Her yerde olduğu üzere Bosna’da da belli zaman aralıklarında “radikalizm” filizlenir. Davetsiz misafir gibi, ihtimamla ekip-biçtiğin toprakları kaplar. Cehaletin, inkarın, yok saymanın tohumundan. Meyvesi olmaz radikalizmin, yabani otlar gibi alerjilere sebep olur.
Radikalizmden; sağın, solun, ateistlerin, liberallerin, Müslümanların, Katolik ve Ortodoksların, milliyetçilerin, globalistlerin, antiglobalistlerin radikalizmini kastediyorum. Hepsinin meyveleri aynı karşı tarafa başağrısıyla alerjiye sebep oluyorlar. Seninle bir araya geldiklerinde, -sen de kibar ve edepli bir insan olarak karşındakinin fikrini duymayı kabul edersen- o kadar üstüne geliyorlar ki, ilk olarak kendine, sonra seni yetiştiren ebeveynlerine, edebine de kızmaya başlıyorsun.
Yakana yapışıyorlar, ancak kendilerinin dünya görüşünün doğru olduğuna ikna etmeye gayret ediyorlar, itiraz edersen seni de ötekileştiriyorlar, ötekinin yaşamayı hak etmediğini belirtiyorlar… Hele de sosyal medya işin içine karıştı mı, kurtuluşun zor.
Radikallerin hepsi ezberlerinde o kadar slogan tutarken, belki zihinlerinde imlaya, güzel ve edebî ifadeye yer bırakmıyorlar. Bunların bir diğer özelliği de bildik ve düşündüklerinden, ezberlediklerinden başka her şeyi yok saymaları. Yani, hem içeriklerden rahatsız oluyorum (bu rahatsızlığımı ifade etmiyorum, bu fikir bence radikal olsa bile, herkesin kendi fikrine ve kendi tercihine hakkı olduğunu savunuyorum), fakat ifade şeklinden o kadar rahatsızım ki artık tahammül edemiyorum. Dolayısıyla,
Ben de bir radikal olsam, karşımdakilere bir saldırmaya başlasam nasıl olur?
– Radikalizm eylem ister, sen de pek eylemci değilsin.
– Olurum.
– Peki, nasıl, ne yaparsın?
– Bu radikallerin üstüne imla kitapları yağdırırım.
– Pahalıya patlar, senin o kadar paran yok ki. Ayrıca bir nüshanın maliyetini bilmiyor musun?
– Bilmez olur muyum, canım, yeni İmla Kılavuzu çıktığında iki nüsha satın aldım, biri benim masamda, öbürü eşimin masasında duruyor, tartışmayalım.
– Peki, bu kitapları nasıl ödersin?
– Belirli merkezler bu radikal gruplarını destekliyormış, hem geçimlerini sağlıyor, hem de eylemleri için araç gereçleri temin ediyorlar. Belki benim radikalizmime de bir sponsor bulunur…
–Diyelim ki bu imla saldırısını yaptın, ortaya kitap yağdırdın, bir faydası olur mu?
– Onun için de önlemim var. İmtihan saldırıları yaparım bu sefer. Yani, bildiğimiz terörisler intihar saldırısını yapar, ben de imtihan saldırılarını uygularım…
– Nasıl yani?
– Hiç beklemedikleri anda bir kişinin veya bir grubun yakasına yapışıp imla kurallarını sorgularım…. Tabii ki her şey imla ile bitmez. Bu genel kitlelere yönelik bir uygulama olur. Sonra aydın kesimine, veya kendilerini aydın kesimi olarak tanımlayanlara yönelik bir İslam Dünyası klasik edebiyatı… Hani, Kaside-i Bürde ve şerhlerinden başlayarak, Encümen-i Şuara’ya kadar.
Uzun bacaklı bacıların, yakışıklı biraderlerin yerine bilbordlara şairlerimizin şiirlerini koyacaktım. Yirminci yüzyıldan önce de edebiyat vardı. Ona göre. Diktatör de olabilirdim. Kamu taşıtlarında mesela, bilet yanında yolcu şöföre en azından bir beyit okumak zorunda olur. Benzincilerde de yakıt doldurmak için bir şiir veya bir şairin biyografisini şart koyardım.
Marketlerde, kasada Dede Efendi’den, Itrı’dan bir parça dinleterek kart şifrelerini girmelerini isterdim. Müşteri şifreyi doğru girse bile, eseri yazanı bilmese, üç yanlışta kredi kartı kilitlensin…
Siyasete girmek isteyenlere siyasetnamelerini okuturdum. Aday adaylığına mesela bir Eflatun’un Devleti ile Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Biligi yeterli olabilir. Adaylığa gelince Ahmedi, Gelibolulu Mustafa Ali, Hatib el-İskafi, İbrahim bin Muhammed, İbn Zafer, Akhisarlı Hasan Kafi, Necmeddin Daye, Hasan Bey-zade Ahmed Paşa, Sivas Mutasarrıfı Abdi Efendi, Pir Mehmed Zaifi, Şeyhoğlu Mustafa…..
Eserleri basılmış, siz biliyorsunuz, yine de ben siyaset adaylarına tutuştururdum bu kitapları. Siyaset felsefesi ve etiği, mesleki literatür. Meclis toplantıları ise uygulama sınavları olurdu. Başaramayan, okumayan, uygulamayan koltuktan olur. Markette Füzüli’yi, Yunus’u, Şeyh Galb’i hiç duymamış birinin ekmekten, tuzdan, hatta kredi kartından bile kalabildiği gibi. Yani, bir radikal olsam… Olabilsem. Çünkü cehalete, ilgisizliğe, medeniyet değerlerine saygısızlığa, yok saymaya, bu değerlerin inkarına artık tahammülüm yok. Çünkü bu yolda, bu medeniyet ürünlerini tanıtmaya ömür vermiş emekçilerin gayretine kıyamıyorum. Çünkü, bu eserler hem estetik açısından, hem de edeb açısından okurunu zenginleştirir.
Radikal olamam, kimseye zorla bir şey okutamam. Kimseyi imla kurallarına saygılı olmaya zorlayamam. Ancak ah keşke, keşke dünyada eserlerden beslenmiş, bu medeniyet ürünleriyle temizlenmiş daha çok insan olsa derim…