmet Paşanın sadareti devrinde Denis La Haye’yi büyükelçi sıfatıyla İstanbul’a göndermişlerdi (1665). La Haye, daha evvel yaşanan tatsız hadiseden dolayı payitahtta hiç sıcak karşılanmamış, Köprülü Ahmet Paşa ile görüşmesi sırasında paşadan bir iltifat görmemişti. Hatta yüzüne karşı Osmanlı’nın düşmanlarına yardımda bulundukları, dost görünüp arkadan işler çevirdikleri söylenerek elçi daha ilk görüşmede suçlanmıştı (Fransızlar Osmanlıların savaş halinde oldukları Avusturya’ya gizlice yardım ediyorlardı).  Denis La Haye’nin Köprülü ile ikinci kez görüşmesi ise resmi protokol kurallarının çiğnendiği başka bir tatsız hadiseye sahne oldu. Bu buluşmada da büyükelçiye karşı sert tavırlarda bulunan devlet erkânı karşısında La Haye deliye dönmüş, elinde bulunan kapitülasyonlarla ilgili muahedeyi Fazıl Ahmet Paşa’ya doğru fırlatmıştı. Görevli çavuşlardan biri hemen La Haye’nin üzerine atılarak sert bir tokatla onu sersem hale getirmiş, elçi bir kez daha dayak yiyerek sadrazamın huzurundan kovulmuştu. La Haye üç gün hapsedilmiş ancak pişman olup özür dilemesi üzerine serbest bırakılmıştı.

Fransız elçiler rahat durmuyor

Bir başka tatsız hadise de 1670 yılında İstanbul’a gelen Fransız sefir Marki de Nointell’in huzurdayken saray adabını hiçe sayıp Padişah IV. Mehmet’in suratına bakarak konuşması sonucu yaka paça dışarı atılmasıyla yaşandı. Aynı elçi 1676 yılında yeni sadrazam olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı tebrik için geldiği sarayda da olay çıkarmıştı. Görevliler tarafından sedire değil de alçak bir iskemleye oturtulmak istenince Nointell etrafına bağırmaya başlamış, Merzifonlu ise elçi yatışana kadar onunla herhangi bir görüşme yapmamıştı. Bu krizin sedirin üzerine iskemlenin konulmasıyla çözüldüğüne dair rivayetler varsa da yaşananlar ancak Marki de Nointell’in 1678 yılında görevden alınmasıyla son buldu.

Osmanlı Bürokrasisinin büyükelçilere karşı haklı olarak gösterdiği sert tepkiler devletin siyaseten gerilemesiyle birlikte yerini daha serinkanlı ve politik dengeleri gözeten bir dile bıraktı. Hatta zaman zaman elçilerin huzurda sergiledikleri küstah davranışlar sineye çekildi. Bunun en güzel örneğini 1853 yılında İstanbul’a gelen Rus elçisi Prens Mençikof’un davranışlarında görebiliriz. Rus elçisi, Kırım Savaşı öncesi Sadrazamı günlük elbiseleri ile ziyaret etmiş, bürokratlarla tehditkâr bir görüşme gerçekleştirmişti. Geçmişte yaşanan bu tarz diplomatik krizlerin bugün yine büyükelçi kabulleri üzerinden devam ettiğini görmek mümkün.