Bir saç ağarmasının tarihi

Şilteler, kötü kanepeler ve yer minderleri. Ekranı karınca kaynayan televizyonların karşısında, Levent Kırca’nın ucuz esprilerine atılan kahkahalar. Kimse tam olarak görünmüyor ama sesler muntazam. Sonra İnce İnce Yasemince, gelip görüntüyü de netleştiriyor. Bir adam bir kadını çalıştırıp, didikliyor; kadının morarmış gözlerine bakıp kahkaha atmayı sürdürüyoruz. Kanepeler değiştiriliyor, yolluklar kaldırılmaya başlıyor, küvetten duşakabine geçiyoruz. Duştan çıkınca bir de bakıyoruz ki Mükremin Abi de gelmiş; Türkiye olmuş “Bir Demet Tiyatro.” Kahkahalar arasında krediyle ev alıyoruz, babamızın yükü biraz artıyor. Olsun, birazdan “Avrupa Yakası”na geçeceğiz nasılsa; daireden ofise, kahkahadan incelikli gülüşlere, ev kadınlarından iş kadınlarına. Sonra birden bütün o Kırca’lardan, “itilmiş ile kakılmış”lardan, Mükremin’lerden ve Avrupa Yakalarından sıkılmış bulacağız kendimizi. Leyla ile Mecnun, bir başka Leyla ve bir başka Mecnun olarak çıkacak karşımıza. Yemek masalı salonlarda bu kez hem ince hem de zekice esprilere güleceğiz. Karasal yayından uydu yayınına geçilmiş, siyah renklenmiş, yavaş hızlanmış olacak. Ve birden, hızla muhteşem tarihe döneceğiz, en uzak ve en eski kısmına. Bu kez de oradan başlayacağız bugüne doğru gelmeye…

Sokak çatışmaları, genç ölüleri, Polbirler, Polderler. O karınca kaynayan televizyonların karşısında birden birkaç general başlayacak konuşmaya. Birazdan Leventlere, Mükreminlere, İtilmişlere atacağımız kahkahalar için uygun ve verimli bir çalışma başlattıklarını ilan edecekler; konsey olarak, düşünüp taşınarak, hep birlikte ama emir ve komuta içinde. Sonra emir ve komuta anayasal güvencelerle bir adım geriye çekilip, Malatyalı Turgut Özal’ı bir adım öne çıkaracaklar. Çünkü Berlin’de koca bir duvar yıkılmış, Soğuk Savaşın merkezinde glasnost ve perestroyka başlamış, dünyaya başka bir haller olmuş. Ama kimse Demirel’ini ve Ecevit’ini öyle kolay bir kenara atmaz. Çankaya’da kalp krizi çıkınca, Çoban Süleyman köylülerini yeniden mitinglere çağıracak, Karaoğlan da köykent projesiyle toplumculuğunu hatırlayacak. Oysa halk artık aynı halk değil; “İnce İnce Yasemince”den de onlardan da hemen sıkılacak. Önce Erbakan’a oy verip, ardından “Bir Demet Tiyatro” seyretmeye gidecek. Ve şu istenmeyen adam yüzünden biraz hareketlenecek askeri, siyasi saha. Emir ve komuta arkada, emredilenler önde, 28 Şubat vadisinden geçilecek. Ve sonra AK Parti ve Avrupa Yakası. Birbirlerine nazire yaparcasına halkın karşısına çıkacaklar. Diriliş günü geldiğinde, Avrupa Yakası’nın yerinde yeller esecek…

Murat 124’ler, Murat 131’ler, Kartallar, Tofaşlar, arka camda örme karpuzlar. O her yerinden karıncalar çıkan asfaltsız yollarda tozlar kalkacak. Ama sonra birden “soğuk savaşı bitiren o ince neden” bizi de aşka getirecek. Bütün yollar elden geçirilecek, yurdun dört bir yanında asfaltlama çalışmaları başlayacak. Patikalardan, şoselerden, şimendifer dumanlarından kurtulmaya çalışırken, bir de bakacağız ki cümle otomobil firması ekonomimize katkı sunmak için İzmit’lerimize ve Bursa’larımıza fabrika açıyor. Almanlar, Japonlar, İtalyanlar yerli ortaklarıyla el ele verip, asfalt yollarımız boş kalmasın diye habire otomobil üretecek. İnce İnce Yaseminceler, Bir Demet Tiyatrolarla beraber, eski arabaların arka camlarındaki örme kırmızı karpuzlardan da kurtulacağız nihayet. Yedek parça sanayimiz genişledikçe genişleyecek. Bankacılığımız da öyle; birden iştahı açılmış ve “soğuk savaş sonrası”na saçılmış halkımız için her koşulda ödenecek krediler vermeye başlayacak. Orta sınıf bu sayede bir mühim hayalini daha gerçekleştirecek. Ve elbette topluca, Özal’ın büyük bir gürültüyle açtığı liberal kapıya şükredilecek. Bütün asfaltlar döküldükten ve bütün iyi otomobiller yollara çıktıktan sonra, birden şimendiferi, kara dumanıyla kara bir tarihte unuttuğumuz gelecek aklımıza. Biz Leyla ile Mecnun’u seyrederken, trenlerimiz de bayağı bir hızlanacak…

Telgraflar, manyetolu telefonlar, telsizler, metal jetonlu ankesörler ve ev telefonları. Sürekli gurbete giden bir halkı, basmakalıp mektuplardan kurtaran bu mucizelerin hepsi elbette birden ortaya çıkmadı. Tıpkı Levent Kırca’lar, Kenan Evren’ler, Murat 124’ler gibi onlara da bir yerinden başlamış olduk. Avrupa Yakası’nın Nokialar çağına denk gelmiş bulunması, diziyi yapanlar için elbette büyük bir talihsizlikti. Zaten Nokialar çağı da, Cumhuriyet Mitingleri, Nisan Bildirileri, AK Partiyi kapatma davaları, 367 tartışmaları arasında çarçabuk bitti. Sonra akıllı telefonlar, cemaatlere özel şifreli yazışmalar çağı başladı. O Irak’larda işgaller, o Bosna’larda katliamlar, o Çeçenistan’larda yıkılmış Grozni’ler, o Gazze’ler, o Libya’lar, Mısır’lar, o Suriye’ler derken, bir de baktık ki hepimiz WhatsApp’ta gürül gürül sohbet etmekteyiz. Canı sıkılan, eğer yaşı uygunsa, İtilmiş’le Kakılmış’ı indirip izlemekte, canı sıkılan Levent Kırca’yı, Mükremin Abi’yi, Avrupa Yakasını ya da Leyla ile Mecnun’u. Ama haklarını yemeyelim, Kurtlar Vadisi’nde kimse istifini bozmadı. Bütün bunlar, bir insanın saç ağarma tarihinde olup bitti. 15 Temmuz’da anladık ki saçımızı boşa ağartmışız…