Avustralya’nın mülteci hayvanları “deve”ler

Pireler berber değil keskin nişancı iken, develer tellal değil ölümün hamalı iken. Bir vardılar ve hiç yoktular, çok öldüler. Az gittiler oradan kovuldular, uz gittiler orada devrildiler. Dere tepe düz gittiler ama hiçbir zaman bu kadar vicdan çölünde yalnız bırakılmadılar.

Yok deve! Diyeceğimiz bir bahane “Çok su içmeleri öldürülmelerine sebep.” Yer Avustralya 19. yüzyılda Hindistan’dan, Afganistan’dan Ortadoğu’dan İngilizler tarafından getirilen develer, şimdi ölüm hendeğini atlamaya çalışıyor.

Anlayacağınız şu an ülkemizde mültecilere gargaralık bir kesim nasıl eziyet ediyorsa, Avustralya’nın mülteci hayvanları develere de o derece eziyet ediliyor.

Tetiğe basıldığında silahı, piyano tuşlarına basıldığında notaları, damarına basıldığında öfkeyi ele veren şeyin adı ses. Siz insanın yüzüne baktığınızda hangi sesi duyarsanız, insan o teldedir.

Hamur işlerinde başarısız çamur işlerinde başarılı bir kesimin sesine bakıyorum. Birileri ölse de kefenine öfkemizi sarsak, mezar taşına slogan yazsak diyen moloz yığını. Hani neredeyse 20 yaşında Sibel’i gömecek küreklere diyalog yazan şeref züğürtlerinden bahsediyorum.

Ailesi defalarca açıklama yapmasına rağmen Sibel’in ruhundan devlete asi kız dizisi yazmaya kalkan sezonluk sefillerden bahsediyorum.

Başkasının ölümü kadar kullanışlı bir alışveriş yoktur. Önce nefretlerine alıştırırlar sonra da öfkeleri nereye isabetse oraya veriştirirler.

Hesabı da gariban aile öder. Ölünün arkasında bıraktıklarını döküp saçmak, zorbaların tezgâh yağmalamasından başka bir şey değildir. Öyle de oldu.

Çekiştirdikleri ölüm ellerinde kaldığında toprağa salya kuyuları açan mezarcılara iş çıkmadı. Genç bir kız ruhsal bunalımıyla olan mücadelesini son nefesiyle kaybetmişti ama bu yürüyen göbek yağları, bu azgın hacet muslukları inanmak istemiyordu.

Acıyı gişesine dolamak isteyen yeteneğini sıksan ancak mezbaha kantini işletecek herif “ Sana bakamadık Sibel, seni koruyamadık, bir lira cebine koyamadık” mesajlarıyla bezeli iç böğürtüsünü, pipetle para yudumlarken atıyordu kim bilir.

Bunlar içtikleri gazozun asidinden daha erken kaçan sahil terlikleri, sadece kazıp bırakmayı bilirler.

Bunu niye yazdım?

Bakın, acıyı ve ölümleri konforlu nefret süngeri haline getiren zihniyet Avustralya’da öldürülen Develer için de aynı şeyi yapıyor.

İnsandan acı seçen bu patolojik kafa, sadece seçtikleri hayvanların severi oluyor. Acısını seçtikleri ölümleri yüceltip, işlerine yaramayan hayvanları da keskin nişancıların önüne atıyor.

Buna medeniyet derseniz en yakın kanguru torbasına atlayın ve zıplayarak uzaklaşın.

Diz üstü sevimli koala, belgesel çekimlerinde ekrana zıplayan üç beş kanguru sempatikliği develerin boyuna erişemedi sanırım. Ya da söz konusu deve olunca bu tipler, hayvansavar oluyor.

Develeri görünce akıllarına Müslümanlar geliyor çünkü tıpkı buradaki Suriyeli mülteci kardeşlerimizi görüp pis Araplar diyerek ağız burun harmanlayan faşist sefillerin aklı gibi.

Develeri görünce oryantalistlerin gözlüklerine buhar olan entelLEŞtüel atık coğrafyalar geliyor.

Develeri görünce akıllarına ‘Çağrı Filmi’ geliyor.

Onlar develere değil çağrıştırdıkları Müslümanlara öfkeliler.

Bu develer çok su içiyor diye öldürüleceklerse, önce çok kan emen adı Dünya Devi olan büyükbaş sinekler ölmeli. Yani zalimler!