“Darbeler ve edebiyat” Bursa muhasebesi

Darbeler hayatın olağan akışına bir grup veya çevrenin, bir ideolojinin veya yapının çıkar ve amaçları adına el koyma girişimi. Bir bakıma kan dökülmesi pahasına zamana, hayata ve topluma müdahale. Darbelerde gizli ajanda nasıl olursa olsun geriye yaralarını iyileştirme fırsatı bulamamış, güvensiz, komplo teorileriyle vakit geçirmeye meyyal bir toplum bırakıyor. Hadis, müminin bir delikten iki kez ısırılamayacağını belirtiyor. Yaşadığımız yıkıcı tecrübeler, yaralarımız, yazılmadığı için de boşlukta kayboluyor sanki. Dolduruşa gelmeye yatkın, mühendislik çalışmalarına açığız; sanırım bizi secde koruyor, kurtarılmış bölgemiz. Acaba daha iyi roman okuyucuları olsak, daha iyi romanlar yazsak her şey daha farklı mı olurdu?

15 Temmuz hayatın olağan akışı içinde kaybolmuş gibi duran sayısız insanı tanıttı bize. Edebiyat da öyle değil midir? Bize yüce sıradan sayılandaki yüceliği, yüce bilinendeki bayağılığı öğretmez mi edebiyat…

Bursa 16. Edebiyat Günleri’nin bu seneki teması “27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a Darbe Edebiyatı”ydı. Sevgili Metin Önal Mengüşoğlu, İhsan Deniz ve Mustafa Başpınar’ın özenli çabasını yansıtan zengin bir program gerçekleşti.

Mengüşoğlu –programa 2. gün katıldığım için, daha sonra öğrendiğime göre- açılış konuşmasında darbelerin edebiyata yansımalarının yeterince konuşulmadığını, birkaç nokta hariç gündeme getirilmediğini belirtmiş. Darbelerin asıl sebebinin toplumun şuursuzluğu olduğunu, 15 Temmuz direnişiyle başka bir evreye geçtiğimizin altını çizmiş ve bu bağlamda Müslüman Dünya açısından baktığında Türkiye’nin ufkunun hiçbir zaman olmadığı kadar kendisini umutlandırdığını dile getirmiş.

Ben de ertesi gün katıldığım oturumda 15 Temmuz edebiyatının ancak şehitleri layıkıyla fark ederek hakikileşebileceğini anlatmak istedim. Söylenilmemiş bir şey kalmamış gibi konuşuluyor 15 Temmuz’dan bu yana, ne çok etkinlik gerçekleştirildi, yarışmalar düzenlendi, özel sayılar çıkarıldı, şiirler yazıldı. Sonra faaliyetler ağının tüketimi başladı; kuşkusuz söylem bu tür tüketimden bağımsız kalamadan oluşuyor. Darbe girişimi birinci yıl dönümüne yaklaşırken geriye Mengüşoğlu’nun da altını çizdiği şu soru kalıyor:  Acaba tarihimizde ilk kez geri püskürtülmüş olan bir darbe girişimi üzerine layıkıyla konuşulup yazıldı mı?

Aynı oturumda Ali Emre “Şiirdeki 15 Temmuz: Halkın Sesinde Hakkın Seslerini Aramak” başlığıyla 15 Temmuz’un şiirde temayüz edememesinin sebeplerini ele aldı.  Israrlı bir acemilik, acele edilmiş tasvirler, duygusal taşmalar, direnişin edebi ifadelerinin önünü alıyor. Daha önemlisi, hayatı sanata önceleten etkileyici sahnelerin belleğimizde tuttuğu yer. Emre, 15 Temmuz direnişinin şiir açısından farklı yanının o gece şairlerin de köprüye koşması olduğunu belirtti. Akif Hasan Kaya, 15 Temmuz’un öyküde temayüzü konusunda benzeri tespitlerde bulundu. Direniş günlerinin sahneleri ve şehitlerin oluşturduğu duygu ve düşünceler öylesine yer tutuyor ki benliğimizde, ne yazılsa eksik kalacaktır. Belli bir zaman mesafesinin ardından bir öykü dalgası oluşabilir mi? Cemal Şakar’ın “Çukurca’dan Sonra Öykü Yazılamaz” başlıklı yazısındaki tespitlerine atıfla, kaleme alınan metinlerin çoğunda rastlanabilecek soruna işaret etti Kaya: Henüz, estetize etmeye izin vermeyecek kadar sarsıcı gerçeğe gömülü olmak.

Turan Karataş,  “27 Mayıs Darbesinin Şiir Karartması” başlıklı sunumunda Türk Yurdu’nun özel sayısında yer alan şairler üzerinden,  sağcı ve gerici bir iktidara karşı yapıldığı gerekçesiyle 27 Mayıs darbesini destekleyen şairlerin zihniyet dünyasını irdeledi. Kurtuluş Kayalı Hoca, “Modernleşme, Darbe ve Fondaki Türkiye Fotoğrafı Bağlamında Attila İlhan, Adalet Ağaoğlu ve Vedat Türkali Romanları” başlığı altında, bu üç yazarın darbenin amaçlarına dönük tutumlarındaki mesafeyi ve içtenliği tartıştı. Ortaya koyduğu soru ise bir hayli önemli: “12 Mart 9 Mart’ta gerçekleşseydi romanlar böyle mi yazılırdı?” Nasıl? “Açık ve örtük de olsa söylemeye bir yatkınlık yok.”

Aynı oturumda Asım Öz, “Dönüp Dolaşıp 27 Mayıs”: Sezai Karakoç’un Darbe Odaklı Metinlerine Dair” başlıklı bir konuşma yaptı. Öz’e göre Karakoç’un darbeleri açıklarken kullandığı “al basması” metaforu, elimizde olmayan fakat ders de alınmadığı için sürüp giden bir yakalanmayı izah ediyor. Darbe yorumları yazılarında geniş yer tutan Karakoç açısından, 27 Mayıs darbesinin asli sebebi uluslararası sistemin/iktidarların tasarımlarından bağımsız okunamayacaktır. Öz, Karakoç okumalarını, içerideki mutsuzluğumuzun sebeplerinden birinin umutlarını darbelere bağlayan kesimlerin değişmeyen konumu olduğunu anlatan tespitlerle sürdürdü.

Bir gece önce ise Beyazıt Paşa Medresesi’nde gerçekleşen Şiir Akşamı’na,  Simya  Kitapevi söyleşisi nedeniyle gecikerek katıldım.

”Yıldızlar mevkilerini terk etti

Ardında ışıktan huzmeler bırakarak gittin diye…”

Ali Sali,  kızı rahmetli Fatma Begüm için yazdığı  “Yıldızlar Mevkilerini Terk Etti” şiiriyle hepimizi hüzne boğdu. Şiiri, sevgili Rahime Sali ile yan yana dinledik. Teselli değil tefekkür vesilesi şiir, paylaştık bu fikri.

Fatma Şengil’in okuduğu “Uçsun Varsın” başlıklı şiirinden mısralarla döndüm İstanbul’a:  “Bu sesi buraya bırakıyorum/Evin hikayeleri/Çıtırdayan  ateşin/Tıslayan suyun tekerlemeleri…”

Canını kaybeden, aslını arayan… Uçar gibi gidenler, gidişler… Ardımızda yanlış anlamalarla dolu bir tarih, önümüzde yine zor bir yokuş…  Terlikleriyle yola düşen bir kadın, gözlerinden vurulan bir işçi, “benim köprümü siz nasıl kapatırsınız!” diye tanklara darbecilere kafa tutan bir kadın… Yazacak ne çok şey var hâlâ ve yazılmadığı için komplo teorilerinin zeminine terk edilen ne çok gerçeği borçluyuz, özverilerle örülü hayat ve olaylara.

Edebiyat günleri ödülleri

Kapanış gecesinde Cahit Koytak “Süleyman Çelebi Edebiyat Ödülüne”, Kurtuluş Kayalı “Lamii Çelebi Edebiyat Ödülüne” ve Turan Karataş “Mehmet Şemsettin Ulusoy Edebiyat Ödülüne” layık görüldü.

Simya Kitabevi

Kirişçikızı Çıkmazı Sokağı’nda üç ay önce açılan Simya Kitabevi’ni Abdurrahman Yıldırım ve Yasin Ağırbaş yönetiyorlar. Cuma günü ikindi vakti kitabevinde “Niye okuruz, nasıl yazarız?” sorusu etrafında bir söyleşi gerçekleştirdik. Yasin’in eşi Esra hukuk eğitimi gören bir öykü dostu. Söyleşinin aksamadan yürümesi için büyük gayret sarf etti Esra. Mustafa Başpınar, eşi Fatma Başpınar, çocukları Kerem ve Öykü ile katıldı söyleşiye onca işi arasında, eksik olmasın. Neler konuştuk? Dijital ve sanal olanın yetmezliğini… Somut mekanları yeniden kurma ihtiyacını yönlendiriyor edebiyat ve böylelikle söylem alanında belirleyici olmayı sürdürüyor.

Bursa’dan ayrılırken şöyle düşündüm:  Mimar Sinan’ın bir bina tasarlayamayacak kadar dokusunu tamamlanmış gördüğü halde, bugün dokusunu lekeleyen Doğanbey Konutları, Kent Meydanı gibi yapılar yüzünden bulanık bir şehir manzarası sunuyor Bursa. Fakat inşaat tozunun kara büyüsü çirkin lekeler halinde bürüyemez Bursa’yı, hala kitabevi söyleşilerine inanan gençleri var çünkü.