Akşamları çocuklarımla oynarken ya da onlara Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ve sahabelerin hikayelerini anlatırken, birkaç yıl sonra cennete yolcu edeceğim bir şehitle beraber oturduğum hiçbir zaman aklımın ucuna dahi gelmedi. Filistin kahramanları hakkında yazdığım ilk hikayelerimin, hatta kahramanlarımdan birinin adını verdiğim oğlumun da o kahramandan etkileneceğini hiç düşünmedim.
Suriye Devrimi’nin başlamasıyla birlikte oğlumla birlikte benim de imanımızla sınanacağımız hiç aklıma gelmedi. Halbuki sadece Filistin topraklarında olduğunu hayal ettiğimiz cihad kendi ülkemizde de bir gerçeğe dönüşebilirdi.
Önceleri Filistinli kadınları kıskanırdım. Çünkü onların kıyamet gününde çok sayıda şefaatçileri olacaktı. Ama aynı zamanda onlara acıyordum, çünkü ayrılığın acısı o kadar zor ve derindi ki…
Şehidim zekasıyla çok farklıydı, derslerinde başarılı ve şiir yazma yeteneği vardı. Pazartesi ve Perşembeleri kolaylıkla oruç tutardı. Namazını hiç aksatmazdı. Üniversite eğitimine çok sevdiği bilgisayar mühendisliğiyle başladı. Çevresi tarafından çok sevilirdi, çünkü naif biriydi. Herkes onun parlak bir geleceğinin olacağını tahmin ediyordu. Ben de onun önemli bir insan olacağını hayal ederdim. Arkadaşlarıyla gittiği o gün de vedalaşırken onu uzunca içime çektim. Ona kendine ve arkadaşlarına dikkat etmesini ve sebat etmesini söyledim. O da, ondan razı olmamı, güçlü ve metanetli olmamı, ağlamamamı söyledi.
Cihattayken uzun uzun konuşurduk. Onun mutluluğundan ben de mutlu olurdum. Cihatla ilgili muazzam bir prensibi vardı. O prensiple her türlü açlığa, yorgunluğa, soğuğa karşı dayanabiliyordu. Hiçbirimiz geri dönmesini aklımızdan dahi geçirmiyorduk.
Şehadet haberini aldığımda kadere isyan etmekten çok korktuğumu hatırlıyorum. Bunun için direkt secdeye kapanarak sadece Allah’a şükrettim. Bana sabır ve sebat vermesini, kaderime razı olmamı nasib etmesini istedim.
Kolay değildi tabi. Halen onun adı geçtiğinde gözyaşlarına boğuluyorum. Aklıma her geldiğinde yorulana kadar ağlıyorum ama onun vasiyetini yerine getirmem gerekiyordu. Sebat etmem ve güçlü olmam lazımdı, kaderime razı olmalıydım, hatta mutlu olmalıydım.
Sonunda kararımı verdim. Onun şehit olduğu ilk ve ikinci yılda fotoğraflarına çok bakar, videolarını sık sık izlerdim. Hatta aşırı üzüntüden hasta olurdum. Aklıma evlatlarından birini kaybettikten sonra üzüntüden hasta olup vefat eden babaannem geldi. O andan sonra bir daha onunla ilgili hiçbir şeye bakmamaya karar verdim. Çünkü onun vasiyetini yerine getirmem gerekiyordu. Sebat etmeli, sözümü tutarak güçlü bir kadın olmalıydım.
Hasretim ve özlemim iyice kabardığı zamanlarda, onun arkadaşlarıyla cennette oynadığını hayal ederek kendimi teskin etmeye alıştım. Hatta çocuğunu yurtdışına eğitim ve iş için gönderen arkadaşlarımı, tanıdıklarımı ve ülkemizdeki sayısız ebeveynleri düşünürüm. Onlar da benim gibi evlat hasreti çekiyor. Ama onlardan farkım ben oğlumun mutlu olduğundan eminim, halbuki onlar çocuklarının ne derece mutlu olduğunu bilemiyor.
Kimseye yük olmayı istemediğim için Allah’ın rızası yolunda cennete girmeme sebep olacak hizmetlerle vaktimi harcamaya karar verdim. Cennetin kapısını bana açacak, beni orada bekleyen birisi olsa dahi… Bu tür işlerle meşgul olmam hasret ve ayrılık sızımı biraz teskin edebildi.
Aynı zamanda kendime bu dünyanın fani ve kısa olduğunu, zamanın su gibi hızlıca akıp geçtiğini, insan ömrünün kısa sürdüğünü, birçok insan öldükten sonra cennete veya cehenneme gideceği konusunda bilgisinin olmadığını, onların benim gibi şefaatçisinin olmadığını kendime hatırlatıyorum.
Dolayısıyla Bir Şehit Annesi Olmak Demek;
Anne olarak çocuklarımla ilgili görevimin ikiye ayrıldığını düşünüyorum. Birincisi onların bu dünyada başarılı bir insan olarak yaşamalarını sağlamak, ikincisi onlarla beraber hayırlı bir ölümümle cennete nail olmak. Ancak hayatım sonlanmadan önce bunları göreceğimi tahmin etmedim.
Bir şehidin annesi olmak demek; anne olarak görevini en iyi ve en güzel şekilde yerine getirdin demektir. Çünkü sen evladının sadece buradaki fani hayatını değil, öbür dünyadaki baki hayatını da garantilemiş oldun. İşte ötelerdeki o hayatı her insan kendisi ve evlatları için istiyor, ama ona ancak şehitler varabiliyor.
Sadece şehidin geleceğini garanti altına almadın. Hem kendi geleceğini hem onun kardeşlerinin geleceğini garanti altına aldın. Çünkü şehit kıyamet gününde akrabalarından 70 kişiye şefaatçi olacaktır.
Şehit annesi olmak evladını en iyi, en doğru şekilde yetiştirdin demektir. Ona öğrettiklerinin boşa gitmemesi demektir. Allah’ın sevmesi ve cennetine alması demektir. Çünkü Cennet ancak salih kullara mahsustur.
Oğlunun, Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’in, Ashâb-ı Kirâmın komşusu olduğunu bilmek demektir şehit annesi olmak. İşte bu, dünyanın bütün makamlarına bedeldir.
Bizler şehit anneleri olarak dünyada herkesin ömrünün belirlenmiş olduğunu ve değişmesinin söz konusu olmadığını bilmeliyiz. Yani bizim, çocuklarımızın ve çevremizdeki herkesin ömrü belirlenmiştir. Ne kadar uğraşsak da, onları korumaya çalışsak da, onların ömrünü bir saat dahi uzatamayız. Çocuklarımıza şehitlik yazılmamış olsa dahi yine vaktinde ve saatinde ruhlarını teslim edeceklerdi. Ama şehit olarak ölen ile trafik kazası veya hastalık sonucunda ölen arasında dağlar kadar fark var.
Kendimi teselli etmek için, ayrılığın acısına dayanabilmek için hep bunları düşünürüm. Sabırsızlıkla beklediğim buluşma anımız aklıma gelince kendime gelir ve mutlu olurum.
Türkiye ve Suriye halkı gibi oynanan oyunları fark eden Müslüman ülkelere saldıran azgın düşmanlar çoğaldıkça sayısı artan şehit anneleri ve eşlerine rehber olabilmesi için bu yazıyı yazdım.
Ey şehit anneleri, sebat edin. Sizlere ve evlatlarınıza nasip olan bu mertebeye sevinin. Kıyamet gününde sevdiklerinizin yanında Cemalullah’ın huzurunda durduğunuzu hayal edin, geride kalan çocuklarınıza bunu müjdeleyin. Onların şu an cennette çok mutlu olduklarını, sizleri sabırsızlıkla beklediklerini sakın aklınızdan çıkarmayın.