Oğlum bir türlü çirkin kelimesini kullandırmaz. Özellikle insan için. Hayvan, bitki sıfatı olarak da kullandırmaz. Allah yarattı diye. Yemek için de lezzetsiz dedirtmez. Nimete hakaret diye. Sert bir yüz ifadesi, belli bir ses tonu ile “Anne!” seslenmesi bana yetiyor. Bir dilci olarak, bu anlamları ifade etmek için bir çare bulmakta uzmanlaştığımı düşünüyorum. Hayııır, oğlum yemez bunları. Neyse, Türkçe anlamıyor diye yazabilirim. Ötekinin çirkin yüzünü anlatabilirim. Çünkü gözümüze çirkin görünen hep ötekidir. Peki, bu sadece zamanımıza özgü bir şey mi? Tarih veya şair tezkirelerine bakarsanız, ötekinin çirkin tarafları o kadar güzel tasvif edilmiş ki… Ötekini çirkin göstererek ötekiliği en güzel ispatlatmış olduğumuz için, tarih boyunca buna bu kadar emek sarf ediyoruz.
Belki, ötekinin kötü taraflarını parmakla göstererek kendimizi olduğumuzdan iyi göstermeyi umuyoruz. Biz Saraybosnalılar mükemmel olmasak, bir Sancaklılara baksanıza… Bizden iriyarılar mesela… Kafaları böyle. Birbirlerine hep yardım ediyorlar, birbirlerini hep destekliyorlar. Yok, biz şehirliler fenayız, fakat şu bedevilere bir baksanıza… Tuttuklarını koparırlar yeminle. Biz kadınlar dedikoducuyuz, fakat erkeklerin dedikoduları bizimkilerin üçte biri bile değil. Bizim imam da su üstünde yürüyemez, fakat öteki mahallenin imamına bir bakarsan, deri mont dar kot giyer… Yok, bizim tekkenin şeyhini pek bilgili bulmadınız, fakat ötekinin… Sormayın, kimden icazet aldı bile belli değil, cahil cühela. Biz Bosnalılar şöyle böyleyiz, amma Hersekliler o kadar kurnaz ki… Saraybosnalılar sadece israflı değiller, fakat Foçalılar, o kadar cimri… Bosna’nın İskoçyalıları. Kayserilileri yani. Sarayevo Futbol Takımının taraftarları kel-tatoolu, fakat Željo’nunkileri bir görseniz… Hani ağızlarındaki diş sayısı kafa sayısını aşmaz… İkisi bir araya gelince, en kötüleri Zenica’daki Çelik takımının taraftarları, bunları da bir şekilde birbirleriyle barıştırırsak Mostar’daki Velej’in taraftarları veya Tuzla’daki Sloboda’nın taraftarlarının kötülenecek yeterince tarafları var. Eee orda bir ırk millet farkı var mı diye sorarsanız, hani insanlar arasında bir dini veya milli husumet var mı, savaşta kimin tarafında olduklarını sorarsanız, cevap hep aynı.
Ötekinin kurnaz olduğunu söylemekle kendi kurnazlıklarımızı başkasının kurnazlığıyla örtüyor gibi oluyoruz. Bu da yerel düzeyde. Beynelmilele gelince iş daha ciddiye biniyor: Acemler, hani Caferiler, din algılarına birçok şey karışmış… Araplar, bunlar taklitçiler, bedeviler, din algıları çoook dar. Kendi kendimize en iyi dindar tapusunu verdik. Biz, Osmanlı torunları yani. Anadolu ile Rumeli Beylerbeylikleri birbirinden ayılmayınca. Ayrıldık mı, oooh ne mutlu bize: Anadolulular yobaz, Karadenizliler kurnaz, Doğulular fakir, Batılılar dinsiz, Rumeli erkekleri namazsız niyazsız bir de sarhoş, hatunları açık, açık olunca hafif meşreplikleri de hemen köşenin arkasında. Birbirimize kötü bir sıfat yapıştırmaktan hoşlanıyoruz. Hele de abdestli iken.
Hadi, biz sıradan insanlara bakmayın. Âlim ulema da aynısını yapar: Kendi sınıftakileri eleştirirken yerle bir eder. Gıybet malzemesi kalmayınca, iftira çuvalından da eklenir. Meşayihler, üniversite hocaları, imamlar, aynı parti mensupları, mütercimler, hâkimler, yazarlar, yayıncılar, herkes istisnasız kendi meslek erbabının kötü taraflarını iyi bilir. Birbirimizin dürüstlüğünü, imanını, namusunu, bilgi seviyesini tartarız. Meslektaşımızın hatasını bulduk mu, az kalsın halay çekeriz. Karşı mahalle sakinlerinin kusurunu gördük mü eteklerimiz zil çalar. Öteki şehrin/kasabanın/ülkenin pis kokusunu hissettik mi, mutluluktan ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Elin bahçesindeki ekşi elmalara seviniyoruz. Bir de kendi İslamiyet’imizle, imanımızla, ihsanımızla iftihar ediyoruz.
Bir cehennem fıkrası geldi aklıma: Cehennemde milletler, cemaatler hep grup grup içerde. Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar, Ateistler, Agnostikler, Budistler, Ateşperestler… Her grup bir çember yapar, birbirlerinin omuzlarına çıkar, cennetten bir iki meyve koparıp diğerleriyle paylaşmak için. Tam cennet meyvesinin dalına yaklaşınca, her grubun üstünde birer zebani, en üste çıkanları kırbaçla aşağıya doğru indiriyor. Sadece Müslümanların üstünde zebaniler yok. Biri merak etmiş, sadece Müslümanların zebanisi yokmuş, nedenini sormuş. Bizim zebanilere ihtiyacımız yok demişler, aramızdan biri yükseldi mi, hepimiz onu aşağıya düşürmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Bu arada dünyanın başkentini, bütün dinlerin başkentini, Hakikat’in başkentini özelleştirmeye kalkışmışlar. Sürgünler, kültürkırım üzerinde yapılmış bir yapının başkenti olarak ilan etmeye.
Biz de ötekinin kusurlarını arıyoruz. Bulunca mutlu oluyoruz. Buldukça mutluyuz. Baktığımız tarafın aynadan başka bir şey olmadığını göz ardı ederek.