Cumhuriyetin kahredici yumruğu

Kendi tarihine düşman olan ve inkâr eden bir kesim, başka milletlerde var mı acaba?
Bir insanın kendi milletinin değerlerine bu kadar düşman olmasının mühim sebepleri olmalı ama ne? Bunu 1920-1940 arasındaki kalan döneme ait karartmayı kaldırmadan tam olarak anlamak imkânsız.
Bu zaman dilimi içerisinde, devletin arşivlerinin çoğuna erişmek mümkün değil. Bu arşivlere erişilmesinin önündeki engeller kalktığında, Cumhuriyet tarihi ve devleti yönetenlerin gerçek kimlikleri, gerçek kişilikleri ortaya çıkacak. İşte o zaman görecek millet gerçeği…
Şüphe yok ki gerçekler milletimizden gizleniyor.
Milli mücadeleyi yürütenler 1923’ten sonra “devlet düşmanı” ve “gerici” yaftalamasıyla ya idam edildi, ya ağır hapis cezalarına çarptırıldı, ya da sürgün edildi.
Şeyh Muharrem Hafız, 1890 yılında Giresun’un Piraziz (Abdal) Nahiyesi’nin Şeyhli köyünde dünyaya geldi.
İlk tahsilini Sufi Şeyh Mehmet Efendi’den alıp, hafızlığını tamamladıktan sonra, İstanbul’a gitti.
İstanbul’da Fatih, Süleymaniye ve Karagümrük medreselerinde ders aldı. İcazetini tamamladıktan sonra müderrislik yaptı. Bu arada birçok âlimle teşrik-i mesaide bulundu. Arnavut Hasan Efendi’nin kızıyla evlendi.
Hizmet etmek gayesiyle, memleketine geri döndü. Cami ve tekkelerde talebelere ders vermeye başladı. Bir taraftan da halka vaazlar vererek irşad faaliyetlerinde bulunuyordu.
Bu arada Ankara’da Cumhuriyet ilan edilmiş, memleketin imarı ile uğraşmak yerine devrimlerin bir an evvel hayata geçirilmesine gelmişti.
“Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendiriyor ve Sivas Kongresine sunulacak belgeleri hazırlıyordu. Yine böyle bir gece Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyorlardı. Paşanın aklına Mazhar Müfit geldi. Emir eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı. Bir ara Süreyya bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti:
“Paşam, başarıya ulaştıktan sonra da iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ve devrimler yapmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz?”
Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da;
“Şimdi not et bakalım” dedi.
“Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
Şimdi yaz.
Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bunu duyunca Mahzar Müfit’in kalemi elinden düştü.
Paşa, “Neden durakladın?” diye sordu. “Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var.”
Cumhuriyetin ilanının hemen sonrasında 3 Mart 1924 tarihinde, milletimizin diğer Müslüman halklarla birliğini sağlayan en önemli bağlardan birisi, Hilafet kaldırılmıştır. Hilafet ile birlikte, Şeriyye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Bu yasayla halifenin görevine son verildi ve hilafet makamı kaldırıldı. Halife ve Osmanlı saltanatı kökeninden gelen tüm kişilerin, ülke içinde oturması yasaklandı, Türk vatandaşlığından çıkarılarak, ülke dışına gönderildi.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, 29 Kasım 1925 tarihinde Şapka Kanunu çıkarıldı.
Şeyh Muharrem Hafız bu kanunların çıkışından sonra, bölge halkına vaazlarında özetle şunları söyler:
“Ey Müslümanlar! Eğer bu zillete boyun eğer, Allah’ın emirlerini terk eder, bizleri kâfirlere benzetip dost edenlere itaat ederseniz; tecdid-i imanda ve tecdid-i nikahta bulununuz.”
4 Aralık 1925 günü, Şeyhli Köyü’nde vaaz verirken, jandarmalar gelir; Şeyh Muharrem Hafız ve tüm dinleyenler, elleri kolları bağlanıp, Giresun’a götürülür.
16 Aralık 1925 günü Giresun Tiyatro Salonunda İstiklal Mahkemesi kurulur. Mahkeme Reisi mason Sabetayist Kılıç Ali’dir. Şeyh Muharrem ve 60 kadar cemaat ‘Devlete karşı silahlı isyan ve irticai ayaklanmaya kalkmak’la yargılanmaya başlanır.
Mahkeme sonunda, Şeyh Muharrem Hafız ve Abdullah Hoca idama, 10 kişi de ağır hapis cezalarına çarptırılır.
Muharrem Hafız idam sehpasına çıkarılıp ip boynuna geçirildiğinde Ali İmran Suresi’ndeki şu ayeti okumaya başlar: “Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”
“Kader… Kaderullah…” diyerek son nefesini verir.
İdam sonrasında Mahkeme Reisi Yahudi mason Kılıç Ali, gazetecilere şu beyanatı veriyordu:
“Bu davalar ile inkılap düşmanlarına, cumhuriyetin kahredici yumruğu ağır bir darbe indirmiştir.”