Kamuoyunun dikkatle takip ettiği cinayet davalarında genellikle bir basın ordusu hazır bulunur. Zira teamüldür; dava sonrası basın toplantısı yapılır. Burada dile getirilen en ufak detaylar bile atlanmaz, üzerine uzun uzadıya yorumlar yapılır.
Peki, rahmetli Cemal Kaşıkçı’nın kâtillerine ölüm cezası verildiği söylenen dava böyle mi oldu? Evet, ölüm cezasına çarptırılan beş, uzun süreli hapis cezası alan üç kişi var. Dünya çapında ilgi gören bir dava ve ardından yapılan açıklama işte bundan ibaret. Ortada cevap bekleyen bir yığın soru ve gözümüzün içine bakarak oynanan bir tiyatro söz konusu.
Bırakın dünya kamuoyunu, Suudilerin kendi gazetecilerini bile ikna edebildiklerini sanmıyorum. Fakat korkunun bir tür salgın hastalığa dönüştüğü ülkede kim, ne söyleyebilir ki? Çok şükür ben Suudi baskısı altında değilim. Dolayısıyla olan biteni bir dalavere olarak niteleyebilirim. Adâlet yerini bulmadı, bulacak gibi de görünmüyor.
KİMLER YARGILANDI BELLİ DEĞİL
Bir kere kimlerin yargılandığını bile bilmiyoruz. Ölüm ve hapis cezası alanların isimleri, ünvanları nedir? Niçin duruşma salonuna hiçbir basın mensubu alınmış değildir? Nitekim BM özel raportörü Agnes Callamard da durumu “tam bir komedi” olarak niteledi.
Rahmetli Kaşıkçı, İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda özenle seçilmiş cânîler ekibi tarafından doğrandı. Doğudan batıya bütün dünya istihbaratı emri veren kişi olarak aynı şahsı işaret etti: Veliaht Prens Muhammed bin Selman.
Bu demek oluyor ki; Kaşıkçı’nın barbarca öldürülmesi emrini veren kişi, şimdi de infazı gerçekleştirenleri infaz etmiş oluyor. Veliaht Prens’in izni olmadan ülkede kuş uçmazken, Kaşıkçı gibi bir ismin ortadan kaldırılması birilerinin inisiyatifiyle görülecek iş değil.
59 yaşındaki Kaşıkçı son olarak 2 Ekim 2018 günü nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenmek için gerekli evrakları temin etmek maksadıyla Suudi konsolosluğuna giriş yaptı. Türk istihbaratı tarafından ifşa edilen ses kayıtlarına göre barbarca öldürüldüğü ve vücudunun parçalara ayrıldığı tespit edildi.
MÜZAKEREYE TESTEREYLE Mİ GİDİLİR?
Cinayetten haftalar sonra, Kasım ayında Suudi başsavcı yardımcısı Kaşıkçı’yı ikna yoluyla, olmazsa zorla ülkesine geri getirmek üzere İstanbul’a bir “müzakere heyeti”nin gittiğini doğruladı. Cinayeti Suudi istihbaratı tarafından gönderilen bu ekip işlemişti.
Suudi yetkiliye göre Kaşıkçı’yı sorgulayan ekip hayli boğuşmadan sonra rahmetliye bolca uyuşturucu enjekte etmiş ve sonuç olarak fazla doz nedeniyle vefat gerçekleşmiş. Vefat sonrasında ise vücut parçalara ayrılarak yerli bir işbirlikçiye teslim edilmiş. Rahmetlinin kalıntıları hâlâ bulunabilmiş değil.
Suudi başsavcı yardımcısının bütün bu anlattıklarının nereye çıktığını elbette farkettiniz. Demek istiyor ki, aslında ortada planlı bir cinayet mevcut değil. Spontane gelişen bir durum söz konusu. Sanırım kendisi hepimizin birer aptal olduğu fikrini taşıyor. Eğer kendisiyle bir gün karşılaşırsam bunu yüzüne söyleyeceğim.
Suud rejiminin borazanı El Arabiye TV’ye çıkmış, diyor ki: “Öldürme işi ani olarak gelişti. Sorgu ekibinin başındaki kişi sorguya yeniden başlamak için uygun yer bulamayınca öldürme kararı alındı ve konsolosluğun içinde infaz gerçekleşti.”
Komediye bakın hele… “Müzakere ekibi gitti” diyor. Nasıl bir müzakere ekibi ki bu, içinde adli tıp uzmanı var, yanlarına kemik testeresi, uyuşturucu, kesici aletler ve ceset torbası almışlar. Şahsen ben bir müzakere söz konusu olduğunda en fazla dizüstü bilgisayarımı yanıma alırım.
Gerçekleri gizleme tüm hızıyla devam ediyor. Dünya kamuoyuna şeffaflık ve kılı kırk yarma titizliği olarak lanse edilen mahkeme sürecinin aslında tam bir tiyatro olduğunu hepimiz görüyoruz. Suudi Arabistan şimdi Batılı PR şirketlerine, pop starlara ve medya ikonlarına para yağdırıp dikkatleri başka tarafa çekmeye çalışacak fakat bütün bu çabalar Kaşıkçı cinayetini unutturmaya, büsbütün gündemden düşürmeye yetmeyecek.
TRUMP VE KUSHNER KÂTİLDEN YANA
Suudi Arabistan’da görülen duruşmanın petro-dolar gücüyle elde edilen bir PR fırtınasına dönüşeceğini söyledik. Bu fırtınanın ortasında gerçeği söyleme gücünü kim kendinde bulacak? Elbette bu kişinin Donald Trump olma ihtimali yok. Gerek Trump, gerekse damadı Kushner çoktan safını belli etti ve katil Bin Selman’ın yanında yer aldı. Üstelik Türk ve Amerikan istihbaratından kendisine iletilen apaçık delillere rağmen.
Bu konuda İngiliz hükümeti ve diğer Avrupa yönetimleri de farklı bir noktada durmuyor. Milyar dolarlık silah ve petrol anlaşmalarının gölgesinde vicdan muhasebesi yapabilmek kolay iş değil.
Yine de Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları gruplarından gelen tepkiler mevcut. Af Örgütü’nün konuya ilişkin açıklaması şöyle:
“Suudi mahkemesinin verdiği karar aslında bir tür aklama kararı. Ne adaleti sağlıyor, ne de Cemal Kaşıkçı ve sevdikleri için hakikati ortaya çıkarıyor. Kamuoyuna ve bağımsız gözlemcilere açık olmayan, nasıl işlediği hakkında doğru düzgün malumat bulunmayan bir mahkeme süreci söz konusu.”
ÖLÜLER ASLA KONUŞAMAZ
Türkiye’nin ısrarlı tavrı sayesinde cinayete ilişkin âdlî delillere ulaşılmıştı. Nitekim Türk Dışişleri sözcüsü Suudi mahkemesini “adâleti temin noktasında gerek iki ülkenin gerek uluslararası toplumun beklentilerini karşılama noktasından uzak” olmakla eleştirdi.
Kaşıkçı cinayetini işleyen ekipte bulunanların suçlu olduğuna şüphe yok. Fakat onları idam etmek emri verenin ifşa edilmesini önleme amaçlı. Çünkü ölüler asla konuşamaz ve itirafta bulunamazlar. Nitekim Veliaht Prens’in danışmanı Suud El Kahtani’nin “delil yetersizliği” nedeniyle ceza almamış olması bunun göstergesi. İstihbaratın eski başkan yardımcısı Ahmed Asiri’nin de delil yetersizliğinden yakayı sıyırdığını söyleyelim.
Kaşıkçı cinayetinde ipin ucunun kendisine uzanacağını pekâlâ bilen Bin Selman, bir kukla tiyatrosu oynatmak suretiyle kendisini sıyırmaya çalışıyor. Bütün mesele bu…