Batı dünyasının diğer ülkelerde gerçekleştirdiği projelerde ekonomik çıkarlarından başka niyetlerinin olduğunu düşünmek yanlış. Onlar hedeflerini gerçekleştirebilmek için İslam dinini araç olarak kullanıyor ve kendini Batı’ya satan din âlimlerinden faydalanıyor. Onların ilk ve son hedefi ülkenin insan, beyin ve düşünceler dâhil dünyanın her türlü kaynağını ele geçirmek oldu.
Bu gerçeği bugün Türk Lirasının yüzleştiği krizle görebiliyoruz. Türkiye’nin gücünü durdurabilmek için uluslararası piyasalarda Türk Lirasıyla oynayarak ekonomik ilerlemeyi yavaşlatıp, seçim sonuçlarına yansıtmak istiyorlar. AK Parti’nin en büyük gücü olan Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar iktidara geçmesini, kendilerine rakip gördükleri Türk ekonomisinin yükselmesini engellemeye çalışıyorlar. Ekonomik imkânlardan mahrum bırakmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
15 yıl önce oluşan Yeni Türkiye, onların çıkarlarına ters gelmeye başladı. Türkiye’nin kendisine yetmeye başlamasıyla, Türk piyasası üzerindeki hâkimiyetlerini kaybetmekten korkar hale geldiler. Türkiye, yaptığı ihracatlarla onların yıllar boyu hâkim olduğu birçok piyasayı kaybetmelerine neden oldu. Türkiye, turizm açısından da onlara rakip sayılır. Muhteşem doğası, uygun fiyatları, iyi kalpli milletiyle turistlerin ilgi kaynağı oluyor. Türkiye bu sektörde de gözle görülür bir ilerleme sağladı.
Oyun ve hilelere dayanan Batı’nın vahşi politikası hiç değişmedi. Geçmişten bu yana insanlığa zerre kadar önem vermeyen Batı, kendi menfaatleri uğruna dini kullanarak bölgeyi savaşlara sürükledi. Bunların başında Haçlı Seferleri geliyor. Sanayi devriminden sonra kullandığı bu farklı yöntemlerden elde ettiği güçle, dünyanın kaynakları ve ham maddelerine sahip olmak için her türlü yöntemi denedi. Onlardan aldığı ham maddelerle üretim yapıp, tekrar onlara sattı. Böylece hırsızlık suçu ikiye katlandı.
Son dönemlerdeyse savaştan daha az maliyetli, kendi askeri zayiatını önleyecek başka bir yöntem buldu. Vatanını, milletini satmayı kabul eden, makamı uğruna her şeyini satan liderleri ülkelerin başına getirmek… Bu liderler, kendi ülke kaynaklarının bir bölümünü dış güçlere vermeyi kabul etti. Diğer bir bölümünü ise ticari ve yatırım alanlarında kendilerine en az maliyetle destek olacak ülkelere sundu. Kendi vatandaşını yoksul, muhtaç ve kendi geçimini sağlamakla meşgul edip, gıda yardımı sıralarına mahkûm edip, kendi sorunlarını hatta ülke meselelerini düşünmelerine, hesap sormalarına bile vakit bırakmadılar.
Türkiye’nin kendi kendine yetebilme hedefiyle yola çıkmasından bu yana büyük mücadelelerle uğraşan vatandaşlar, bugün zengin ve güçlü bir ülkede yaşama beklentisi içindeler. Dünya ekonomisini yöneten güçlerin bu duruma sessiz kalmasını bekleyemeyiz. Onlar Türkiye’nin kat etmiş olduğu başarıları tebrik edecek değiller. Aksine Türkiye’yle savaşacaklarını, oyunu kendilerinin kuracağını, ellerinden gelen her şeyle Türkiye’yi bitirmek için uğraştıklarını göreceğiz.
Ancak şunu bilmeliyiz ki Batı dünyası bize karşı plan ve oyun kurmaktan asla yılmayacak, vatanını satmayı göze alan kişileri her zaman araştırıp, bulacak onları donatacak ve bize karşı kullanacak. Bunlar hiçbir zaman son bulmayacak, geleceğe doğru emin adımlarla ilerleyen ve doyum noktasına yaklaşan Türkiye boyun eğmedikçe, onlar her zaman kriz üretecekler.
Ekonomik çıkar uğruna, insanlığa karşı açılan bunca savaşa şahit olmamıza rağmen, Batı’yı hâlâ insanlığı koruyan güç olarak düşünmemizin de ayrı bir ahmaklık olduğunu düşünüyorum. Onlar savaşı alevlendirdikten sonra kendi sivil toplum kuruluşlarını göndererek kamera ve medyanın önünde savaş yaralılarını tedavi ediyor. Fakat aynı zamanda güçsüz ve kimsesiz halkın savaşları devam ediyor, kaynakları sömürülüyor, insanları fakirlik, cehalet, gericilik ve hastalıklarla boğuşurken yalnız bırakılıyor. İşte onların insanlık anlayışı bu kadar.
Çin, İngiltere’den mal almayı reddettiğinde İngiltere aynı olayları Çin’e de yaşatmıştı. Çin ancak bu olay sonrasında kendi kendine yetme noktasına ulaşabildi. İngiltere ise Çin’den aldığı malların karşılığı olarak mübadele yöntemini (başka İngiltere ürünleriyle takas yaparak) kullanmamış, Çin’e bizzat gümüş para ödemişti. Bundan dolayı ekonomi sallandığında İngiltere, Fransa’nın katıldığı 1. ve 2. Afyon Savaşları başladı. Çin’i Afyon savaşlarıyla boğarak, Çin ekonomisini hatta Çinli insanları batırdılar. Afyon savaşları sonucunda Çin İmparatoru boyun eğmek zorunda kalarak, Çin piyasasını Batı ülkelerine sundu. Bugün de Türkiye’den aynı şeyi yapmasını istiyorlar.
Suriye’de Batı’nın “insan”lığına örnek olabilecek ülkelerden bir tanesi. Batı, Esed rejiminin 8 yıl boyunca dünyanın gözleri önünde insanları katletmesine, göçe zorlamasına seyirci kalarak hiçbir zaman engel olmadı. İnsanlık taslayan söz konusu ülkeler, Suriye savaşına karşı halka yardım göndermekten başka insani bir tavır sergilemedi. Aksine daha önce Filistin halkına yaptığı gibi onları dilenci durumuna düşürerek, mülteci, sahipsiz, göçe zorlanan ve yardım bekleyen birer insan olarak bıraktı. Hâlbuki herkesin bildiği üzere Filistin toprakları Filistinlilerindi.
Bugün söz konusu güçler eğer Türkiye’yi ele geçirmekte başarılı olurlarsa aynı trajediyi Türkiye ve Türk halkı yaşayacak. Son bulmayan iç savaşlar meydana gelecek ve arkasında inşa edilen onca şeyin küllerini bırakacak. O ülkeler Türkiye, Suriye, Arap, Afrika ve Asya ülkelerinin fakir; beyaz adamın pahalı ürünlerinin tüketicisi olmalarını, kendi kaynaklarını da itiraz etmeden ona sunan ve kendisinin seçeceği liderlere karşı tam teslimiyet içinde yaşamalarını istiyor.
İşte hikâye bu. Türklerin ise tek çareleri sonuna kadar yılmadan dik durmaları. Yoksa sonları fakir, yıpratılmış ve atıklarla dolu bir ülkenin temel ihtiyaç sıralarında bekleyen vatandaşları, göç etmeyi tercih eden ve Batı’nın istediği şekilde çalışan gençleri olan bir ülke haline gelecek.