Bu aralar kimi okuyorsun?

Benim ve arkadaşlarımın hiç yaşlanmayan sorularından biri de “bu aralar kimi okuyorsun?” sorusu oldu. Otobüsle bir semtten bir başka semte giderken, kaldırımda yürürken, bir mekânda toplaşmış sohbet ederken ya da telefonda konuşurken, birden bu soru da cümlelerimizin arasına dâhil oldu. Kitaplarla içli dışlı büyüdüğümüz için, içimizden kimse soruyu yadırgamadı. Şu aralar neler okuduğumuzu merak etmek, okumayı bırakmadığımızın en sağlam işaretlerinden biriydi. Trafik nasıl akıp duruyorsa, ezanlar nasıl beş vakit okunuyorsa, çaylar nasıl içiliyorsa okunuyordu da. Hele ben bu soruyu, iyi kitap seçmekte mahir bazı arkadaşlarıma yöneltmeyi özellikle ihmal etmedim. Günlerin hayhuyu içinde kaçırdığım bir kitap mutlaka onlardan birinin radarına yakalanmış olur, ben de bu sayede kütüphaneme bir “baba kitap” daha dâhil ederim. Biraz ileri gideyim: Okuduğum sağlam metinlerin, tanıyıp sevdiğim yazarların çoğunu arkadaşlarıma borçluyum. Bu yüzden mütevazı kütüphanem biraz da tavsiyelerin vitrini gibidir. Ve elbette bu ortak okumaların ortak bir zihin dünyası inşa ettiğimizi, ortak bir estetiğe sahip olduğumuzu gösteren bir yanı da var. Sonunda hep birlikte bazı kitapları göklere çıkarıyor bazı kitapları da göz ucuyla bakıp olduğu yerde bırakıyoruz…

Her yıl on binlerce kitap yayınlanıyor. İnsan, istese bile bunlardan çok azını alıp okuyabilir. Gelin kabaca bir hesap yapalım: Yirmi yaşınızdan yetmiş yaşınıza kadar her hafta düzenli bir kitap alıp okuduğunuzu düşünün. Elli yıl içerisinde okuyacağınız kitap sayısı 2500’ü geçmez. Çok okuduğunuzu, bütün ömrünüzü sayfalar arasında geçirdiğinizi sanırsınız ama rakam 2500 civarındadır ve bu sayıyla mütevazı bir kütüphanenin yarısını ancak doldurabilirsiniz. Rakamlar üzerinde fazla yorulmayalım. Asıl önemli soru şu: Ömrümüz boyunca okuduğumuz şuncacık kitabı milyonlarcası içerisinden nasıl seçiyoruz? Yayıncılık büyük bir sektör haline geldi ve artık pek çok yayın farklı reklam yöntemleriyle albenili bir tarzda “piyasa”ya sürülüyor. Bu reklamlar iyi bir okurun kitaba ulaşması, onu seçmesi için sağlam bir yol değil. İdeolojik tercihler de halen yönlendirici olmaya devam ediyor ama bu tür tercihlerin estetikten çok mesajı ön plana çıkardığını biliyoruz. İdeolojilerin iyi kitap dertleri yok; onların amacı insanları kendi doğrularının etrafında tutmak. Bu türden okumaların bedelini siyasal-kültürel aktörlerin sığlıklarıyla da bir şekilde ödüyoruz. Yani kötü okur sadece kendisini değil, uhdesindeki alanı da cehaletinin incileriyle süslüyor…

Son zamanlarda kitap kapaklarının üzerinde bol sıfırlı bazı rakamlara rastlıyoruz. İlk 20 bin, ilk 50 bin, ya da ilk yüz bin gibi. Bu ifadelerde, iri rakamların katlanarak devam etmesini uman bir gizli bir teşvik çabası var. Sayemizde her birinin ikinci hatta üçüncü baskısının yapılacağı ima ediliyor. Bunlar gerçekten de büyük rakamlar; insan bazen bütün bu kitapları kim alıyor ve kim okuyor diye merak etmiyor değil. Ama sonuçta alınıyor ve okunuyor. Yayıncılık sektörü okuru kitleleştirerek, büyük bir tüketici yığınına dönüştürerek geleceğini kurtarma derdinde. Bir vakitler yazarlığa iyi bir başlangıç yapmış bazı kalemler bile rakamların efsunundan, okur rağbetinden kendilerini alamadı. Bir yazarın yüksek sayıda okur tarafından okunmasının bir bedeli var kuşkusuz; sözü sığlaştırmak, arabeskin sınırlarında dolaşmak, alımlanması kolay kahramanlar inşa etmek ve kurguyu zekâdan çok meraka yaslamak zorunda. Bunu yaptıklarında da birbirlerine “iyi kitap”lar öneren okurların çetelesinden çıkıp, magazinin sahasına demir atmış oluyorlar. Bir yazar için az sayıda sıkı okura mı yoksa kitlelere ulaşmak mı daha önemli? Ne tuhaf, kitle yazarı bile her fırsatta ilkinin daha kıymetli olduğunu söylüyor. Ona göre yazdığı eser çok katmanlı ve kitle metnin yüzeyinde dolaşırken, has okur incilerin sakladığı derinlere iniyor. Hadi kolay gelsin!

Tekrarın ne zararı var! Hayat çok kısa ve okuyacağımız kitapların sayısı da sınırlı. Milyonlarca roman içerisinden çok azını; yüz binlerce hikâye, şiir, deneme kitabı içerisinden cüzi bir miktarını; kütüphaneler dolusu düşünce metninden yetişebildiğimiz kadarını alıp okuyabiliriz ancak. İnsan sadece kitaplar söz konusu olduğunda değil, hayatın farklı alanlarında da sürekli tercihte bulunan, tercihte bulunmak zorunda olan bir varlık. Şu ya da bu tercihte bulunmak zorundayız. Bütün bu tercihler, bizim tercih kalitemizin fotoğrafını ortaya çıkarır. Tercih kalitesi şahsiyetimizin hem önemli bir parçası hem de göstergesidir. Çevremiz, bir işi yürütme biçimimiz, izlediğimiz filmler, kurduğumuz cümleler hep bir tercihin ürünüdürler ve daima tercih kalitemizi resmederler. Şuncacık dünya tecrübem gösterdi ki iyi kitap tercih edenler hayatın başka bölgelerinde de iyi olanı tercih ettiler. Bu tercih kalitesi onları her türden sığlaşmaya karşı korudu ve kolladı. Hülasa kitabın iyisine düşkünlük sadece entelektüel bir seçicilik değil, inşa edilmiş bir yaşam estetiğidir. Böyle değilse, iyi okurluk da olsa olsa bir hava atma yöntemidir…