Savaşta eşimi, oğlumu, ailemi, yakınlarımı, paramı, evimi, ülkemi; her şeyimi yitirdiğim vakit yıkılacağımı sananlar çok oldu. Her bir kayıp gittikçe yükseğe konan, aşılması zor bir engeldi. Her biri ayrı bir sınavdı. Hayata kaldığı yerden devam etmek, geride kalan evlatlarıma her şeyin yolunda gittiğini göstermek zorundaydım. Bu hiç kolay olmadı.
Hayat dur durak bilmeyen bir mutluluk arayışıydı. Mazeret kaldırmıyordu. Mutluluğa giden yol ise öncelikle mutlu bir evin içerisinden geçiyordu. Mutlu bir aile ortamından. Sağlıklı ve zeki çocuklardan. Kimseye el açmayacak bir gelir kapısından.
Gözümüze mükemmel görünen evlere baktığımızda orada ikamet edenlerin genelde bu durumun ayırdında bile olmadan yaşayıp gittiklerini, olduklarından daha yaşlı gösteren yüz hatlarına sahip olduklarını farketmişizdir.
Mutluluk çoğu kez eldeki zenginlik değildir. İyi bir gelire sahip olmak, güzel ve zeki çocuklar, anlayışlı bir eş de doğrudan mutluluk anlamına gelmeyebilir. Mutluluk sebebi sayılacak şeyler bazen mutsuzluğa kapı aralayabilir. Bunları aniden yitirme ihtimali var çünkü.
Varlıkları bize huzur veren insanları bir gün yanımızda göremeyebiliriz. Sağlığımız, bir hastalığa ya da bizi derinden sarsacak bir kötü habere göre aniden değişebilir. Birgün bir savaş çıkar, elde avuçta ne varsa silip süpürür. Ya da bir kazanç kapısı açarsınız, işler tıkırında gitmeyebilir. Allah bir dert verir, derman arayışında bütün birikimleriniz eriyip gidebilir. Evladınız büyür, hayırsız çıkabilir. Dost bildikleriniz sizi sırtınızdan hançerleyebilir. En yakın görünenler terk edebilir. Güzelliğiyle pek övündüğün o yüz, zamanla çirkin bir şekle bürünebilir. Bir bakmışsın ülkende rejim değişmiş, özgürlüğün bile elinden alınmıştır. Bir yudum özgürlüğe hasret gidersin.
Görüldüğü gibi mutluluk nedeni sayılacak pek çok şey aslında mutsuzluğun bizzat kendisi olabilir. Bunlara bel bağlamanın bir gereği yok. Farkında mıyız, bilmem. Sahip olduklarımızdan bağımsız olarak hayatın kendisi başlı başına bir anlam ve öneme sahiptir. Bütün sevdiğimiz şeyleri yitirsek bile yola devam etmenin gereği işte bu yüzden kendini dayatır. Çıkınımızda bulunması gerekenler bellidir. Bunlar:
Düşlerimizi yerine getirme azmini yitirmemek.
Düşlerimiz olmalı. Bütün musibetler bir bir uğrayıp gittiğinde bizi hâlâ dipdiri tutacak düşler. Yaşananların ne kadar çetin olursa olsun geçici olduğunu, daha yapılacak işler olduğunu bize hatırlatacak düşler. Kendimize ve diğer insanlara fayda sağlayacak, Allah’ın rızasına kapı açacak, bizi adım adım cennetin kapısına götürecek düşler.
Elimizde kalanın değerini bilmek.
Elimizdeki nimetleri hatırdan çıkarmak olmaz. Unutmamalıyız ki bunlar gerçekten değerli şeylerdir. Bir düşünün, sahip olmak için nelere katlanmışızdır. Etrafımızda bunlara sahip olmak için kıvranıp duran pek çok insan bulunmaktadır. Nedir bunlar? Yerinde bir sağlık. Ağız tadımız. İşlek bir zekâ. Hala yanı başımızda duran sevdiklerimiz.
Asıl sorun ne midir? Elimizde olanı bir kenara bırakıp başkasının elindekine göz dikmektir. Elimizdeyken umursamadığımız pek çok şeyi yitirdiğimizde “ah vah” edeceğimizi bildiğimiz halde üstelik.
Allah’a güvenerek yol almak.
Belki inanmayacaksınız ama cüzdanımda hiç para olmadığı günlerim oldu. Her defasında kimselere el açmadan Allahu Teâla’nın benim için açtığı kapılardan yürüdüm ve bugüne geldim. Bildim ki rızkın sahibi sadece O’dur. Kapıları kapatıp açan da O’ndan başkası değildir. Hangi zor şartlar altında bulunursak bulunalım Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.
Kendimize güvenerek yürümek.
Bizi ayakta tutan düşlerimizin en büyük düşmanı tökezleme korkusudur. Korkularımız bizi yolumuzda yürümekten alıkoyar. Başkalarından cesaret sözcükleri beklememize, beklenti içine girmemize neden olur. Bu durumda aklımıza ilk getireceğimiz şey, korkmanın olağan bir duygu olduğudur. Belli etmese de çoğu insan tıpkı bizim gibi korkuyordur. Mesele bu korkunun bizi yürümekten alıkoymasını engellemektir. Bu da güven duygusuyla gelişir. Başkalarından cesaret almaya gerek yok. Kendine güven başarının anahtarıdır.
Asla teslim olmamak.
Musibet zamanlarında insanın başına gelecek en büyük kötülük, savaşmadan teslim olmaktır. Teslim olmak yaraya merhem olmaz, çekilen acıları daha da büyütür. Bir yakınım, dostlarından biriyle aynı vakitlerde kansere yakalanmıştı. Hastalıkları aynı aşamada ilerliyordu. Yakınım olan kişi durumdan çok müteessir görünüyordu. Psikolojisi bir türlü düzelmedi. Kabuğuna çekildi ve durumu kabullendi. Hastalığı giderek şiddetlendi. Kemoterapi nedeniyle saçları tamamen döküldü. İyice yerinden kalkamaz hale geldi ve iki sene sonra da vefat etti. Onun dostu olan kişiyse on yıl kadar hastalıkla mücadele etti ve asla yılmadı. Güçlü karakteriyle sonunda kanseri alt etmeyi başardı.
Musibete uğramak da işte böyledir. Ya teslim olur baştan kaybedersin. Ya da bir düş sahibi olur, sonuna dek mücadele edersin. Kayıplar olsa bile elde kalanlar yeterli gelecektir. Çünkü hayat kaldığı yerden akmaya devam eder. Ve insan, hayata bir şekilde tutunur. Kendisine anlam ifade eden her şey için…