Daha önce de yazdığım gibi, bizde sadece ‘Ramazan’ ile ‘Kurban Bayramı’na bayram denir. Gerisi praznik, yani tatil günü. Tatil günleri tatile gidilir, yazlıklara gidilir, gezilere gidilir. Çünkü tatil bize gelen, evlerimizi şereflendiren bir şey değildir. Evimizden, okul ve iş ortamımızdan bıktığımız an tatile gideriz. Ruhumuzun ikaz lambası yanıp sönmeye başlayınca, tatil zamanı gelmiş demektir.
Bu yüzden bayram, Ramazan ve Kurban bayramıdır. Nam-ı diğer ‘Hadzilarski bajram.’ Hacılar bayramı yani. Nazar değmesin diye, o baklavaların içinde ceviz dağları, tereyağı, tirit kumsalları (eh bizim baklavanın içine ceviz, yanında un, sadeyağ, yumurta sarısı karışımı bir hamur yapılır, tarhana gibi ince, tirit deriz), artı koyu şerbet ırmakları dokunmasın diye, Ramazan Bayramına, ‘Şeker Bayramı, Kolesterol Bayramı, Tansiyon Bayramı’ demeyiz. Bayram bizde tatil değil. Yani, iş günü de değil, son 28 sene içinde, ama tatil olmaz.
Evin en ücra köşesinden tozlar alınır, eskiden Bayram hazırlıklarının olmazsa olmazıydı bu boya badana işleri, şimdi… Oruçlu oruçlu boyacının suratına kim baksın, boş ver, temizlik yeter. Ama adam gibi bir temizlik. İçimizi oruçla, namazla, ibadetlerle temizlerken, mal mülkümüzü zekâtla temizlerken, evimizin de bayramlık hakkı var.
Çocukken, bayramlardan günler öncesi itina ile seçtiğimiz kıyafetler, ayakkabılar, çoraplar, içlikler, pijamaya kadar her şey yepyeni, her şey bajramluk’tu. Bayram günü sabahtan beri – evimiz karınca yuvası misali kaynıyor. Hane ehli için kahvaaltı, sonra – kadın kısmı evde misafirleri karşılıyor, erkek kısmı bayram ziyaretlerine gidiyor.
Her gelen misafirin önüne şerbet-kahve-baklava (kimi evde tercihen baklavanın yanında yaş pasta) ikram edilirdi. Misafir ‘valla kalsın, çok fazla tatlı yedim’ sözleriyle direnirse, anne o meşhur göz kaş işaretiyle bize misafirin önüne börek, kuru et, peynir gibi tuzlu bir tabak getirmemizi emrederdi. Hiçbir söz sarf etmeden, misafirle başladığı sohbeti kesmeden, neler getirmemiz gerektiğini hatasız bilirdik.
Kimin nasıl kahve içtiğini, kimin ise içmediğini, kime çay ikram edeceğimizi adımız gibi bilirdik. Hiçbir şey sormadan, üstümüzdeki yeni giysilerle defile ile garsonluk arasında bir tecrübeydi… Çocukluk dükkânımızda sadece nakit makbul sayılırdı, şeker ve çikolata karşılığında riyakârca bir tebessümle teşekkür edilirdi. Bir araya toplandığımızda (Bayramın ikinci veya üçüncü günü genellikle) biz çocuklar kendi aramızda da yarışırdık: kim daha çok kazandı diye. Bayrama seviniyorduk, mutluyduk, seviyorduk o kimliğimizin bayramını. Bayram evimize geliyordu, biz de kutluyorduk. Neşeliydik, mutluyduk. Çünkü bayram bizim evimizi misafirlerle şenlendirecek, şereflendirecek.
Yakınlarıma bajramlukları almak benim için apayrı bir keyif. Hediyeleri seçerken kafamda, hediyeyi sahibine teslim ederkenki yüz ifadesini canlandırmaya çalışıyorum. Günler önce alışverişleri bitiriyorum, bayram arefesi mesaiden sonra itina ile baklavaları, yaş pastaları, kurabiyeleri, börek – çörekleri yapıyorum. Ertesi gün misafirler evimi dolduracak. Bir misafirlerle oturan anne, bir ikramları getiren kız olacağım. En güzel elbisemle. Olsun, evim dolu olsun, Bayramım gelsin yeter.
Ertesi gün ben de kısa bayram ziyaretleri için büyüklerimizin kapısını çalacağım. Sahipleri bekaya göçtükleri için kimi kapılar açılmaz oldu. Yoksa bayram günü hayatta evi boş bırakmazlar. Ertesi gün evimize bayramlaşmaya gelmesine alıştığımız kimseler artık gelemeyecek. Bayramın ikinci sabahı, misafirler evimize henüz gelmeye başlamadan, biz, gözümüzün yaşını gizleyerek, mezarlarına gidip baklava yerine birer Yasin, kahve yerine birer Fatiha ikram ederiz. En güzel kıyafetimizle. Güler yüzle. Bir de bize çocukken bajramluk veren amcalara, dayılara, aile dostlarına sunduğumuz ikramları hatırlarken, sevip sevmediğimizi hatırlarken, ruhlarını manevi ikramlarla ferahlatmak… Mutlu olmak, karşındakini mutlu etmek ne kadar güzel, değil mi?
Neşeli ve mutlu olacağın sadece iki bayram var senede. Geceleri, gözyaşlarını kimseye fark ettirmeden, hıçkırıklarını duyurmadan içine ağlayacaksın. Bayram sabahında annesinin elini öpemeyen mülteciye, bombardımanda kaybettiği veledini koklayamayan Gazzeliye, cemaatsiz kalan camilere, metruk kiliselerde ibadet eden Müslümanlara, Kudüs’e, kaybedilmiş hoşgörüye…
Yutkunduğunda boğazında bir dua takılacak. Sessizce. Şimdi dik dur, neşeli ol…
İş ve tatil için geri kalan yılın tüm günleri var.