Bir hafta öncesine kadar, bir ayı aşkın bir süre Üsküdar meydanında akla gelebilecek her türden doğa sporunu talim ettik. Meydandan geçip metro ve Marmaray istasyonuna ya da iskele ve otobüs durağına ulaşmak, doğa sporlarından herhangi birini yapmadan pek de mümkün değildi. Kâh çamurlu bir arazide batıp çıkarak yürüme egzersizleri yapıyor, kâh dağcılar gibi dar geçitlerden geçiyor, kâh bir engeli atlıyorduk. Üsküdar meydanıyla ilgisi bulunan irili ufaklı her kuruma teşekkürü bir borç biliriz. Doğayı, işlerimizin yoğunluğu nedeniyle şehirden bir türlü ayrılamayan biz kıymetli ilçe ahalisinin ayağına kadar getirme nezaketi gösterdiler. Güzel giyimli, yüksek topuklu hanımlarla, itinalı beyler bu “doğal Üsküdar”a hazırlıksız yakalandıkları için ilk birkaç gün bazı zorluklar yaşamadılar değil. Ama onlar da hemen araziye uyum gösterdiler ve meydandan geçecekleri günlerde botlarını giymeyi ihmal etmediler. Sonunda yolu “doğal Üsküdar meydanı”ndan geçen herkes en az bir ay, bilinçaltımızda taptaze duran insanın tabiattaki toplayıcılık dönemine geri dönmüş oldu. Harika bir tecrübeydi. Yönetimlerin bu türden faaliyetlerini başka yerleşimlere de yaygınlaştıracağını umuyoruz…
Fakat geçen hafta, bir gecede bu “doğal Üsküdar meydanı”na veda ettik. Sabahleyin metroya giderken bir de baktık ki o güzelim kum tepelerimiz dümdüz edilmiş, neredeyse bütün yollarımızı kesen “girilmez” şeritleri kaldırılmış, borular görünmez hale getirilmiş, çamurlu arazinin üstü kapatılmış, derin kanallar açılmış olan cadde pürüzsüz bir asfaltla kaplanmış. Tabiatından koparılmış ve aşırı şehirleştirilmiş meydanı görünce, botlarımız ve arazi değneği olarak kullandığımız şemsiyelerimizle öylece bakakaldık. Tepelikleri, çukurları, kuyuları, patikalarıyla şehrimizin biricik nefeslenme mekânı olan “doğal Üsküdar meydanı” bize hiç sorulmadan, hem de bir gecede medeniyetin elinden geçmişti. Belli ki kepçeler, dozerler, greyderler ve vinçler, işçileri de uykusuz bırakarak bütün gece çalıştırılmış, sabah gün ışırken iş toptan halledilmişti. İlçemizin alamet-i farikası olan bütün bu güzelliklerin ortadan kaldırılmasının, hem de bir gecede ortadan kaldırılmasının sebebini merak etmedik değil. İskeleye doğru yürüyen bir adam, yanındaki şaşkına, bu gün devlet yöneticisinin Üsküdar’a geleceğini, bu yüzden aylardır yapılmayan, yapılamayan işlerin bir gecede hallediverildiğini söylemekteydi…
Bizim güzel Üsküdar’ımız isyan etmeyi bilmez. Bir amcalar, halalar, teyzeler ve “ney bakışlı gençler” semti olarak kaderine her daim rıza göstermiştir. Bunu ispatlamak için çok uzağa gitmeme gerek yok, on beş yıl geriye gitmem yeterli. On beş yıl önce başlayan Marmaray inşaatı günler, haftalar, aylar ve yıllar boyunca devam etti. Ve on beş yıl boyunca Üsküdar meydanına giren bir araç ya da yaya kolay kolay bir daha oradan çıkamadı. Tarihi Üsküdar’ımızın güzide ahalisi metro inşaatları bittiğinde, eski mutlu günlerine geri döneceklerini, medeniyetimizin yeraltında giriştiği bu fütuhatın meyvelerini pek yakında yiyeceklerini düşünerek hep sabretti. Bir gün Marmaray ve metro inşaatları gerçekten de bitti. Bitti ama bu kez de tuhaf istasyon binaları, her yağmurda denize dönen zemini ve hiç düzelmeyen trafiğiyle numunelik bir meydan çıktı ortaya. Sabırlı, uyumlu ve devletine her daim saygılı olan Üsküdar ahalisi, şu iki sorudan hiç birini sormadı. Birincisi, bütün bu çalışmalar günlük hayatı daha az yorarak yapılamaz mıydı? İkincisi, çalışmalar bittiğinde bize başka bir meydan hediye edilemez miydi? Başka semtlerden başka insanlar itiraz etti de nihayet kamu otoritesi hiç değilse şu tuhaf istasyon binalarının tarihi semte yakışmadığını lütfen kabullendi…
“Doğal Üsküdar Meydanı”ndan söz açılmışken, meydanın en önemli misafirlerinden belediye ve halk otobüsleri hakkında birkaç cümle kurmamak olmaz. Haklarını yemeyelim, bu otobüsler kalkma saatleri geldiğinde kalkarmış gibi yaparlar. Gerçekten de tekerleri yarım metre kadar hareket eder ve kıymetli şoförlerimiz biri bir şeyler mırıldansa “işte kalktık ya daha ne istiyorsun” diye kükrer. Sonra her yarım metrede bir birkaç dakika uzun yol molası verirler. Ta ki 30 metre ilerideki trafik ışıkları birkaç kez kırmızı yanıncaya kadar. Bir süredir otobüsü bekleyen Aziz Üsküdarlılar, bir süre de otobüsün içinde beklerler. Karşıda bir kırmızı bir yeşil yanar, bir kırmızı bir yeşil yanar. Yolcu, eğer görebiliyorsa, ön camdan o asude sırat çizgisine bakar durur. Nihayet, otobüsünü yeteri kadar doldurduğuna inanan şoför, birden aşka gelerek gaz pedalına dokunur. On dakikadır varılamayan trafik ışıklarına on saniyede varıverir. Muhtemelen tam o saatte otobüs işletmelerini yöneten yetkili, şehir içi taşımacılık yapan otobüslerin tıkır tıkır işlediğini düşünerek huzur içinde evine gitmektedir. Ama hala başında bir parça akıl kalmış biri, Üsküdar meydanının bitişiğindeki durakta, otobüsün içinde mahsur kalmışken, insanın işlemeyen bir devlet karşısındaki çaresizliğini iliklerine kadar hisseder…