Başörtüsü aynı açıklama değil artık

Kız kardeşler olarak tesettürü benimsediğimiz yıldı sanıyorum; Kadıköy Altıyol’da yürürken yaşlı bir adamın ablam Hülya Aktaş’a şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: “Sizi görmek ruhumu aydınlatıyor, geleceğe inancım artıyor, farklısınız sizler, sisteme teslim olmuyorsunuz.”

Kadın meseleleri bağlamındaki sorularım herhalde o cümleden de etkilendi ve cümlenin içerdiği endişe bu alanda düşünmeye çalıştığım kitaplardan birinin, “Sistem İçinde Kadın”ın başlığına dahil oldu.

Aynı dönemde, öğrenci olduğum için dersler yüzünden tebliğ yapamama üzüntüsünü belirttiğimde ağabeyim Ümit Aktaş şöyle söylerdi bana: “Başörtülü olarak İstanbul sokaklarında dolaştığın sürece tebliğ yapıyorsun demektir.”

Benim kuşağım için tesettür vahyi değeri yanında kapitalizmin ve Cumhuriyetin ideal kadın modeli dayatmalarına itiraz açısından da anlamlıydı. Ötelerde bir yere bağlılığı ifade ediyordu. Başımızı örterken bedenimizi ve kadın kimliğimizi imgeleri ve ürünleriyle teslim almaya çalışan bütün sistemlere itirazımızı da bildirmiş oluyorduk.

Bütün bunları geçen hafta Üsküdar Yedi Hilal Derneği’nin “Yedi Güzel Adam ve Öncüler Kütüphanesi” salonunda Viyana Üniversitelerinden gelen gençlerle konuştuk.

Bugün İslam’ı en doğru bir şekilde temsil eden gösterenin her hal ve yorumuyla başörtüsü olduğunu söylemekte ne yazık ki zorlanıyoruz. Başörtüsü artık tesettür için gerekli takva, tevazu ve rıza hallerini yansıtmıyor genel bir bakışta. Elbette hâlâ bu halleri korumakta olan başörtülüler hiç az değil. Ancak özellikle iktidar iklimine bağlı sebeplerle son yıllarda başörtülü kadın sayısı bir hayli arttı. Elbette nüfus da arttı ve aynı zamanda başörtüsünün kamusal yasağı ortadan kalkmış olduğu için doğan teşvik edici şartlarla birlikte başörtülü kadınlar daha faaller. Başörtülü Anadolu kadını sosyal platformlarda daha fazla yer almaya başladı. Gerçi artık kamera ve ekranların hayatımızda tuttuğu yerin oluşturduğu simülasyonlar, odaklanan sahne veya olguyu amaca uygun bir şekilde ve sayıda yeniden var ediyor.

Başörtülü kadınların ortalama bir Türkiye fotoğrafında tutmaya başladığı şimdiki yer bir normalleşme anlamına geliyor. Bu normalleşme, sayısal çokluk içinde her türlü profilin var olmasıyla aynı şey. Başörtülü kadın melek değil, içlerinden kimileri melekleşmeye çalışsa da… Tuhaf olan yasakların var ettiği eski telakkilerdi.  O eski telakkiler başörtülü kadınları büyük bir genelleme çuvalına doldurarak görünmez kılmaya çalışıyordu türlü zihniyet düzlemlerinde. (Aynı durumun erkekler dünyasındaki tezahürlerinin de bu dikkatle ele alınması çok farklı durumlarla karşı karşıya getirecektir bizleri).  Bu açıdan, normalleşme sürecinin özellikle biçimler bağlamında abartılı tezahürler sergilemesine de şaşmamak gerekir. Başörtüsü Müslüman ve muhafazakar kesimlerin sistemle bağdaşmalar gerçekleştirdiği bir döneme özgü çeşitlenmelerle yeni sebepler edinmekte.

1980’lerin başörtülü kızları için başörtüsü aynı zamanda ideolojik bir gösterendi. Sisteme ve ailelerimize de, onların ideal olarak tanımladığı kadın tipini benimsemediğimizi bildiriyorduk. Yeni kuşaklar için ise başörtüsü çoğu zaman aile çevresinde bulunan dini, geleneksel açıklamaları haiz tabii bir gereklilik.

Neredeyse doksan yılı bulan bir dönem boyunca toplumun geniş bir kesimini oluşturan kadınlar ya kamusal alandan dışlandılar ya da başlarını açmanın travmalarını sergilediler. Yine yasakların sebep olduğu agorafobi yüzünden başörtülü kadınlar  tesettürlü kıyafet zevkini tabii bir şekilde geliştirme ortamlarını bulamadılar. 1980’lerde başörtülü öğrencilerin Unkapanı’ndaki iki-üç “tesettür giyim” mağazasına mecbur olmasının sebebi budur. Bu mecburiyetin başörtülü kadınlara yine yasak uçurumu nedeniyle kolaylıkla yüklenen “sokak korkusu” ile bağdaşan bir yanı vardı. Çirkin kıyafetlerle sokaklara çıkmak bir özür, bir açıklama gibiydi,  kendi kaynak yorumlarıyla kadınları sokaklardan uzak durmaya çağıran mütedeyyin otoriteler karşısında; en az on beş yıl boyunca.

12 Eylül’den sonra darbenin suskunlaştırdığı kamusal alanda sarsıcı bir direniş sergileyen öğrenciler, sistemin temel hatalarını tartışmanın yeni zeminini oluşturmuşlardı oysa. Sisteme yanlışlıklarını göstererek devrimci bir rol üstlenmişlerdi. Kamusal alan, eğitim hakkı, Müslüman kadınların çeşitli meseleleri, kadın ve şehir, eşit vatandaşlık…  gibi birçok başlık, ezilenleri ve paryalaştırmak istenilen kesimleri ilgilendiren pek çok mesele başörtülü kadınların verdiği mücadele dolayımıyla Türkiye’nin ve Müslümanların gündeminde yer tuttu. Başörtüsü yasakları sisteme, retorik olarak öne sürdüğü “ilerici” şiarlar bağlamında ikiyüzlülüğünü gösterirken 1990’larda gerçekleşecek önemli tartışma platformlarının da önünü açtı.

Başörtülü kadınlar bu direniş süreci içinde toplumun acı çeken ve dışlanan kesimlerine yakınlaştılar; “Acı Çekmiş Yüzünde” kitabımın öykülerinde dile gelir bu. O yıllardan bugünlere hâlâ Çingenelerin toplumda karşı karşıya kaldığı ayrımcılıkla mücadele ediyor bir arkadaşım. Süreyya Yüksel, Fevziye Nuroğlu, Türkan Cumhur, Halime Uyulan, Necla Koytak; “Şehrin en uzak ucundan koşarak gelen” kadınlar… Bir araya gelme platformlarında gündem sokak çocukları, aileyi güçlendirmek, biçimsel olmayan bir takva ve tevazu, ümmetin meseleleri, Afganistan, Filistin, Bosna, yoksullara destek olma yolları olurdu.

İyilik, adalet, dayanışma, takva… Ne yazık ki işçi meseleleri gündemine geç girdi başörtülü kadın platformlarının. Aslında bu durum, 1990’lardan günümüze artarak devam eden başörtüsü tartışmalarının hep orta sınıf kadınlarla sınırlı olmasıyla yakından alakalı… Bu yüzden bakışlarımız, -Feyda Sayan-Cengiz’in de Birikim söyleşisinde belirttiği üzere- her sabah evinden çıkıp geçici güvencesiz işlerde çalışan başörtülü kadınlara uzak kaldı hep.

Belki de bünyemizin ihtiyaç duyduğu tazelenmeyi işte o gecikilmiş başlığın gösterdiği sorumlulukta aramamız gerekiyor. Başörtülü kadınları AVM jip sosyal medya sarmalına özetleyen suiniyet, yukarıda dile getirdiğim normalleşme faktörünü göz ardı ediyor. Yasak kalkıp da başörtüsü örtmek kamusal veya özel hayatları engelleyici bir sebep olmaktan çıktığında, her kesimden kadınlar ve genç kızlar başlarını örtmeye başladı. Bu baş örtme dalgasının içinde toplumsal duyarlık ve takva sorumluluğu gibi ölçülerle hareket edenler hiç eksik değil, ama öyle ya, onlar zaten hiçbir zaman çok fazla ortalıkta görünmeyi sevmediler. Porselen gülüşleri yok onların, köşeleri, unvanları, koltukları yok. İsimsizce koşturuyorlar gecede ve bir gecekonduda donmaya başlayan mülteci çocuğu bağırlarına basıp ısıtmaya çalışıyorlar.

İyi ki arkadaşlarım onlar ve bazen aralarına katılıyorum. Ne çok yazılmamış hikaye var!  Kuşkusuz onların amacı da bir hikayeleri olsun değil; değildi. Neyse ki her şeyin kaydı tutulmakta, bildiğimiz gibi olmasa da…