Cumhuriyetin 95. yılına ulaştık. Cumhur, gerçekten kendi istediğine ulaşabildi mi? Cumhuriyetin ilan edildiği dönemin gerçekleri nelerdir?
Sistemin bize dayattığı tarih kitapları mı doğru söylüyor, yoksa o günleri yaşayan babalarımız ve dedelerimiz mi? Acaba cumhur (halk) gerçekten kendi istediği idareye kavuşabildi mi?
Cumhuriyetin ilk dönemlerine şöyle bir göz atalım. Kurtuluş Savaşı, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesiyle resmen sona erdi, fakat İstanbul’daki işgal kuvvetleri (İngiliz, İtalyan, Fransız) tam bir sene daha kaldı ve ancak 2 Ekim 1923 (kimilerine göre 6 Ekim) tarihinde terk etmişti… Yani vatanımızdaki son işgal kuvveti, 2 Ekim 1923 günü çekip gitmişti… İstanbul’daki işgal kuvvetleri (İngiliz, İtalyan, Fransız) bir kurşun bile atılmadan nasıl ve neden çekilip gittiler? Milletimiz, bunun cevabını hâlâ aramaktadır… Düşman çekip gittikten sonra…
Milletimize nasıl bir idarede yaşamak istersin diye soruldu mu?
Yoksa idareyi ele geçirenlerin istedikleri mi, Millete dayatıldı?
Cumhuriyet, 287 vekilli Meclisten 158 milletvekilinin katıldığı, 29 Ekim 1923 tarihli oturumda, kabul edildi.
Böylesine tarihi ve önemli bir oturuma, 287 vekilden (kimilerine göre bu sayı 314 kimilerine göre 333 kişidir) neden 158’i katıldı, diğerleri katılmadı? Meclisin hemen hemen yarıya yakını, böyle mühim bir oylamaya katılmıyor. Neden? Bu sorunun cevabını Tarihçi Yılmaz Öztuna 14 Mayıs 2011 tarihli Türkiye gazetesinde, şöyle izah ediyor:
“… Cumhuriyet rejimine geçildi. Atatürk böyle istedi. Bir referandum falan yapılmadı. Zaten cumhuriyet, milletvekillerinin ancak yarısının gece meclis oturumuna katılıp, müzakeresiz oylanıp kabul edildi. Diğer yarısına o oturuma katılmamaları için haber gönderildikten başka, gelmemeleri için evlerinin önüne polis dikildi. 1923 meclisi milletvekili sayısının, cumhuriyet için oy verenlerin iki misli olduğu rakamların belâgati ile açıktır. Üstelik bu, ikinci Meclis’tir.”
Gelelim Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, cumhura lütfettiği, başka bir fazilete… Şapka faziletine…
Cumhuriyetin ilanından bir buçuk yıl sonra, Atatürk ilk defa Kastamonu’da kalpak yerine, Şapka giydi.
Ve 25 Kasım 1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında kanun “Hükümetin tespit eylediği kıyafetin gayri kıyafet iktisa edenler (giyenler) üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler.” kabul edilir ve 28 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak, yürürlüğe girer.
Kanunun kabul edildiği gün, ilk protesto gösterisi Erzurum’da yapılır, bunun üzerine Erzurum’da sıkıyönetim ilan edilir.
Birkaç gün içerisinde İstanbul ve Maraş, Giresun, Kırşehir, Tokat, Samsun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya ve Rize başta olmak üzere Anadolu’nun birçok şehrine yayılır.
Kayseri’de yapılan gösteride, 300 kişi tutuklanır. Şeyh Ahmet Efendi ve 4 kişi, İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edilip infaz gerçekleştirilir. Sivas’ta ise duvarlara şapka aleyhine yapıştırılan afişler nedeniyle, bütün muhtarlar tutuklanır. İmamzade Mehmet Necati Efendi ile Abdurrahman Efendi idam edilirler.
Rize’de yaşananlar ise daha vahimdir.
Rize’nin sahil ilçelerinden Güneysu’da Ulu Cami önünde toplanan halk: “Sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın şapka giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın” diyerek gösteriye katılır. Bunun üzerine jandarma olaya müdahale eder ve halk dağılmayınca, üzerlerine ateş açılır. Halktan 17 kişi ölür. ‘Şapka’ protestosunu haber alan Rize Valisi Mehmet Hurşit Bey, telgrafla durumu Ankara’ya bildirir. Ankara, derhal harekete geçer ve Hamidiye Kruvazörü’nü Rize’ye gönderir. Hamidiye Güneysu sahillerine gelir ve Güneysu’da gösteri yapanların tarafında bulunan tepeleri, top ateşine tutar. Gösterilere katılan halk, bunun üzerine teslim olur. Hamidiye Kruvazörü’nün Güneysu tepelerini topa tutmasıyla ilgili, şöyle bir ağıt yakıldığı rivayet edilir:
“Atma Hamidiye atma atma
Din kardeşiyiz bizi yakma
Atma hamidiye atma atma
Taktılar serpuşi kafamıza
Atma Hamidiye atma atma
Vergimi vereceğum bizi yakma
Atma Hamidiye atma atma
Sürgün etma bizi yakma “
Bu arada Rize Ulu Cami imamı Şaban Hoca, namazdan sonra etrafında toplanan kalabalığa: “Biz hükümetten akaid-i diniyye’ye hizmetkarlık ve bağlılık isteriz. İnanmayan inanmasın, fakat insanlara zulüm edilmesin. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın!” şeklinde, bir konuşma yapar. Halk bunun üzerine hükümet konağına doğru yürüyüşe geçer. Ankara, Rize’ye büyük bir askeri birlik gönderir. Rivayete göre üç gün süren çatışma sonucunda, halktan yüzlerce kişi hayatını kaybeder.
Yargılama için İstiklal Mahkemesi bölgeye gönderilir. Birkaç gün gibi süre içinde yapılan yargılama, Şapka Kanunu’na muhalefetten yapılması gerekirken, Takrir-i Sükun kanununa muhalefetten yapılır.
8 kişi idama, 14 kişi on beşer yıla, 22 kişi onar yıla, 19 kişi beşer yıl kelebend denilen ağır hapis cezasına çarptırılır.
Haklarında idam cezası verilenler, o gece hapishaneye konulur. Gece yarısından sonra, Numan Sabit Efendi arkadaşlarını kaldırıp: “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Birkaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!” der ve namazlarını kılarlar.
İstiklal Mahkemesinin hızla verdiği kararla sekiz kişi, hemen Ulu Cami önünde kurulan darağacında idam edildi.
İdam edilenler: Ulu Cami imamı Hafız Şaban Efendi, Muhtar Yakup Çavuş, İslahiye imamı Hasan Efendi, Belediye bekçisi Kadir Ağa. Rize Asliye Mahkemesi Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi avukat Hulusi Bey, Merkez Cami İmamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Numan Sabit Efendi.
İdam edilenlerin cesetleri ailelerine verilmeyip, hemen oracıkta açılan çukurlara gömülüyordu. Aileler cesetleri çıkarıp götürmesin diye de, başlarına jandarmaları nöbetçi dikmişlerdi. Ailelerin aylar süren ricasından sonra, gece alıp götürmek şartıyla, cesetlerin çıkarılmasına izin veriliyordu.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize’de meydana gelen olay ve idamlarla “Rize’deki mürteciler de ceza-yı sezalarını buldular.” cümlesiyle haberleştiriyordu.
Cumhuriyetin bu şapka faziletinden, memleketin birçok mıntıkası ve alimi nasibini alıyor; kimisi idam ediliyor, kimisi de ağır cezalara mahkûm ediliyordu.
Bunlar arasında, İskilipli Atıf Hoca da bulunuyordu. 1924 yılında yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabından dolayı; 7 Aralık 1925 günü tutuklanıp, Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından Giresun’a gönderildi. Şeyh Muharrem Hafız ve arkadaşlarıyla yargılandı. Şeyh Muharrem Hafız idama mahkum edildi, İskilipli Atıf Hoca beraat etti ve İstanbul’a döndü.
Fakat İstiklal Mahkemesi bundan tatmin olmamıştı ve İskilipli Atıf 26 Aralık 1925 günü İstanbul’da tutuklanıp, Ankara’ya getirildi. İskilipli Hoca ‘Şapka giymemek suretiyle, halkı kanunlara karşı gelmeye kışkırtmak’ suçlamasıyla yargılanıyordu. Savcı 3 yıl hapis istemesine rağmen, mahkeme başkanı Kel Ali (Ali Kılıç), hukuk kurallarını ve kanunları es geçerek, iki günlük yargılama sonunda, idam cezasına çarptırdı ve 4 Şubat 1926 sabahı, idam edildi.
Cumhuriyetin faziletleri bunlarla bitmiyordu…
Kur’an öğretimi, Ezan’ın Arapça aslıyla okunması yasaklandı…
Harf inkılabı ile Kur’an harfleri kaldırılıp, Latin Alfabesi getirildi.
Böylece dedesinin veya babasının yazdığını okuyamayan, anlayamayan bir ‘Aydın!’ nesil yetiştirdik…
Ne mutlu bize…