Bir bina daha çöktü, bu sefer adres Kartal. Pek çok ölü ve yaralı var. Yıllar önce Konya’da çöken Zümrüt apartmanını hatırlıyorum da orada tam doksan iki kişi ölmüştü. Elimizden Allah rahmet etsin demekten başka bir şey gelmiyor.
Ne ki bu yıkımlar ilk olmadığı gibi son da olmayacak, yaşadığımız müddetçe daha pek çok yıkım ve ölüm haberi duyacağız. Şair Behçet Aysan’ın dediği gibi;
Bütün derinlikler sığ
Sözcükler hep iğreti
Değişen bir şey yok hiç
Ölüm hariç
Aynı gökyüzü aynı keder
Yıkım raporu bir ay içinde tamamlanır, ama ben satırbaşlarını şimdiden okur gibiyim. “Kaçak ilave kat atılmış.” “Beton düşük kalite dökülmüş.” “Bazı kolonlar kesilmiş” falan.
“Kaçak kat niçin atıldı, beton niçin kötü döküldü, kolon niçin kesildi” gibi soruların cevabı beklendiği gibi bu raporda yer almayacak.
Yıkım sonrası diğer rutinleri de ezbere biliyorum artık; “bu son olur” şeklinde temenniler edilecek, ardından “denetimlerin artırılması” kararı alınacak, ardından bazı cezalar kesilecek hatta bazıları cezaevine girecek ve haftaya her şey unutulacak. Yüzleşme bir başka bahara ertelenecek.
Zahir/görünür sebepler üzerinde durmayı hiç sevmem. Her vukuatta zahir arkasında batını görünür arkasında görünmeyeni ararım. Hırsız suçlu tamam, ya onu yetiştiren baba? Evlat anasını yaşlılar yurduna bıraktığı için suçlu tamam ama anası da onu küçükken kreşe bırakmıştı.
Bir binanın güçlü bir dış etki olmaksızın kendi kendine yıkılması geri planda bir ahlaksızlığın cereyan ettiğini gösteriyor. Malzemede, demirde, betonda kusur aramaya hiç gerek yok, malzemeyi üreten de kullanan da biziz. Çürük olan malzeme değil biziz.
Sarih gerçek 1: Çöken binalar değil ahlakımız
İnsanların unutma ve dalgınlık gibi kusurlarını müsamaha ile karşılayabiliriz. Ancak çöken binada unutma ve dalgınlık değil bir kasıt söz konusudur.
Bir bina zannedildiği gibi birkaç eksik demirle, harca biraz fazla su katmakla çökmez. Binayı dalgınlıklar değil kasıt çökertir. Dükkân genişletmek için ortadaki kolonu kesmek veya kaçak katları imar affına sokmak sizce dalgınlık mıdır yoksa kasıt mı? Kasıt varsa suç vardır, suç varsa ceza olmalıdır.
Katiller aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıyor, farkında değiliz.
Şunu unutmayalım, bir bina yıkılmışsa orada mutlaka bir ahlâksızlık işlenmiştir. Birileri ya proje, ya ruhsat, ya uygulama, ya denetim aşamasında başkalarının canını hiçe sayarak bir ahlaksızlığa meyletmiştir. Müteahhit malzemeden çalmıştır, işçi emeğinden aşırmıştır, mühendis tembellik edip dikkatini kaçırmıştır… Demek ki birileri mutlaka bir ahlaksızlık yapmıştır ve bina öyle yıkılmıştır. Hiçbir bina durduk yere yıkılmaz, tıpkı hiçbir arabanın kendi başına kaza yapamayacağı gibi. Binayı yıkan da arabayı deviren de biziz.
Şehir gökten inmedi,
onu kimse bize vermedi,
onu biz kendi ellerimizle inşa ettik.
Herkes heybesinde olanı verir ya
biz de bizde olanı verdik şehre…
Tozumuzu, kirimizi, pasımızı
şehir ayna, bizi, içimizi gösteriyor
ahlâksızlığımızı!
(Semih Akşeker,
Türk Edebiyatı, 07/2012)
Otuz üç yıllık saha tecrübeli bir mimar olarak bu tür kazaların bir daha tekrarlanmaması için alınması gereken onlarca tedbirleri yazabilirim, ama bu nafile bir iş olur. Zira bunlar kimselerin bilmediği şeyler değil. Şartname, yönetmelik, malzeme, usta, teknik, mühendis anlamında elimizde her şey var. Biz bilgisiz bir topluluk değiliz sadece ahlâk mahrumu bir toplumuz. Bizim eksiğimiz her şeyin hakkını vererek yerine getirecek bir ahlâka sahip olmayışımız. Böyle bakınca da aslında her şey eksik.
Sarih gerçek 2 : Bir binayı ayakta tutan ahlâktır, direk değil
Sıkıntının merkezinde bilimin değil ahlâkın yer aldığını söylediğimizde karşımıza ahlâkın nasıl elde edileceği sorusu çıkıyor. Doğrusu bu temel soruyla ihtisas alanımın istemeden biraz dışına çıkmış oluyorum.
Bizim tarihimizde Ahi Ocağı gibi meslek ve ahlâk meselesini birlikte ele alan ve bu yolda gayret eden bir müessese vardı. Ahi Ocakları halkı hem meslek sahibi yapmayı hem ahlaki meziyetlerle yetiştirmeyi temel gaye edinmişti. Ocaklarda gündüz mesleğin bilgisi/incelikleri öğretilir akşam da ahlâk ve edebin. Ocağın reisi hem mesleğin pîrî, hem tarikatın şeyhiydi.
Ahi Ocakları eğitimini tamamladığı halde ahlakına itimat etmediği ya da kanaat getirmediği kimseye diploma/icazet vermezdi. İcazeti olmayan bir kimse ise iş yapamazdı. Oysa bugün lise/üniversite/kurs gibi kurumlarda diploma, sertifika vs. sadece bilgisi olana verilmektedir, ahilikte ise hem bilgisi hem ahlâklı olana, iki müessese arasında en temel fark budur.
Bugün bizde binaların yıkılmasına neden olan temel eksiklik ahlak öğreten bir müessesenin olmayışıdır. Ahi ahlak ve irfanına mecburuz, muhtacız.
Böyle bir müessese bugün nasıl tesis edilir, bu başka bir bahistir.