Kibritçi Kız masalı belki her küçük kızın ilk gözyaşları müsebbibiydi. Belki de hassas erkek çocukların. Erkekler gözyaşlarını göstermez. Kimi kız da gözyaşını göstermez. Gece, herkes uyuduğunda okuduğu masalları gözlerinin önünde canlandırmaya başlar. Ve yastığını gözyaşlarıyla ıslatır. Kimse duymasın diye sessiz ağlar. Kül Kedisi’nin, Pamuk Prenses’in annesiz büyümelerine ağlar. Üvey annelerin yaptıkları kötülüklere, haksızlıklara ağlar. Ardından “Sefiller”, “Oliver Twist”, “Kozeta” okunur. Hepsi bu gözyaşlarını gizleyen kızların yanında, yastığının üstünde bir araya gelip dertleşiyorlarmış. Kızlar böylece dünyanın acımasız bir yer olduğunu öğrenirmiş. Aynı zamanda da Kibritçi Kız’ın, diğer çocukların Noel ağacı altında hediyeler, oyuncaklar, tatlıları buldukları gece, yani Noel’de aç kaldığını öğrenmiştim.
Noel ne? Hristiyanların dini bayramı. Ya Hristiyan kim? Beba teyze mesela… Biliyorsun, Noel’de sana farklı farklı kuru pastalar gönderir, Paskalyada boyalı yumurta. Tamam. Bizim Peygamberimizden önce gelen İsa Peygamber’in dinine inananlar. İsa Peygamber’e gönderilen İncil kitabı o dönemde yazıya geçirilmemiş, bazı önemli şeyler unutulmuş, rivayetlere göre daha sonra kaydedilmiş, dolayısıyla bazı farklar var. Annem bunları karşılaştırmalı dinler/ahlak dersi için fırsat bulup açıklarken, rahmetli babam öksürüyordu. Hani, kızı şaşırtma, ayrımcılık yapmasın anlamında. Annem tekrar gözleriyle “Ne fark eder, bilsin, tanısın, anlasın” anlamında işaret ediyordu. Ne fark var aramızda? Onlar çocuklarını istismar ediyorlar mı? Hayır canım, bu istisna. Alkolik babası var da ondan. Dinimizde alkol yasak değil mi? Hristiyanlar hep alkolik olurlar mı? Süleyman amca da Hristiyan mı? Yok canım, nerden, Hristiyanlar alkol içebilirler, onlar için yasak değil. Daha sonra insanlar alkol konusunda kendilerini pek tutamazlar, kontrol edemezler diye İslamiyet’te tamamıyla yasaklandı. Dinimizde günah. O kadar. Hristiyanlıkta yalan söylemek günah mı? Aynen, günah. Masum birini öldürmek, hırsızlık yapmak, zina yapmak, hep bizim dinimizde olduğu gibi. Zina nedir? Eşi olmadığı kimse ile öpüşmek. Yanaktan mı?
Korkuyla, kaç kişinin yanağımdan öptüğünü hesaplayarak evlenmek için fazlasıyla erken olduğunu düşünüyordum. Henüz ilkokula başlamadım, kızlar üniversiteden sonra evleniyorlarmış. Hemen sonra da şart değil, genellikle… Ne yanaktan, sadece dudaktan! Hadi, yeter artık. Git kitabını oku. Ya Pamuk Prenses Hristiyan mıydı, Beyaz Atlı Prens onu öpmüş de hayatına kavuşturmuş. Kurbağa Prens de. Evet, Hristiyanlar. Annem, bir tebessümle “O kadar katı değiller, bir de bu öpücüğün hemen ardından evlenmişler” deyip beni yatırıyordu. Bir de o zina açıklaması filmlerde öpüşme sahneleri için kurtarıcıydı. Ebeveynler bu öpüşme sahnesinden sonra çocukların gözlerine daha uygunsuz bir şey olacağını hissederlerse, çocuklar aniden mutfağa krep yapmaya, su getirmeye veya kendi odalarına yatmaya gönderiliyordu. Diğer evlerde annelerin, babaların çocuklarının yanında -bunun gibi film sahneleri onları hazırlıksız yakaladığında- “Tüh! Pislik! İğreniyorum!” gibi ifadeler kullandığını görüyordum. Sonra çocuk annesiyle babasını, amcasıyla yengesini görür de iğrenç olduklarını düşünürse… Veya en küçük halasının düğününde damatla gelinin öpüştüğünü görürse milletin içinde “Tüh! Pislik! İğrençsiniz!” gibi sözler sarf etmesi daha kötü değil mi? Fakat ben o sırada ne öpüşme sahnelerini, ne beyaz atlı prensleri düşünebilirdim. Kibritçi Kız vardı kafamda. Kendi dini bayramında açlıktan, soğuktan ölmesi.
Hristiyan bayramlarında da çocuklara hediye verilirmiş. Oyuncak, şeker, çikolata, yeni kıyafetler. Bize de dini bayramlarımızda yeni kıyafetler, bir de harçlık. Bizim evlerde anneler baklava ve yaş pasta, Hristiyan evlerinde anneler kuru pasta çeşitlerini yaparlar. Börekler de yapılır, etler… Ete dikkat etmek lazım. Dinlerimizde farklı şeyler yasak. Günah yani. Domuz eti, alkol, öpüşmek mesela… Aha, evet dini bayramlardan başka devlet bayramları da var. Yılbaşı mesela. O zaman da hediyeler geliyor. Güya Noel Baba getiriyor. Ebeveynlerin çalıştıkları şirketlerde sendikalar Noel Baba maskeli birine dağıttırıyordu bu hediye paketlerini. Çikolata, şeker, oyuncak. Kibritçi Kız’ın oyuncakları, şekerleri, ekmeği bile yoktu…
Büyüyünce, yılbaşı tatilini evde geçiriyordum. Batıdan gelen filmlerde, özellikle yılbaşında gösterilen Noel filmlerinde yine bir Kibritçi Kız oluyordu. Veya bir Kurbağa Prens. Bayram da mutsuzluğu mutluluğa dönüştürüyordu bu filmlerde. Merkezde aile vardı. Bu filmlerde artık Noel’de, yılbaşı gecesinde ölen kızlar olmamıştı. Hayata, mutluluğa kavuşuyordu başkahramanları. Bizim evlerde temizlik yapılırdı Bayramlar arifesinde, filmlerdeki evlerde çam ağacı süsleniyordu. Ve bayram neşesi gönüllere, hayatlara neşe katıyordu.
İslam dünyasından gelen filmlere bakarsanız, ne bayram neşesi, ne hediyeleşme, ne ev süslemeleri var. Edebiyata da bakarsanız, hep trajik hikâyeler. Tuzaklar, hastalıklar, ölümler, bir çift ayakkabı için Allah’a mektup yazan çocuklar… Aşk hikâyeleri hep olumsuz biter. Yetişmiş kahramanlar, Müslümanların kül kedileri ömür boyu üvey annelerinin baskısı altında haksızlık görmeye devam ederler. Ayakları fazla çalışmaktan o kadar şişer ki ayağı kendi ayakkabısına değil, rahmetli dedesinin kapı önünde duran ayakkabısına bile sığmaz. Kabakları hep kabak kalır, fareleri hep süpürgeyle kovalar, periden eser yok. Bir kere kurbağaya dönüşmüş prensler bir daha prens kılığına dönmez filmlerimizde, romanlarımızda. O Noel filmlerinin de yetişkinler için birer masal olduğunu biliyorum. Fakat İslam dünyasında nereye giderseniz gidin, gerçekten bir hoşnutsuzluk, bir ümitsizlik hâkim.
Klişeye bakın: Ebeveynlerin vefatından sonra, çalıştığı kurumun yeni organizasyonu sebebiyle istifa etmek zorunda kalan bir kızı, bir ilçeye doktor olarak atanmış abisinin yanına gönderelim. Bayramını yalnız geçirmesin. Gelin de orda, birlikte yemek yaparlar, bayramları bayram olsun. Bu arada aynı sağlık ocağına yeni bir doktor tayin edilsin, görev başına gelsin. İlçede hotel motel olmasın, yeni doktorun lojmanı tadilatta olsun. Tek çare meslek arkadaşının evinde kalsın. O da bayram günlerini yalnız başına geçirmesin. Yeni bir hayat kuruyor. Nişanlısından yeni ayrılmış olsun. İlçede tek bildiği, tek tanıdığı doktor arkadaşı olsun. Ziyaret edeceği akrabalarının mezarı bile yok o ilçede. Hadi, bayramlarda merhumları da ziyaret etmek var, bir erenin türbesine, bir şehitlik mezarlığına gitsin. Dönüşte arkadaşının evine. Ev sahibi ve eşi bebeklerinin bez değiştirmesiyle ilgilensin. Bu arada iki yabancı kahvaltı sofrasını hazırlasın… Bayramlarda kahvaltı sofraları en güzel olur çünkü. Yemek zevklerinin birbirine uyduğunu, aynı müzikleri sevdiklerini anlasınlar. Aynı ilahileri mırıldansınlar sofrayı hazırlarken. Kız tesettürlü olsun veya olmasın. Oğlan sakallı olsun veya olmasın. Aynı eserleri okuduklarını, aynı eserleri sevdiklerini anlasınlar. Okumuş olsunlar. Bilgili. İnançlı olsunlar. Kültürlü olsunlar. Biraz da aralarında anlaşmazlık olsun. Film komik olsun, basit de olsun, pembe olsun… Birbirine delicesine âşık olsunlar. Aralarında herhangi bir engel olmasın. Ne ev ve araba istekleri, ne mobilya, ne rakip… Aralarındaki aşk o kadar büyük olsun ki tüm engelleri yensin. Romantik olsun. Bayram olsun, bayram hediyeleri olsun, birbirine âşık olacak iki yabancının arasında bir şaşkınlık olsun, çaylarını şerbetlerini üstlerine döksünler. Birbirini hayata kavuştursun. Pembe olsun, sanat anlayışıma tamamıyla aykırı olsun. Aşk olsun!
Gerçekçilikten uzak da olsa, masalımsı da olsa, olsun derim. Belki bir gün hayata da geçirilir. Bireylerin de toplumların da hayatına. İnsanlığın acısına artık tahammülüm kalmadı. Kim olursa olsun. Bu sefer Müslümanlar söz konusu… Bayramlarını birilerine çaldırmışız. Dini bayramlarını. Sevmeyi, sevinmeyi, neşe dolu şarkıları söylemeyi unutmuşuz. Evlerin ev yapımı poğaçadan ne kadar güzel koktuğunu da. Kibritçi Kız fazlasıyla yordu beni. Neşe zamanı gelmez mi?