Her yıl yaz tatilini Türkiye’de geçiren Hollandalı yazar bir arkadaşımla Türkiye’ye her gelişinde buluşurum. Her gelişinde bu Müslüman ülkede fark ettiği değişim ve gelişimden dolayı mutluluğunu gözlerinden okuyabilirim. Farkettiği değişiklikleri bana anlatır, sosyal medyada paylaşırdı.
Birkaç gün önce, bu son gelişiyle ilgili Türkiye’nin gelişiminin önümüzdeki 10 yıl içerisinde bu hızla devam etmesi durumunda ekonomik ve hizmet alanlarında Hollanda’yla rekabet edecek seviyelere ulaşacağını hatta geçeceğini yazdı. Söz konusu dönemde Türk vatandaşlarının yüzünden okunan neşe ve mutluluğun katlanacağını, Hollanda vatandaşlarının ise yüzlerini umutsuzluk kaplayacağını belirtti. Bu konuyla ilgili yazar Muhammed Esed’in “Mekke’ye Giden Yol” adlı kitabında Avusturya treniyle yaptığı seyahat esnasında gördüğü tabloyu anlatıyor.
Herkes biliyor ki büyük güçler, nüfus çoğunluğu Müslümanlardan oluşan, güçlü bir tarihe sahip, doğu ve Afrika ülkeleriyle başarılı ilişkileri olan bir ülkenin öne çıkmasını istemiyorlar.
Yüz yıl önce işgal devletleri Arap, İslam, Asya ve Afrika ülkelerinde kanlı askeri darbeler sonucunda kendi adamlarını koyarak söz konusu ülkeleri kontrol altına aldılar. Başa yerleştirdikleri vesayetçi liderler sayesinde söz konusu ülkelerin kaynaklarına el koydular. Liderlerin aç, yoksul, cahil ve en büyük derdi ekmeğini kazanmak olan, ülkelerinin denetimsiz ve hesapsız şekilde sömürülen kaynaklarını düşünmeye vakti olmayan, hatta haklarını geri alabilmeleri adına liderlerini değiştirme fikrinin akıllarından dahi geçmeyen bir halkı oluşturma karşılığında liderlere sahip çıktılar.
Zillet, açlık, yolsuzluk ve hak ihlallerine karşı sessiz kalamayan gençlerin meydanlara çıkmasıyla Arap baharı meydana geldi. Buna karşılık Batı ülkeleri ve ‘vefalı’ Arap liderlerin desteğiyle hak ve özgürlükleri isteyen gençlerin ayaklanmalarını bastırabildiler.
Ancak Türkiye’nin yoksulluk ve cehalete karşı devrimi bambaşkaydı. Yaklaşık 15 yıl süren devrimi söz konusu ülkeler iki ayrı yöntemle bastırmayı denedi. Birincisi 2013 yılında gerçekleştirilen ve dünya medyası tarafından destek gören, tam anlamıyla halk ayaklanması olarak gösterilmeye çalışılan Gezi olayları. İkincisi ise 2016 yılında gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Söz konusu darbe girişimine farklı yönlerden destek sağlanmasına rağmen ilahi destekle her iki müdahale de başarısızlıkla sonuçlandı ve bütün dünya dehşete düştü.
O ülkeler yılmadı elbet. En son Türkiye’nin güneyinde yer alan terör örgütlerini destekleyerek Türkiye’ye diz çöktürmeye çalıştıklarına hepimiz şahidiz.
İlahi iradedir bu. Bugün Türkiye Adalet ve Kalkınma Partisi’nin liderliğiyle gerçekleşen millet, medeniyet ve ekonomik sıçrama Batılı işgal güçlerini dehşete düşürdü. Bu durum onların menfaatlerine tehlike arz etmeye başladı. Kurtulduklarını sandıkları ancak yeniden dirilen ve kalkınan bu ülkenin her köşesindeki demokratik seçim atmosferi ve kampanyaları, onlara bu ülkenin yüzyıl önce onları ne kadar çok yıprattığını hatırlattı.
İşte tüm bu gerekçelerden dolayı bu seçim dünya tarafından günü gününe takip edilen amansız bir mücadeledir. Ancak bu yalnız Türkiye’nin mücadelesi değil. Bu amansız mücadele, az sürede güçlü Türkiye’yi inşa eden adamın ve hükümetinin zaferiyle sonuçlanırsa dünyanın her tarafındaki mazlumların ümitleri de artacaktır.
Bu amansız mücadeleyi Erdoğan ve hükümeti kazanırsa Türkiye öyle bir model ülke olacak ki dünyadaki bütün Müslüman gençler kendi ülkeleri için Türkiye devletini örnek alacaklardır.
Güçlü, zengin ve çağdaş Müslümanlar popüler olacak. Hatta batının ürettiği ve pazarladığı Daeş, El Kaide örgütü vb. çeşitli araçlar yoluyla Müslümanların terörist oldukları hakkında dünyanın her tarafında şekillendirdiği yanlış algılar bu zaferle değişebilecektir.
Bu zaferle birlikte yüzyıldan fazla süredir işgal güçleri ve adamları tarafından elimizden alınan gelişmiş, temiz, nezih ve medeni şehirler dizisi Arap ve Müslüman ülkelerine iade edilebilecektir.
Batı ülkeleriyle birlikte halkını ve devletini sömüren Arap rejimlerinin adamları açığa vurulacak ve kurdukları oyunlar bozulacaktır.
Samimice çalışan, şeffaf politikaya sahip olan, gelişmekte olan ülkelere göz dikmeyen hükümetlerde de er ya da geç demokrasinin kazanacağını gösterecektir.
Bu zafer Kudüs’ün zaferi olacak ve Müslüman şehir olarak kalması için hala ümidin olduğunu gösterecektir. Çünkü Kudüs’ün kutsallığını savunan ve Kudüs adına korkanlar var.
Ölümden kaçan ve vatanlarından olan mazlumların vatanı olmaya devam edecektir.
Bu zaferle insanlığın unuttuğu zamanlarda bile Somali, Arakan ve birçok mazlum halka yardım elini uzatan ve yaralara merhem olan Türkiye onları yine yalnız bırakmamaya devam edecektir.
Bununla birlikte zaferden sonra Türklerin mutluluğunun rehavete dönüşmesinin tehlike arz ettiğini belirtmek isterim. Çünkü eminim ki Türkiye aleyhine kurulan senaryo, oyun ve planlar devam edecek. Hatta hayır ve şerrin, zalim ve mazlumun, özgür ve işgalcinin asıl savaşı o zaman başlayacak.
Eminiz ki güzel günler geliyor. Yakında ümmetimiz zafer kutlamalarını yapacak. Bu mutluluk ümmet düşmanlarının yaşattığı onca hüzün ve trajedileri bizlere unutturacaktır.