Bir adanın kendine has savunma yolları

Hiç gitmediğim halde yabancılık çekmeme izin vermeyecek kadar dünyamda yeri olan bir ada, Kıbrıs. Nihayet buradayım, sonunda geldim. Rabia Yazıcı üç yıldır davet ediyordu; bu yıla nasip oldu. Yakın Doğu Üniversitesi’nde, İlahiyat Fakültesi’nin “Küreselleşen Dünyada İslam’ın Mesajı” üst başlığıyla gerçekleştirdiği bir konferanslar dizisi kapsamında “Müslüman Kadın: Ev, Sokak ve Emek” üzerine konuşacağım. Dekan Mehmet Mahfuz Söylemez, İlahiyat Fakültesini gerçek anlamda bir ilim irfan ocağına dönüştürmek için Türkiye ile Lefkoşe arasında gidip gelerek yoğun bir çalışma sürdürüyor. Bu çalışmaya bağlı olarak da bir konferans dizisi başlatmış. Benden sonraki konuşmacı Abdurrahman Arslan olacaktı.

Fark ettiğim kadarıyla üniversitenin öğrencilerinin yüzde 60 kadarı Türkiyeli. Geriye kalan yüzde 40 arasında ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarını takiben Azerbaycanlı, Türkmenistanlı, Suriyeli, Filistinli öğrencilerin yanı sıra çeşitli Afrika ülkelerinden gelen öğrenciler önemli bir ağırlığa sahip.

Gece saatlerinde Girne sahilinde geziniyoruz Fatma Köse ve kızlarıyla. İç kesimlere göre sahil ışıklı ve hareketli. Mendirek son derece bakımsız, bir çukura düşmemek için dikkat sarf etmemiz gerekiyor. Işıklandırılmış kale ise büyülü görünüyor; Helenistik Roma dönemlerine kadar uzanıyor tarihi. 1570’de Osmanlı ordusuna savaşsız teslim edilmiş kale, 1973 savaşından bu yana müze olarak kullanılıyor. Pakistanlı gençler bir köşede toplanmış, sohbet ediyorlar. Nereye kadar gidilebilir mendirekte; soruyoruz. Kibarca tarif ediyorlar. Dönüşte Tarkan şarkıları yükselen bir kafenin önünde oturup çay içiyoruz. Ara sokaklarda gezinirken hissettiğim koku, gecetüten çiçeklerinden geliyormuş. Aralık ayının ortası; ikide bir ışıklandırılmış Noel çamları çıkıyor karşımıza. Bir gün önce Mevlid Kandili’ydi. Mevlid Kandili İngiliz kolonyal yönetimine has kuralların açık örtük hakim olmaya devam ettiği bütün ülkelerde olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’ta da tatil yapılırmış.

Ada, saldırıya daha açık olmanın tedbirlerini kendiliğinden üreten bir kültür oluşturuyor galiba… Fatma Köse, ada gençliğine İslam’ı öğretme kanallarının son derece kısıtlı olduğunu dile getiriyor. Terör ve DEAŞ tehdidi, kestirmeden susturma yöntemi haline gelmiş. Kendisi bu nedenle, daha güvenli bir dille tebliğ yapabilme sorumluluğu duymuş ve İlahiyat Fakültesi’nde öğrenim görmek istemiş. Onunla konuştukça daha bir farkına varıyorum ilim aşkının bir insanı nasıl güçlendirdiğini. Ailesi 1973 göçmenlerinden Köse’nin. Türkiye’de doğsa da Kıbrıs’ta büyümüş, yaşamak için benimsediği yer ada.

* * *

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gelmeden iki hafta kadar önce, Emekli Tabip Nihat İlhan’ın “Banyo Katliamı”ndan tam 53 yıl sonra vefat ettiğini okumuştum gazetelerde. Elbet katliamın gerçekleştiği evi ziyaret edecektim.

Hangimizin bilincinde yer tutmuyor ki Kıbrıs katliamı? 1963 yılının Aralık ayının son günlerinde Kıbrıs Türklerine karşı başlatılan saldırılar “Kanlı Noel” başlığıyla hatırlanıyor bugün. Çıkan olaylarda 364 Kıbrıs Türkü ve 174 Kıbrıs Rumu öldürülmüştü. Kıbrıs, 1960 Zürih görüşmelerinin ardından bağımsız bir cumhuriyet olarak kurulmuş, ancak takip eden bir yıl içinde Makarios hazırlanan anayasayı Rumlar lehine değiştirmeye dönük bir tutum sergilemeye başlamıştı. Aleyhlerine olacak bu değişikliğe rıza göstermeyen Türk Cemaati Aralık ayı boyunca Kıbrıs Rum basınının kışkırtıcı yayınlarıyla hedef gösterildi. Neticede tek tek saldırılar kitleselleşti; 130 köye saldırıldığı kaydediliyor. Sadece insanlar değil, evler de hedef alınıyordu. Çocukluğumun hatırladığım ilk seslerine karışır Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın ailesinin Lefkoşa’da başına gelen ve tarihe “Banyo Katliamı” olarak geçen acı olayın ayrıntıları. Orada çekilen tek fotoğraf, Türkiye’ye bir gazinin sargı bezleri arasında ulaştırıldığı kare. Ağabeyim Ümit’in ilkokul çağında Kıbrıs’a gidip Makarios’a karşı mazlum Türklerin hakkını savunmaktan söz ettiğini hatırlıyorum. Birkaç yıl sonra ise, Elazığ Öğretmen Okulu’nda öğrenim görmeye başlayan ablam Hülya, kolunda meydana gelen bir rahatsızlık için tedavi görürken Nihat İlhan’la tanışacaktı. Yaşadığı büyük acıya rağmen güler yüzünü koruyan doktorun hikayesini ablam da anlatırdı.

İlhan ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan hamile bir Rum kadını ameliyat ettiği sırada evinin bulunduğu Türk mahallesinin Rum çetesi EOKA’cıların baskınına uğradığını öğrenmiş, ancak ameliyatı sürdürmüştü. Daha sonra evine koştuğunda, banyo küvetinde eşi Mürüvvet’le çocukları Burak, Kutsi ve Hakan’ın birbirine sarılmış cesetleriyle karşılaştı. Gecenin onunda EOKA’cılar evin kapısını kırarken Mürüvvet Hanım çocuklarını kurtarmak için banyodaki küvete saklamaya çalışıyor, hatta 10 aylık Hakan’ı korumak için üzerine yatıyor. Kurşun yağmurundan korunuyor Hakan, ama nefessiz kaldığı için boğuluyor maalesef.

* * *

İşte buradayım; “Barbarlık Müzesi’nin önünde. Gecikerek geldiğimiz için kapalıydı ev; etrafında dolaştım.

Bahçedeki ağaçlarda, Nihat İlhan’ın Ankara’daki evinin bahçesine diktiği dört çam ağacını görür gibi oldum: Mürüvvet, Burak, Kutsi, Hakan. Onlarla konuşurmuş gibi seslenirmiş ağaçlara. Başka türlü nasıl dayanabilirdi? Şimdi birlikte Elazığ Şehitliği’nde yatıyorlar, ailece. Ablam hep söylerdi: Bu büyük acıyla baş etmeyi, zaten bildiği bir yöntemle başarmış olmalı Nihat Bey. Bir insanı büyük bir acının ardından hayata bağlayan en yapıcı sebep, başkalarının acılarını dindirme çabasıdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, sızı duyulmadan gezilemeyecek, üzerine konuşulamayacak bir ülke. Yerli halk, kültürel miras teşkil eden kadim binaları sıkıntıya sokacak kadar yayılan kumarhanelerden şikayetçi. Rahatsızlık uyandıran başka bir konu, cami bahçelerinde gördüğüm içki servisi (ve vals etkinlikleri de) yapılan kafeler. Sınırların ihlalinin bu denli olağanlaşması son derece düşündürücü.

Bu arada ne yazık ki Türkiye’nin resmi yardımlarının halka dönük hizmetlere erişmediğini dile getiriyor insanlar. Gelir uçurumlarını ve işsizliği etkileyen bu mesele, ülke statükosu üzerine düşündürüyor.

İslami alandaki bilgisizliğin kültürel bir yaralanma hali sergilediği açık. Mehmet Mahfuz Söylemez ve arkadaşları İlahiyat Fakültesi müfredatıyla bir etkileşim alanı açmaya gayret ediyorlar. Daha sonra Rabia Yazıcı’dan öğrendim: Rahmetli Erbakan’ın kurduğu ESKAD (Evrensel Sevgi ve Kardeşlik Derneği) bünyesinde gençler köylere gidiyor, kadınlarla ve çocuklarla sohbetler/dersler düzenliyor, ihtiyaç sahiplerine giyecek ve yiyecek yardımları ulaştırıyor. Kıbrıs ihtiyaçlarını sergileme konusunda son derece şeffaf, ne yazık ki bizler görmemeyi veya yanlış okumayı tercih ediyoruz.