Darbecilerin Sonu “Vak’a-i Hayriyye”

Yeniçeri Ocağı’nın siyasi mekanizmayı zora sokan, padişahların ölümüne neden olan, devleti ve milleti hiç düşünmeden tehlikeye atan darbe girişimleri tarih boyunca çoğu kez başarıya ulaşmıştır ta ki 1826 yılının 15 Haziran’ına kadar. Sultanın ve yanında bulunan birkaç devlet adamının basiretli duruşu ve bilhassa, yeniçerilerin saraya düzenledikleri her darbe girişiminden sürekli mustarip olan vatandaşların ayakta kalarak devlete sahip çıkışı darbecilerin bertaraf olmasını sağlamıştır.

Dün ve bugün, tarih tekerrür ediyor…

Yeniçeriler değişime sürekli direndi…

Anadolu’da bir beylik halinde yaşayan Osmanlıların yaklaşık bir buçuk asır sonra büyük bir imparatorluk haline gelebilmesinin altında yatan nedenler tarihçiler için daima merak konusu olmuştur. Bu nedenlerden biri hiç kuşkusuz güçlü bir merkezi ordudur. Osmanlılar çok erken tarihlerde bir düzenli ordu kurmayı başarmış ve bu sayede batıya doğru rahatça büyüme fırsatı yakalamıştır. Ancak bu ordunun bir parçası olan ve uzun bir süre gaza ve cihad tefekkürü ile hareket eden Yeniçeri Ocağı, yenilenemeyen her kurum gibi zaman içerisinde bozulmalar göstermiş, askeri gayesinden uzaklaşarak devletin başına bela olmaya başlamıştır.

Yeniçeri Ocağı’nın tam olarak ne zaman teşekkül ettiği ile ilgili kesin bir tarih vermek zor. Kuruluşunda Anadolu Selçuklu Devleti tecrübesinden yararlanan Osmanlılar bu ordudan yaklaşık iki yüz elli sene maksimum düzeyde faydalanmış, hâkimiyet sahalarının genişlemesini sağlamışlardır. Osmanlı bürokrasisi toprak sistemi üzerinden işleyen bir yapıya sahip olan devletin sürekli genişleme gereksinimini ancak düzenli ve güçlü bir orduyla giderebileceklerini gayet iyi biliyordu. Bu nedenle orduya hayati derecede önem veriliyordu. Yeniçeriler karşısında defalarca acı tecrübeler yaşayan batı dünyası ise kısa zamanda Türklerin sahip olduğu gücün farkına varmış ve bir süre sonra toparlanarak silah teknolojisinde hızla kendilerini geliştirmeye başlamışlardı.

18 yüzyılın başından itibaren batıda alınan askeri mağlubiyetler Osmanlı ordusunun bir değişim sürecine girmesini zorunlu kıldı. Batıyı etüt etmeye karar veren devlet adamları bu tarihten itibaren Avrupa’dan asker kökenli uzmanlar getirtmiş, yenilgilerin önüne ancak onların silahlarıyla mücehhez hale gelebilirsek geçebileceğimiz düşüncesi hâkim olmuştu. Lakin Yeniçeri Ocağı planlanan bu modernizasyondan bir türlü nasibini alamıyor, alamadıkları gibi de yapılan yeniliklere çoğu zaman muhalif bir duruş sergiliyordu. Bu muhalif duruş beraberinde isyanları, karışıklıkları hatta devletin en üst kademesi olan saltanat makamında ölümleri de beraberinde getiriyordu.

İsyan başlıyor…

Sultan II. Mahmut, yeniçeriler ile ilgili uzun zamandan beri yaşanan bu sıkıntıların ancak ocağın lağvedilmesi ile hallolacağını düşünmüş ve bunun ilk ipuçlarını Nusretiye Camii’nin açılışı münasebetiyle yapılan merasimde vermişti. Bu açılış merasiminde padişahın geçeceği yolun sağ tarafında topçular, sol tarafında ise yeniçeriler selama duruyorlardı. II. Mahmut tören alanına geldiğinde topçuları selamlamış ancak yeniçerilerin yüzüne bile bakmamıştı. Padişahın bu hareketi orada bulunan devlet ricalinin dikkatini çekmiş, başta yeniçeriler olmak üzere tüm askeri kadrolar tedirgin olmuştu. Bu olayın üstüne bir de Yeniçerilerin bundan böyle talime tutulması emri gelince ocak ağaları iyiden iyiye şüphelenmiş, geç olmadan isyan için hazırlık yapmaya karar vermişlerdi.

Nihayet 1826 yılının 15 Haziran akşamı yeniçeriler kazan kaldırarak yapacakları darbenin fitilini ateşlediler. Haberi alan Padişah, tüm devlet ricalini Topkapı Sarayında toplayarak alınacak tedbirler ile ilgili istişare etmeye başlamış, sadrazam ve şeyhülislamın cesaret veren telkinleri ile Sancağ-ı Şerif’in çıkarılmasına karar vermişti. Bu arada Divanyolu ile Beyazıt çevresinde kuş uçurtmayan yeniçeriler, topçu yüzbaşısı Karacehennem İbrahim Ağa’nın silahlı adamları ile birlikte olay yerine yaklaştığını görünce hemen et meydanına doğru kaçmışlardı. Baruthane Nazırı Necip Efendi, isyanı bastırmak için toplanan gönüllüler ve yardıma gelen diğer askerlerle birlikte yeniçerilerle çarpışıyor, yıllarca yeniçerilerin zulmü altında ezilen İstanbul esnafı da onlara destek veriyordu. Halk tüm heyecanıyla bu isyan hareketine karşı geliyor, sağda solda görülen yeniçeriler şehir sakinleri tarafından hemen derdest ediliyordu. Durumun kötüye gittiğini anlayan ocak ileri gelenleri adamlarıyla birlikte meydandan ayrılarak kışlalarına sığındı. Kendilerine gönderilen nasihat heyetini de dinlemeyen isyancı askerlere karşı Karacehennem İbrahim Ağa kontrolünde top atışları başladı. Bu top atışları karşısında kışlaları yangın yerine dönen yeniçeriler çok kayıp veriyordu. Adeta tüm İstanbul yağmur olmuş yeniçerilerin üzerine yağıyor, yüzlerce yıllık ocak herkesin gözü önünde yanıp kül oluyordu. En sonunda hayırlı haber Velipaşazade İsmail Bey tarafından sadrazama ulaştırıldı. İsyanda canını kurtarabilen asiler kısa bir sorgudan sonra idam edildi. İstanbul’dan taşraya kaçmayı başarabilen ocak mensupları için tüm mülki amirlere bunların takip edilmesi ve yakalandıkları yerlerde hemen gereken işlemin yapılması emredildi. İsyancı askerlere yardım eden resmi görevlilerden tespit edilenler de vakit kaybedilmeden sürgüne gönderildi.

Darbe girişimi İstanbul nüfusunun azalmasına neden oldu…

İsyan bastırılıp ortalık yatıştıktan üç gün sonra Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesi ile ilgili fermanı Reissülküttap Seyda Efendi, Sultanahmet Camiinde toplanan meclisin karşısında okudu. Ardından yeniçeriler için sembol bir alan olan et meydanının ismi Ahmediye Meydanı olarak değiştirilerek ocağın tüm izleri silinmeye çalışıldı. Sonuç itibarıyla isyanın çıktığı günden itibaren yaklaşık altı hafta içerisinde idam ve sürgünlerle İstanbul’un nüfusu 30 bin kişi kadar azaldı. Merkezi idare Yeniçeri Ocağı’nın ilgasıyla rahat bir nefes almış, hemen yeni bir ordunun kurulması için harekete geçmişti. Yeni ordu Hz. Peygamber’in ismine izâfetle Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adını aldı ve yabancı uzmanlar tarafından eğitime tabi tutuldu.

Osmanlı devlet adamları, imparatorluk olma yolunda önemli katkılar sağlayan Avrupa’nın bu ilk düzenli ordusunu kurarken akıbetinin böyle olacağını hatta ocağın lağvedilmesi olayının da “Vaka-i Hayriye” şeklinde yorumlanacağını elbette ki tahmin edemezlerdi. Ancak devletin bu önemli olaydan sonra askeri alanda yaptığı düzenlemeler ordunun nispeten toparlanmasını sağladıysa da askerin siyasi hayatta daha belirleyici rol oynamasına neden olmuş, yakın tarihimizde yaşanan birçok tatsız olayın da hazırlayıcısı olmuştu. Bugün yaşanan menfur hadise ise ordu içerisinde geleneksel zihniyetin dışında çok daha farklı dinamiklerin olduğunu bizlere gösteriyor. Bunların tam olarak vuzuha kavuşması da epeyce zaman alacak gibi…