CHP’nin makbul ve makbul olmayan kadınları

Deniz Baykal, bir süre önce, telefon dinlemelerinin yaygın olduğu dönemde, “millet şöyle ağız tadıyla iktidara küfredemiyor” demişti.

O usulsüz telefon dinlemelerini kimin yaptığı sonradan ortaya çıktı…

Şimdi gelinen noktada, iktidara telefonda küfretmeyi bırakın, sokaklardaki duvar yazılarında, hatta meclis kürsülerinde bile edep sınırlarını kat be kat aşan küfürler savruluyor.
Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nu kast ederek sarf ettiği korkunç sözler, ar ve hayâ sahibi her insanın nedamet getirmesini, özür dilemesini gerektirirdi. Ancak, Kılıçdaroğlu o sözlerinin ne anlama geldiğini çok iyi bildiği halde bunu yapmadı. Şunu söyledi: “Kadınsa kadın, ne olmuş yani…”

Kılıçdaroğlu’nun bu tavrının ardında sadece AK Parti nefretinin yattığını, küfürbazlık olduğunu söylemek güç… Mesele, küfürbaz, bipli siyaset ve AK Parti nefretinin ötesinde bir şey aslında…

Mesele, CHP’nin tarih boyunca “makbul vatandaş” ve “gayrimakbul vatandaş” ayrımı yapması gibi, kadınları da “makbul ve makbul olmayan kadınlar” diye ikiye ayırmasında yatıyor.

Bilen bilir, Hollywood sinemasında siyahiler ilk olarak sadece hizmetçi rollerinde oynayabiliyordu. Amerikan ırkçılığının, Amerikan sosyolojisinin bir yansımasıydı bu.

Klasik Yeşilçam sinemasında bu durum başörtülü kadınlar için geçerlidir. Dikkatle izleyin, Türk sinemasındaki kadın imgesinin nasıl şekillendiğini görürsünüz. Esas kadın, köylü ise, başında bir başörtüsü taşır, şehre geldiğinde alay konusu olur, başını açıp şehirli ve “modern giyimli” bir kadına dönüştüğünde ise çirkin ördek yavrusunun kuğuya çevirilmesi gibi bir durum yaşar.

Kocası da kadının içinden fışkıran güzelliğe şaşar kalır, film mutlu sonla biter.

Ve tıpkı, Amerikan sinemasındaki siyahilerin yaşadığının kopyası bir kurgu daha vardır. Özellikle dizilerde karşılaşıyoruz o figürle. Başörtüsü, genellikle zengin evlerdeki mutfak çalışanlarının, hizmetçilerin, anneannelerin, babaannelerin, kenar mahallede yaşayan yoksul kadınların ‘kostümü’dür.

Bu son kurguyu, CHP’nin seçim dönemlerinde kullandığı reklam filmlerinde de gördük. O reklam filmlerinde başörtülü kadın figürü, konfeksiyon atölyesinde ve tarlalarda çalışan mevsimlik işçilerden başkası değildi. Doktor, hemşire, avukat, hâkim ve benzeri meslekleri icra edenler veya ofiste çalışan kadınlar içinde bir tek başörtülü yoktu. Gelen tepkilerin ardından, bir sonraki reklam filminde ofis çalışanı bir başörtülüye yer verdiler ancak… Durum budur. CHP’nin çok net bir kadın tanımı var. Bu tanım içinde, başörtülü kadınlar ekonomik olarak, sosyal olarak düşük statüde yer alıyor. Kırsalda ya da gecekondularda yaşayan, hizmet sektöründe çalışan, eğitim seviyesi düşük kadınlar bunlar.

CHP’li anlayış, başörtülü kadınların itibarlı alanlarda temsil edilmesinden, avukatlık, hâkimlik, öğretmenlik, doktorluk gibi itibarlı meslekleri icra etmesinden kurulduğu tarihten bu yana rahatsızlık duydu… Hele hele bir başörtülü kadının milletvekili olması, hele hele bakan olması bu rahatsızlığı daha da katladı.

CHP’nin kadınlar için gördüğü bir modernleşme eşiği var. O eşikten geçebilmek için, başörtüsünün çıkarılması gerekiyor… O başörtüsü çıkarılmazsa, o başörtüsü itibarlı alanlarda temsil edilmeye başlanırsa, bir alerji geliyor bunlara. Tıpkı, geçen haftalarda, Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın İsveç’le hazırlık maçı seremonisine çıkan Suriyeli sığınmacı kızların başörtülü olmasına tepki gösterdikleri gibi, avaz avaz bağırmaya başlıyorlar.

Her fırsatta kadınlara seçme ve seçilme hakkını biz verdik diye böbürlenen bu zihniyet, ne var ki, yıllar boyunca sadece “makbul vatandaş” ayrımı yapmakla kalmamış, aynı zamanda “makbul kadın” ayrımı da yapmıştır. Hala da yapıyor…

Bu, CHP’nin genlerindeki kronik bir hastalık maalesef. Tam tedavi olmuş gibi görünürken, hastalığı yeniden nüksediyor, yeniden baş gösteriyor, yeniden irrite ediyor toplumu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nu ölçüsüzce hedef almasının ardında –birçok nedenin yanı sıra- hiç kuşkusuz bu hastalıklı zihniyet de yer alıyor.

Özür dilemesi beklenirken “kadınsa kadın, ne olmuş yani” diye kendini savunması da bu yüzden… Kadınsa kadın, ne olmuş yani… İşte bu sözler, CHP’nin cinsiyetçi bir ayrımın ötesinde, ‘makbul kadın’ – ‘gayrimakbul kadın’ ayrımı gibi daha mikro bir ayrımcılık yaptığının ispatıdır.

Kılıçdaroğlu’nun gözünü o kadar hırs bürümüş ki, o hırs sadece gözünü değil, dilini, kulağını, aklını da bağlamış. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Duysa, aklı yetmiyor sözlerinin ne kadar ayrımcı, ne kadar ötekileştirici, ne kadar cinsiyetçi ve hepsinden önemlisi ne kadar edepsiz ve ahlaksızca olduğunu.

Kılıçdaroğlu o ahlaksızca sözleri söylerken, grup salonunda bulunan CHP’li kadınlar da o sözleri ayakta alkışladılar. Herkes kendi alanını tahkim etmekle meşgul maalesef… Kürtaj tartışmalarının yaşandığı dönemlerde “benim bedenim, benim kararım” diyen kadınlar, bir süre sonra, Antalya’daki bir plajda muhafazakar, dindar kadınlar, erkeklerden ayrı ve haşemayla denize giriyor diye eylem yaptılar…

Benim bedenim, benim kararım çıkışı da denize düştü tabii… Söz konusu dindar kadınların bedeni olunca, benim bedenim benim kararım” anlayışı gidiyor, o senin bedenin değil, Cumhuriyete armağan etmen gereken, kamu malı demeye başlıyorlar adeta…

Allah bu anlayışı ıslah etsin.