Geçtiğimiz günlerde, Bekârlığa Veda Partisiyle eğlenmek için gittikleri Dubai’den dönerken İran semalarında düşen Türkiye uçağında üçü mürettebat olmak üzere 11 kişi ölmüştü.
Bu hadise üzerine, çok değişik yazılar yazıldı.
Benim mail adresime de bir arkadaşım tarafından şu satırların bulunduğu bir mesaj geldi:
“Savcıları Göreve Çağırıyoruz
Bekârlığa Veda Partisi için Dubai’ye giden sosyeteye ait 11 kız, İran’da geçirdikleri uçak kazası sonucu, yanarak can verdiler. SORUYORUZ: Bu kızları tek başlarına kim gönderdi. Bekârlığa veda için niçin Nikâh Dairelerine değil de Dubai’ye gönderildiler. Ölenler arasında Modacı Burcu’yu hamile bırakan kim? Rotayı kim belirledi? Kalkıştan önce, uçağın bakımı yapılmış mıydı? İşte burada Bozkır Kur’an Kursu yangınını araştıran tecrübeli savcıları göreve çağırıyoruz. Öyle bir araştırın ki, sanki düşen uçak bu kızları değil de, Umreye giden 11 Kur’an Kursu Hocası’nı taşıyan uçakmış gibi düşünün. Hiç acımayın, dindarları sorgular gibi sorgulayın. Size güvenimiz sonsuzdur. Görelim sizi. Bekliyoruz.”
Arkadaşımın bu yazısını önce bir ironi gibi algıladım ve hemen şöyle bir cevap verdim:
Selamün Aleyküm sevgili dostum. Savcıların işi gücü yok mu? Bunlarla mı uğraşacaklar? Sana ne, nereye isterlerse giderler, sen ne karışıyorsun? “İstediğimden hamile kalırım. Hayat benim hayatım, beden benim bedenim” deme özgürlüğüne sahip laik düşünce sahibi bir kimseyim ben… Sen bana karışamazsın… Sen ancak zavallı, süklüm püklüm, ikinci sınıf Müslüman vatandaşlara karışabilirsin.
Türkiye halkının kahir ekseriyetinin Müslüman, dindar bir halk olduğunun ve her zaman horlandığının, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulduğunun farkına vardım.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi babalarının malı gibi gören çok küçük bir azınlık tarafından; Müslüman veya gayrimüslim Anadolu halkının parya muamelesine tabi tutulduğu acı bir gerçek olarak gözümün önüne geldi. Bu acı gerçek maalesef ve maalesef AK Parti iktidarında da kısmen devam etmekte.
Evet, acı gerçek bu. AK Parti iktidarına rağmen dindar insanlar hâlâ bu ülkede aşağılanabilmekte. Ve aşağılayanlar ne yazık ki iktidar tarafından nimetlendirilmeye devam edilmekte. Müslüman Anadolu Halkının din anlayışı bu çevreler tarafından horlanmakta.
Kendini memleketin tek sahibi gören bu azgın azınlık mensubu insanların televizyon, gazete veya dergilerinde İslam’a ve Müslümanlara hakaret eden, aşağılayan haberleri, dizileri görüyoruz. Mesela 16-17 yaşında bir kıza tecavüz hadisesini, televizyon ve gazetecilik tekniklerini kullanarak, “Vahşet, 16 yaşındaki kıza tecavüz etti” diye veriyorlar. Haberin böyle veriliş maksadı, Anadolu insanını, daha doğrusu Müslümanları aşağılamak.
Aynı televizyon, haber saatinin devamında, birkaç haber sonrasında, “Sanatçı Mu… Başoğlu ile Bur… Başoğlu Kabadayı arasında büyük bir aşk yaşanıyor” diye bir haber seyredersiniz. Haber pornovari sunumla devam eder: “Bur… Başoğlu Kabadayı …. amcasıyla beraber geçirdiği uzun aşk gecelerini, unutamadığını anlattı…”
Evet, Türkiye’de azgın azınlık tahakkümü var. Azgın azınlık kesim, Batı tipi bir hayat tarzını toplumda yerleştirmek için elinden gelen gayreti gösteriyor. Dizilerde yaptıkları tam da budur. Batı ülkelerindeki ensest, lezbiyen, homoseksüel ve daha birçok sapık ilişkiyi dizilerinde işleyerek normal ilişki gibi gösterme gayreti güderler. Aynı dizide imam veya dindar rolündeki şahıs sahtekârlık, üçkâğıtçılık yapar. Böylece İslam’a ve Müslümanlara saldırırlar.
Bu azgın azınlık kesimin, laik Kemalist Ulusalcılarının AK Parti İktidarına yön verme gayretlerine şahit olmaktayız maalesef.
Başka bir yazıda, buradan devam edelim…
***
Menemen komplosu ve kurbanı Erbilli Esad Efendi
İslam düşmanları, özellikle Cumhuriyet döneminden sonra ele geçirdikleri devlet imkânlarını kullanarak, İslam’ı toplum hayatından söküp atmak için her türlü çareye başvurmuştur. Anadolu insanının İslam’a olan bu derin saygısını yok etmek ve İslam’ı toplum hayatından söküp atmak için, Osmanlı’nın son yüz senesi ve Cumhuriyetin seksen senesi entrikalarla doludur. Bu entrikalardan birisi de Menemen komplosudur.
Cumhuriyet Türkiye’sinde Müslümanları sindirmek ve ezmek için, Menemen’de bir oyun tezgâhlanır. Kendini Mehdi ilan eden Mehmet isminde bir kişi, camide namazı kıldıktan sonra elinde Tevhid sancağıyla cami çıkışında: “Sancağımız etrafında toplanın. Müslüman’ım diyenler gelsin. Durmayın. Küfrü tepeleyeceğiz. Yerinden emir aldık. Kuvvetler hazır.” diye bağırarak, merkeze doğru yönelir. Etrafında da birkaç kişi vardır. Bir müddet sonra, olay yerine yakın bir yerde bulunan kışlada, Kubilay ismindeki teğmen olayları görür ve yanına aldığı bir manga askerle Mehdi Mehmet ve yanındaki birkaç kişiyi kuşatır. Mehdi Mehmet’e yaklaşan Kubilay ona bir tokat atar. Mehdi Mehmet silahını Kubilay’a doğrultup ateşler. Kubilay yaralanıp, yere düşer. Etrafındaki askerler, panikle kaçışırlar. Mehdi Mehmet bu kargaşa arasında Kubilay’ın başını keser, vücudundan ayırır. Bu arada toparlanan askerler etraftan, Mehdi Mehmet’in adamlarına ateş açarlar. Bunlardan birkaç tanesini ve Mehdi Mehmet’i öldürürler.
Menemen halkı olayı sadece seyretmektedir. Halk olumlu veya olumsuz herhangi bir tepki vermemiştir. Olaylar yatışmıştır. Menemen sakindir. Ankara olayı haber alınca hemen ileri gelenler toplanır.
31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde, 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı Başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur.
Esad Erbilî, 23 Aralık 1930’da İstanbul’da tutuklanarak Menemen’e sevk edilir.
General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divanı Harp Mahkemesinde 24 Ocak 1931 günü iddianame okunur. 29 Ocak 1931 günü mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile 37) kişinin idama mahkûm edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatına, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmeder ve karar Meclis’in onayına sunulur. İdam hükümlülerinin altısının yaşı küçük olduğundan ölüm cezaları ağır hapse çevrilir. TBMM Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını 2 yıl hapse çevirir.
Kalan 28 sanık, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de idam edilir.
İdam talebiyle yargılanan, 84 yaşında olduğu için yürümekte bile zorlanan Erbilli Esad Efendi’nin ilerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbete çevrilir. Oğlu ise idam edilir. Hapishanedeyken üremi tedavisi için askerî hastaneye gönderilir. Rahatsızlığı artınca doktor, “iyileşmeniz için gerekli” diyerek her gün iğne yapmaya başlar. Tedavisi devam ederken, 4 Mart 1931’de gece vakti vefat eder. İddialara göre damar içi enjeksiyon ile potasyum verilerek zehirlenmiştir. Naaşı ailesine verilmez, cenaze namazının kılınmasına bile izin verilmeden Menemen’de defnedilir.