Zizek “buralarda” yaşanan çürümeden söz etmiş. Tam olarak neyi kastetti, bilmiyorum. Çürüme bazen yeninin besinidir. Eski bazen –yeni adına- buna ihtiyaç duy/ul/duğu için de işe yaramak üzere çürümeye çekilir. Kastettiği bozulmaya denk düşen şey Elliot’un “Çorak Ülke”sine denk düşen bir manevi yoksullaşma olsa gerek. Böyle bir yoksullaşmayı Avrupa’dan eleştirirken Srebrenitsa’yı hatırlamamak imkânsız. Srebrenitsa katliamı, çığırından çıkan birçok zulme hem ilham kaynağı oldu hem de cesaret kazandırdı.
Felsefe gibi sanatın da olup bitenleri izahta bir hayli zorlandığı dönemlerden geçiyoruz. Tanımlayamama sıkıntısı içinde sıklıkla dile getirilen açıklama, cevabın çözümsüzlükte kendini göstereceği şeklinde oluyor. Bir diğer yaygın açıklama ise sanatın kaynağına çok yakın düşüyor ve onu hayata yedirilmiş inceliklerde arıyor. Eğer sanat yapayın teşhir edilen araçlarıyla bir gerçeğin buluşması ise, o zaman her yerdedir. Öyleyse her yerde bulunabilir o, 20. yüzyıl bunu keşfetmeyi sürdürür. İmkânsız gibi görünen sanatsal tavırlar ve biçimler, sanatın her yerde olduğunu göze sokacak şekilde yadırganmayla karşılanırlar. Bu arayış kuşkusuz din yerine konulan sanatın çeşitli olaylarıyla niye büyük katliamları engellemede bir etkisi olamadığına dair sorgulamalarla da başladı.
Hakan Akçura göçmen bir sanatçı olarak Stockholm sokaklarına “günaydın” başlangıcıyla taşımıştı güncel sanatı. Şaşırır insanlar önce, ama zamanla hoşlarına gider.
Kişinin ilişkilerine bir sanat eseri gibi özenmesini tebliğ bilinciyle de ilgili görüyorum. Tebliğci propaganda neferi değildir, yaşayarak ikna eder. Modernite ile birlikte hayatın içinden koparılarak çerçeveye alınan, müzelere yığılan sanatın işte bu yolla yeniden hayata karışması mümkün olabilir mi?
Güncel hayat güncel sanattan çok daha etkili; fakat işte, sanata dair ezberlerimiz yüzünden sarsıcı tecrübeler çerçeveye alınıp paketlenmediği sürece sıradanlığın hanesine yazılıyor. Felsefe ve sanat en zor zamanlarda çöküşe geçiyor, çürüme emareleriyle ve ardından yeniden doğuyor. Kış ortasında sınırı aşma zorunda kalan yaşlı kadın battaniyeye sarınmış, ısınmaya çalışıyor. Kış ortasında evlerini barklarını terke mecbur edilen Sur ilçesi ihtiyarları, bildiğimizi sandığımız her şey üzerine yeni baştan düşünmeye sevk ediyor.
1990’lardan bu yana sistemin sonuçları öngörülemeyecek krizini konuşuyoruz. Boris Kagarlitski’ye göre analizin yerini entelektüel oyunlara bırakması, krizin bir göstergesi. Daha dün isyan sayılan bugün bir meta. Geç kapitalizm krizini aşmaya çalışırken ticaret dışı sayılan manevi denge kaynaklarını temellüke ihtiyaç duyuyor. Gizem üretimi, aykırılık imajları, sistemdışılık ve yenilik vurguları etkili piyasa teknikleri; insanların ihtimallere ve umuda ihtiyacı var. Vasat sanatçı bu ihtimal ve umudu sönümleyen ürünleriyle ekranlarda dolaşıyor. Popüler filozofun albenili aforizmaları, eleştirel düşünce örnekleri gibi rağbet görüyor vitrinlerde.
Hem sistem içinde kalıp hem de sistemi eleştirmenin nasıl mümkün olacağı doğrusu önemli bir soru. İsyan ve uyumculuğun iç içe ilerlediği süreçlerde isyanın sanatı çok geçmeden uyumcunun serveti olarak çıkar karşımıza. Banksy farklı mı gerçekten? Hem sokak sanatı yapıyor hem de hâlâ gizemini koruyor. Sokakları kaplayan devasa eserlerine karşılık ne bir fotoğrafı var ne de sahici kimliği üzerine net bilgiler. İstanbul’daki girişi ücretli olan Dismaland sergisine dahil edilişi, bu açıdan şaşırtıcı geldi.
Hem içinde hem dışında olunamaz bir hırsı, bir acımasız programı var sistemin, hem içinde hem dışında olmanın sonucu “şok etkisi” uyandıracak buluşlar adına sürekli bir laf cambazlığı. Şok etkisi uyandırmaya dönük tasvirler ve yakalamalar çok geçmeden kapitalizmin krizinin ürettiği dehşet uyandıran fotoğrafların gerisine düşüyor. Her şey çok lüks, ihtişamlı, ama aynı zamanda sözde “yeni” adına eskimesi gerektiği için de dayanıksız olmak zorunda! Cep telefonundan enstalasyon sanatına kadar yenilik vurgusu etkisini koruyor tabii, ancak “ürün” çok çabuk eskiyor. Kagarlitski hatırlatıyor: Kapitalizm nasıl sürekli “daha yeni” mümkünmüş gibi yapıyorsa, akademi, sanat ve siyaset seçkinleri de kapitalizmi eleştiriyorlarmış gibi yaparlar. Bütün bunların kıyılarda değil de çevrelerde gerçekleşen modeller olduğu muhakkak. Çürüme varsa işte bu gözardılarda, danışıklı döğüşlerde, varmış gibi yapmayı olağanlaştıran alışverişlerde aranmalı. Dürüst eleştirinin nasıl silikleştirildiğinin ise sayısız örneği verilebilir.
İçinde bulunduğumuz dönem bir de sahip olunan mirasları talan dönemi. Sadece müzeler ve müzayedeler değil, taklit ve tekrar erbabı da sürdürüyor ataların mirasının talanını. Gerçekten faal olmak değil de faal görünmek gönlümüzü teskin edebilirmiş gibi… Alışılmış formlar risk içermediği için yere göğe konulmuyor. Ne sanatçılar daha yeteneksiz geçmiş bin yıllara göre oysa, ne insanlar sanatın şimdiki zamana özgü müdahalesine ihtiyaçlarını aşabilmiş durumdalar.
Yanlışlık tanımlarımızda başlıyor. Dinden koparıldığından beri kan kaybeden sanat hayatlarımızda neye karşılık geliyor? Biz sanatı “selam”dan koparıldığı yere taşımadan bir tekrar ve taklit olma halinden farklı görebilir miyiz? Yozlaşma, yorum cesaretinden yoksunlukla da başlıyor.
Selamı engelleyen ne varsa, sanatı da engelliyor, düşünceyi de; Hakan Akçura Stockholm’de gerçekleştirdiği “günaydın” performansında bunu ortaya koymayı istemişti. Selam yerine bilet, yeni sanatı doğduğu yerden kopararak kendi mekanına taşırken anlamı erken çürümenin havzasına savuruyor.
Güvenlik kameraları ve biletlerle kısıtlanan sanat ortamı, selamsızlığın çürümesini yenilik olarak sunmanın imajları peşinde. Banksy’nin eserlerinin sergilendiği Global Karaköy’e giden ressam arkadaşım Hülya Yazıcı, biletin 35 bin lira olduğunu öğrendiğinde kapıdan döndüğünü söyledi. Banksy -basında dile geldiği gibi, eleştirdiği sisteme bilgisi dışında, bir oldu bittiyle dahil edilmiş olabilir mi? Sokak sanatçısı geç kapitalizmin sanat piyasasına ucundan kıyısından bulaştığında itiraz cümleleri çözümsüzlüğe, dansı ise uzlaşma arayışına yoruluyor. Bize ahlakiliğe ihtiyaç duymayan kof bir estetiği telkin ediyor sanat baronları. Sokağın yüzü ve adı gizli sanatçısı bu nedenle heyecan uyandırıyor. Çoğu zaman olduğu gibi işte bu heyecanımızla hangi gerçek soruları ve gerekli mesafeleri yitirdiğimizi ise gecikerek öğreniyoruz. Her zaman, biraz veya epeyce, gecikiyoruz asli cevaplara.