Bir Osmanlı müttefiki olarak Amerika

İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini kazanan Amerika bir devlet hüviyetine kavuştuktan kısa süre sonra –elbette diğer kolonyal ülkelerin tecrübelerinden faydalanarak- aktif bir deniz ticareti için yeni arayışlara girişti. İlk etapta donanma yerine sadece ticaret filoları inşa eden Amerikalılar Akdeniz’de etkinliklerini arttırma peşindeydi. Bu da o sırada Kuzey Afrika’da hâkimiyetini devam ettiren Osmanlı ile zorunlu olarak ilişki kurmaları anlamına geliyordu ki Akdeniz ticareti için stratejik önemi olan Garp Ocakları yani Cezayir, Tunus ve Trablus eyaletleri Türklerin idaresindeydi. Yarı bağımsız hareket eden Garp Ocakları geçimlerini Atlas Okyanusu ve Akdeniz’deki gemilerden ele geçirdikleri ganimetlerle sağlıyordu.  Zaman zaman Osmanlı merkezi idaresi bu eyaletlerin idarecilerine, anlaşmalı ülke gemi ve mürettebatlarına müdahale edilmemesine dair fermanlar gönderse de XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Avrupalılar saldırılardan korunmak için Garp Ocaklarıyla doğrudan anlaşma yapıp yıllık vergi ödeme yolunu seçti.

İlk ticari ilişkiler

Ticaret filolarını yaptıkları savaş gemileri ile korumaya çalışan lakin başlarda çok da başarılı olamayan Amerikalıların Akdeniz’deki ilk siyasi faaliyeti, 1786 yılında Fas ile karşılıklı yaptıkları ticaret anlaşmasıydı (Fas o yıllarda bağımsız bir sultanlıktı). Ardından Cezayir, Tunus ve en son 1796 yılında Trablus ile aynı ticaret anlaşmalarını imzalayan Amerikalılar Akdeniz’de serbestçe ticaret yapabilecek buna karşılık Garp Ocaklarına her yıl vergi verecekti (Cezayir, Tunus ve Trablus ile yapılan anlaşmaların orijinalleri Türkçedir). Amerikalı tüccarların Türk üreticilerle ilk teması resmi makamlardan daha önce olmuş, 1785 yılında İzmir’den Boston’a incir satışı gerçekleşmişti. İki ülke arasında kısa sürede artan ticaret hacminin İngiltere, Fransa ve Almanya’dan sonra dördüncü sıraya yerleşmesi dikkat çekici. 1823 yılına gelindiğinde ise İzmir’de bulunan Amerikan şirket sayısının dörde yükseldiğini görüyoruz. Şunu da unutmamak gerek Amerikalılar Osmanlı topraklarında ticaret ve misyonerliği eş zamanda yürütmüşlerdi.

Osmanlı Donanmasında Amerikalı mühendisler

Osmanlı ile Amerika arasındaki resmi ilişkiler 1820 yılında başladı. Ancak çıkan Yunan İsyanı Reisülküttap Halet Efendi ile ABD diplomatları arasında süren görüşmeleri sekteye uğrattı. Bu süreçte meydana gelen Navarin hadisesi (1827 yılında donanmamız ağır bir darbe almıştı) Osmanlı bürokratlarının aklına, acaba Avrupa dışında bir müttefik bulunabilir mi sorusunu getirmişti (o sırada Amerika’dan silah alımı konusu gündemdeydi). 1830 yılında yeniden başlayan Osmanlı-Amerika ilişkileri aynı tarihte imzalanan Ticaret ve Seyr-i Sefain Anlaşması ile neticelendi. Buna göre Amerikalı tacirlerin Boğazlardan serbestçe Karadeniz’e geçebilmeleri sağlanacak, onlardan diğer ülkelerden alınan vergilerden daha fazlası talep edilmeyecek ve Osmanlı topraklarında ticaret yapan Amerikalı iş adamları her tür ayrıcalık ve muafiyetten istifade edebileceklerdi. Bu anlaşmanın en önemli özelliği konulan gizli maddesinde saklıydı. Osmanlılar Amerikalılardan donanmaları için savaş gemileri inşa etmelerini talep ediyordu. Bu gizli maddenin senato tarafından kabul edilmeyişi Osmanlı tarafında hoşnutsuzluğa neden olsa da Amerika’nın en ünlü gemi mühendislerinden Henry Eckford’un yaptığı bir savaş gemisini Türk tarafına satması morallerin yeniden yükselmesine neden oldu. Sultan II. Mahmut 1831 yılında satın alma anlaşmasını onayalarken yayınladığı iradesinde “Teksir-i süfun-u hümayun sebebi hayriyesiyle Amerika’dan gelmiş olan bir kıt’a cedit ve musanna korvet Devlet-i Aliye’ce satın alındı” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Bu tarihten itibaren Türk tersanelerinde çalışan Amerikalı mühendisler 1834 yılında ilk buharlı gemimiz olan Neveser, 1835 yılında Nusretiye, 1836 yılında ise Eser-i Hayır ve Mesir-i Ferah gemilerini inşa etti. Ayrıca Sultan II. Mahmut için de Tahir-i Bahri adlı bir gemi hazırlandı. 1840 yılında yapılan Kebir-i Cenk adlı büyük bir korvet de donanmaya dâhil edilerek Navarin’de yaşanan facianın izleri silinmeye çalışıldı.

Amerika ile devam eden ilişkilerimiz 1850 yılında Deniz Harp Okulu öğretmenlerinden Emin Bey’in Amerika’ya iyi niyet elçisi olarak gönderilmesi ile farklı bir boyut kazandı. Emin bey Osmanlıyı temsilen önce Beyaz Saray’da ağırlanmış ardından kongreye kabul edilmiş bir de konuşma gerçekleştirmişti. Emin Bey yurda dönerken yanında gemi inşasına dair pek çok kitap, proje ve maketler getirmiş, donanmaya bu seyahati ile ilgili geniş bir rapor sunmuştu. Bu yakın ilişki 1855 yılında Amerikan donanmasına ait David Dixon Porter kumandasındaki bir nakliye gemisinin İstanbul’a gelerek Meksika ve Teksas çöllerinde silah nakliyatında kullanılmak üzere deve talebinde bulunmasıyla devam etti. Bu talep Sadrazam Fuat Paşa tarafından padişaha arz edilmiş, Sultan Abdülmecit de iki damızlık deve hediye ederek bu isteği kabul etmişti. Bu jest karşısında altta kalmak istemeyen Amerikan yönetimi Sultan’a bir çift tüfek hediye ederek şükranlarını iletti. Gönderilen deve sürüsünün idaresi için Osmanlı vatandaşı olan Hacı Ali isimli bir görevli ordudaki vazifesini bırakarak Arizona’ya gelmiş ve burada yaptığı hizmetlerden ötürü kendisi efsane haline gelmişti. Hatta yıllar sonra mezarının başına bir anıt dahi yapılmıştı. (İbrahim Kalın’ın “Ben, Öteki ve Ötesi” adlı güzel eserinde bu merak uyandıran hadiseyle ilgili daha ayrıntılı bilgiler bulunmakta).

Beyaz Sarayda Uşak halısı

Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışını 1862 yılında gönderdiği bir mektupla tebrik eden Başkan Abraham Lincoln iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin devamından yana oldu. Buna mukabil Osmanlı Devleti ilk daimi elçiliğini 1867 yılında Washington’da açtı (daha evvel 1856’da New York’a ve 1858’de Baltimore’a temsilcilikler açılmıştı). Elçimiz eşi bir Amerikalı olan Fransız asıllı Bulak Bey’di (Edward Blacque). Bulak Bey’in görev yaptığı sürede en büyük katkısı Amerikan Hükümetini, Osmanlı Ordusunda kullanılmak üzere çoğu Martini marka altı yüz bin adet tüfeğin satılmasına ikna etmek oldu. Bu tüfekler Plevne’de Rus Ordusuna karşı kullanıldı ve başarılı sonuçlar alındı. Bu durumdan çok memnun olan Sultan Abdülaziz, Bulak Bey’den Beyaz Sarayın kabul salonunun ölçülerini öğrenmesini emretmiş, burası için Uşak’ta bir halı dokutarak göndermişti.

Yıldız Sarayında ilk başkan

1876 yılında Başkanlıktan emekli olan General Grant bir şark gezisi düzenledikten sonra önce İzmir’e ardından İstanbul’a gelmiş ve Sultan II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayında ağırlanan ilk Amerikan Başkanı olmuştu. Sultan sarayda general ve maiyetine güzel bir ziyafet tertiplemiş, kendisine de iki safkan Arap atı hediye etmişti. Bu ziyaret Amerikan gazetelerinde epeyce bir yer buldu, Osmanlı lehine makaleler neşredildi (Plevne’de Osman Paşanın gösterdiği kahramanlık da Amerikan matbuatını meşgul etmiş, paşaya Amerika’dan mektuplar dahi gönderilmişti). Bu yakın ilişkiler neticesinde Amerika 1906 yılında İstanbul’da bulunan resmi makamını büyükelçiliğe çevirdi. Lakin I. Dünya Savaşı iki ülke arasında devam eden dostane ilişkinin son bulmasına neden oldu. Savaştan sonra 27 Eylül 1932’de ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Douglas MacArthur Türkiye’ye gelmiş ve Atatürk ile Dolmabahçe Sarayında bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmenin içeriği ile ilgili ne Amerikan ne de Türk basınında doyurucu bilgiler nedense hiçbir zaman neşredilmedi. II. Dünya Savaşı ve akabinde NATO üyeliği Türk-Amerikan ilişkilerinin daha farklı bir boyutta devam etmesini sağladı ve ilişkilerimiz günümüze kadar inişli çıkışlı bir vaziyette süregeldi. Bugün ise olanlar malum…