Çocuklukta aramızda çikolata, şeker bölüşüyorduk. Daha sonra daha fazlasını bölüşmeyi öğrendik.
Zaman çok hızlı geçiyordu, altı cumhuriyetten ve iki özerk bölgeden ibaret olarak yaşadığımız federal ülke anayasadaki hakları kullanarak, referandum sonucunda bölünüyordu. Her doğum, her yeni bir vücut oluşması gibi sancılıydı. Slovenya’da beş günlük bir ‘savaş!’ Hırvatistan’da bir yıllık…
Dubrovnik yıkımına, Osjek ve Vukovar katliamına dek ağladık… Sonra Bosna Hersek yeniden doğdu. Ban Kulin, Kral Tvrtko döneminden bağımsız, sonra bölgedeki diğer ülkeler gibi Osmanlı hâkimiyeti, daha sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nca ilhak, akabinde de Sırp Hırvat Sloven Krallığı’ndan Yugoslavya Krallığı içerisine dâhil olma. Son olarak da Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin altı Sosyalist Cumhuriyetinden biri. Farklı farklı bayraklar altında farklı şekillerde yaşanan bir mâzi…
Savaşı beklemiyorduk, ‘olsa bile bu sefer kendi bayrağımız, kendi değerlerimiz uğruna ölmeye hazırız’ diyorduk. Zalim olmamak kaydıyla toprağımızı, ülkemizi, sınırlarımızı korumak istiyorduk. Tabii ki bizi biz yapan değerlerimizle.
Bogomil ecdadımızın gururu, izzeti, Osmanlı’nın şereflendirdiği din ve hoşgörü, Avusturya-Macaristan’ın getirdiği Avrupa değerleri(!), Yugoslavya’nın mirası olan eğitimle, dönem ve kültür farklılıklarıyla yoğurulduk.
Bu topraklarda, bu güzergâhta yaşamak hiç de kolay değildi ve hâlâ da öyle. Yaşamak kolay olabilir, ancak kimliğini, inancını, değerlerini muhafaza ederek yaşamak güç. Küçük olsak da tarih boyunca dünya medeniyetine katkıda bulunduğumuzu göstererek ve bu katkımızı günden güne devam ettirerek yaşamak daha zor.
Bosna Hersek’te yaşayan kurucu unsur Müslüman Boşnakların yanı sıra, Sırp Ortodoks, Hırvat Katolikler ile Osmanlı döneminde bize sığınan, ülkemizin azınlığı olan Yahudiler, Roman ve diğer azınlıklarla birlikte Osmanlı’nın mirası hoşgörü içinde kendi ülkemizi ayağa kaldırmak zorundaydık.
Fakat ülkemizin kurucu etnik gruplarından Ortodoks Sırpların büyük bir kısmı Bosna Hersek’in bağımsızlığını istememişti. Savaş istiyorlardı. Avrupa’nın 4. Askeri ekipmanıyla, Yugoslavya döneminde bizim vergimizden satın alınan silahlarla Bosna Hersek’in şehirlerinin etrafı çevrildi. O silahlarla öldürülüyorduk. Yine de, ‘biz doğru yolda mücadele ediyor, kendi haklarımızı savunuyoruz’ diye pes etmemiştik.
Gitmek istemedik. Savaştan önce aramızda (Boşnaklar arasında bile) en yüksek savaş naraları çeken, en militan konuşanlar savaş başladığında kaybolup gittiler. Kimi Avrupa ülkelerine, kimi Doğu’ya, kimi ABD’ye… Ama halk olarak biz kaldık. ‘Ülkemiz davamızdır’ dedik. Toprağından kesilmiş, dalları bir türlü yeşermeyecek köksüz bir kütük olarak yaşamak neye yarardı?
Dünya sultanının sarayında dolap olsak da, değmez. Nitekim her nereye gidersek, nerede olursak olalım, bir süs eşyası ötesine geçemeyiz. Yedek bir vatanımız, yedek bir ülkemiz yok. Yedek bir hayatımız olmadığı gibi…
Her gün şehadet şerbetini içenler aramızdan ayrılıyordu. Sivil halk, kadın, çoluk, çocuk… Eski mahalle mezarlıklarla doluyordu, işgal altındaki bölgelerde katliam veya soykırım sonucunda öldürülenler toplu mezarlara atılıyordu. Merasimsiz, törensiz ve vahşice…
Ve Dayton ‘Barış’
Anlaşması
Bosna Hersek Cumhuriyeti artık Bosna Hersek Devleti olarak tanımlandı. İçinde Boşnak ve Hırvat çoğunluğu yaşayan Bosna Hersek Federasyonu, bir de Sırp Cumhuriyetiyle iki entisiteden ibaret. Her birinin meclisi, hükümeti, başkanları olacak. Devletin başında da üçlü başkanlık ve Bakanlar Kurulu.
Federasyonda da on tane kanton; meclisleriyle, hükümetleriyle, başkanlarıyla, başbakanlarıyla, sekreterleriyle, danışmanlarıyla, makam arabalarıyla, lojmanlarıyla ve tabi ki milli denkliğiyle. Rahmetli Aliya milletin savaş öncesi evlerine dönebilmeleri için aralıksız mücadele etti.
Şehadet şerbetini içenler, Bosna Hersek Ordu Mensupları, bölünmez bir ülke için, vatanları için can verdiler. Yalan söylemek kötü, hele de bu kefensiz yatanlara… İhanet bu. Vatana ihanet etmek kadar ağır bir şey…
Yıllar geçti, fakat baba toprağına dönenler az. Kimi yurtdışında, kimi burada… Büyükşehirler lunapark gibi. Dönenler yaşlılar ve emeklilerden ibaret. Gençlere babasının, amcaoğlunun katilleri iş vermeyeceği için nasıl yaşasın, geçimini nasıl sağlasın?
Yıllar geçiyor. Son birkaç yıldır yüzde 17’yi oluşturan Hırvatların bir kısmı da ayrı bir entisite talebinde… Ama yarısını istiyorlar Bosna’nın…
Biz Boşnaklar Apartheid istemiyoruz. Ecdadımızın mezarları Bosna Hersek’in her adımında. Camilerimizin izleri, yıkık da olsa mezar taşları orada duruyor… Onları terk etmek mi? Bu ihaneti asla! Bir de Kitabımız, Peygamberimiz, merhametli olmamızı emrediyor.
Zaman geçtikçe biz Boşnaklar arasında, parti ve taraftar sayısı da artıyor. Bölünüyoruz. Vatanı bölmek istemediğimiz gibi bölünmüş olanı da kabul etmek istemiyoruz. Etnik temizliğin sonuçlarını tanımak, takdir etmek istemiyoruz. Biz şu anda sadece kendi aramızda, büyük bir hızla bölünüyoruz.
Hücrenin aşırı bölünmesine kanser mi denir ne?
İlacı ne bunun?