Cemal Kaşıkçı… Zalim bir dünyada cesur bir kalem

Basın yayın organlarında Suudi Arabistan vatandaşı ünlü gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın akıbetine dair yer alanlar bize diğer kalem erbabının başına gelen benzer acı olayları hatırlattı. Üstad İbrahim Karagül’ün de son makalesinde ifade ettiği gibi MOSSAD gibi dünya çapındaki teşkilatlar eliyle işlenen benzer cinayetler var. Zaten Ortadoğu coğrafyası bu tür suikastları rahatlıkla işleyecek kapasitede rejimler ve örgütlerle dolu.
Cemal Kaşıkçı nasıl biriydi? İslamcı değildi, liberal de sayılmazdı. Herhangi bir siyasi kimliği taşıdığı söylenemezdi. Bir cemaat mensubu olarak da görülemezdi. Onun için “vatansever bir adam” demek mümkündü. Ülkesine âşık bir adam olarak yapılan yanlışları eleştiriyordu. Bu eleştirileri yapan bir adam olarak fazla bilinir olması, sesinin dünya kamuoyunda duyuluyor olması Suud yönetimi nezdinde onu tehlikeli birisi yapmıştı. Washington Post gibi dünyaca meşhur bir gazetede yazıyordu.
Aslında ülkeyi yönetenlere çok yakın bir isimdi. En azından Muhammed bin Selman veliaht olana dek öyle olduğu herkesin malumu. Onu kamuoyunda bilinir, sözüne dikkat edilir kılan, kalemi ve eleştiri gücünün yanı sıra kurduğu ilişkiler ağıydı. Yazdıklarına bakıldığında ülkesine karşı girişilen her teşebbüse cesaretle tepki verdiği görülüyordu. Cesur bir kalem olarak pek çok insanı etkilediği su götürmez bir gerçekti.
Gözümüzün önünde cereyan eden şey, kuşaklar boyu bilinen o hikâyenin devamı. Cesur kalem sahibi gerçeklerden taviz vermez ve sonunda zalim yönetim tarafından suikasta uğrar. Adı baskıya boyun eğmeyen o direnişçilerin, şehitlerin listesine yazılarak ölümsüzleşir.
Kaşıkçı, ailesinden, sevdiklerinden uzakta tek başına yaşamaya razı oldu. Kalemine, vicdanına, kendi onuruna ihanet etmektense ülkesinden uzaklaşmayı, sürgün hayatını tercih etti. Özgürlüğünden taviz vermedi. Bu cesur tavrıyla dünya medyasının, kanaat önderlerinin, sıradan insanların, herkesin takdirini kazandı.
Baskıya dayalı rejimler özgür kalem sahiplerinden hazzetmezler. Onları kendi bekaları açısından belki silah taşıyan kimselerden daha tehlikeli görürler. Bu hikâyenin sonu yoktur. Nitekim Suriye devriminin içinde yer alanlar, Esed rejimi tarafından eli kalem tutanların başına ne tür musibetlerin getirildiğini çok iyi bilirler. Eli silah tutanlara yapılan işkencenin mislini yapmışlardır bu insanlara. Çünkü eli silah tutan kişi, muhatabına karşılık verme imkânı sunar. Kamuoyu açısından olumsuz bir görüntü verir. Oysa eli kalem tutanın sadece özgür düşüncesi vardır. Özgür düşüncesi yüzünden zulme uğrayan insanlar bir anlamda rejimin kirli yüzünü de deşifre eder.
Düşmanlarımız özgür kalemin nasıl bir güce sahip olduğunu, neleri deşifre ettiğini çok iyi biliyorlar. Oysa biz kelimelerin gücüne sığınmayı, kalemin gerçek silah olduğunu gereği gibi anlamış değiliz. Nitekim Allahu Teâla bile yüce kitabında kaleme yemin etmiştir. Kur’anı Azimüşşan’daki surelerden birinin adı Kalem suresidir. Peki, niçin? Kalemin gücünü iyice anlayalım diye.
İslam davetinin başladığı günden itibaren kelimelerin savaşı da başlamıştır. Uydurma hadislerle Hz. Peygamber (sav) hedef alınmış, İsrailiyat ile İslam tarihi yalan yanlış rivayetlerle sabote edilmek istenmiştir. İslam âlimleri ve düşünürleri ya türlü karalama kampanyalarına kurban edilmiş ya da unutulmaya terk edilerek hayatımızdan silinmeye çalışılmıştır.
Hilafetin kaldırılmasında rol oynayan ırkçılık batağına saplanmış kalemleri unutmuyoruz. 60’lı yıllarda Arap ve İslam dünyasını kasıp kavuran dinsizlik akımı da kalem sahipleri tarafından gündeme getirildi. Kendi coğrafyasında İslamı, Müslümanları karalama kampanyasına gönüllü yazılanları da es geçmiyoruz.
Hiçbir Arap evladı direnişe destek veren kaleminden korkulduğu için MOSSAD tarafından suikasta uğrayan Filistinli edebiyatçı Gassan Kenefani’yi unutmuyor. Filistin direnişinin sembolü Hanzala karakterine can veren Naci el Ali’yi de unutmuyoruz. Kaleminden başka silahı olmayan Seyyid Kutub’u, Hasan el Benna’yı ve diğer fikir adamlarını da.
Amerikalı politikacı Cordell Hull der ki: “Bir halkı ortadan kaldırmak istiyorsanız önce onların tarih algısını yok edin. Sonra dilini ve kültürünü tahrip edin ki başka bir dil ve kültürü benimsemeye açık hale gelsinler. Sonra onlar için yeni bir tarih algısı icat edin. Böylece kim olduklarını ve gerçek kahramanlarını unutmuş olurlar.”
Kelimelerin en güçlü, en tehlikeli silah olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. İnsanların düşüncelerine ancak kelimeler yoluyla sızabilir, iyiye ve doğruya ancak kelimeler yoluyla ikna edebiliriz. Kelimeleri kullanarak insanlarımızı başkalarına dönüştürenlere, yine kelimeler yoluyla karşılık verebilir ve insanlarımızı geri kazanabiliriz. Çocuklarımızı, yeni kuşakları kelimeler yoluyla tarihine, kültürüne, gerçek kimliğine kazandırabiliriz.
Düşünen ve eli kalem tutanlara hak ettiği değeri verelim. Elimizden geldiğince onları destekleyelim. Kötüye karşı süren savaşımızda bizim en güçlü askerlerimiz onlar çünkü.
Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde Kaşıkçı muamması henüz çözülmüş değildi. Akıbetine dair resmi bir açıklama henüz yapılmamıştı. Konu hakkında halen pek çok analiz ve yorum yapılmaya devam ediliyor. Onur sahibi herkes Kaşıkçı hakkındaki olumsuz haberlerin yalan çıkmasını ve onun sağ salim aramıza dönmesini temenni ediyor. Kaşıkçı’nın kişisel menfaatlerini bir kenara bırakıp sürgünde yaşamayı tercih etmesinden alınacak dersler var. Özgür düşünmek! Özgür konuşmak! Zulme, baskıya ve yanlışa karşı sesini yükseltmek!