Avrupa’nın hastalıklı vicdanı: Engizisyon

Avrupa’da 8. yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan engizisyon mahkemeleri, Hristiyanlıktan dönen, ya da Katolik Kilisesinin ortaya koyduğu dini esaslara başkaldıran kimseleri yok etmek (özellikle Yahudi grupları) maksadıyla kurulmuş ve 19. yüzyıl ortalarına kadar etkisini sürdürmüş mahkemelerdi.  8. yüzyıldan önce, Hristiyanlığın henüz kurumsallaşmaya başlamadığı yıllarda sapkın inançlara karşı sert yaklaşımlar izlense de kilisenin bunda bir dahli bulunmuyordu. Katolik Kilisesi, kültürel ve sosyal gelişmelere paralel olarak Avrupa’da din üzerinde birleştirici bir manevi güç haline gelmesiyle birlikte adli inisiyatifi eline aldı ve bunun üzerinden bir cezai mekanizma oluşturmaya başladı.

Engizisyon mahkemeleri resmen kurulmadan evvel Papa III. Alexander, dinden dönenlerin tutuklanması, aforoz edilmesi ve mallarının ellerinden alınması gibi cezalarla ilgili direktiflerini 1179 yılında vermişti. 1184’te de Papa III. Lucius, aforoz edilenlerin sürgün edilmesi, mallarına el konulması, vatandaşlıktan çıkarılması gibi ağır cezaların verilmesine ön ayak olmuştu. Ancak engizisyonun temelleri piskoposlara kendi bölgelerinde dinden sapanları soruşturma yetkisinin verilmesiyle atıldı. Bu konuda yerel idareciler de piskoposlara yardımcı olacak aksi takdirde cezalandırılacaklardı. Soruşturmalar senede en az bir kez yapılacaktı. Bu durumu kendine bir dini vazife gibi gören Hristiyan vatandaşlardan piskoposlara yardım edenler de vardı. Bunlardan biri olan Aziz Dominik ve yedi arkadaşının kurduğu teşkilat Papa III. Honorius tarafından bir tarikat olarak kabul edilmişti. Dominikenler adıyla bilinen bu grubun amacı sapkın inanışların yayılmasını engellemekti (Fransisken ve Sistersiyenler de aynı amaç için bir araya geldi). Aziz Dominik bu anlamda ilk engizitör (sorgulamacı) olarak kabul ediliyordu.

Vatandaşlar ihbar ediyordu

Engizisyonun, Papa IX. Gregory zamanında kurulduğu söylense de daha önce Papa III. Innocent devrinde (1198-1216)  dinden dönme vakaları üzerinde ciddi soruşturma ve yargılamalar yapılmaktaydı. Bu dönemde cezalarda bir değişiklik olmasa da Yahudiler üzerinde uygulanan baskı artmıştı. Papa IX. Gregory’in 1227 yılında göreve başlamasıyla birlikte sapkınların takibi, yakalanması ve yargılanması hız kazandı. Vaazların, nasihatlerin bir işe yaramadığını gören kilise yetkilileri, dinden dönenleri artık sadece ruhban sınıfının yardımıyla değil normal vatandaşların ihbarlarıyla da yakalamaya çalışıyordu. Engizisyon mahkemeleri, İtalya’da kurulmaya başlanmış daha sonra Fransa, Almanya, Portekiz ve İspanya’ya da yayılmıştı. Bu mahkemeler özellikle İspanya’da Hristiyanlaşan Müslümanların (Morisko) ve Yahudilerin korkulu rüyası olmuştu. Ayrıca Krallar nüfuzlarından çekindikleri feodal beyleri ortadan kaldırmak için kilisenin de yardımıyla engizisyonu kullanmış, pek çok asilzade dinden sapma suçuyla yargılanarak feci şekillerde idam edilmişti. Bununla da yetinmeyen mahkeme, derebeylerin mallarına el koyarak devlet hazinesiyle paylaşmıştı. Engizisyon uygulamaları Avrupa’da sadece İngiltere’de uygulanmamıştı (sapkın diye adlandırılan grupların İngiltere’de tutunamaması sebebiyle).

İşkence emri Papadan

Papa IV. Innocent (1243-1254), kendi devrinde ilk engizisyon el kitabını hazırlayarak mahkemelerin bilgi temin edebilmesi için suçlulara işkence yapılmasına karar verdi. Tahta kıskaçlarla etlerin sıkıştırılması, tırnakların veya dişlerin sökülmesi, susuz, uykusuz bırakılma, vücudun ateşli demirlerle dağlanması, kemiklerin teker teker kırılması, etlerin koparılması, derinin yüzülmesi, bedenin diri diri yakılması, aç hayvanlara yem yapılması gibi işkence metotları engizisyon mahkemelerinde suçunu itiraf etmeyenlere uygulandı. Mahkemeler sanığa kendini müdafaa etme hakkı vermişse de bunun pek işe yaradığı görülmüyordu. Tutukluların masum olduklarına dair gösterdikleri şahitler de engizisyon önünde korkudan lehte konuşma yapamıyordu. Suç isnat edilenler için en büyük şans ne ile itham edildiğinden haberdar olmaktı. Ancak kimin muhbirlik yaptığı ve suçun nerede ve ne zaman işlendiği sanığa söylenmezdi. Sanıklar da genellikle bunu bildiği için işkenceye maruz kalmamak adına suçu kabul eder hakkında verilecek cezaya boyun eğerdi. Zaman zaman muhbir ve şahitlerin de işkence gördüğü oluyordu. Az bir ihtimal dahi olsa mahkemede idam kararı çıkmayanlar özel bir elbise giymek zorundaydı. Bu elbise diz kapaklarına kadar gelen ve üzerinde kırmızı haçlar olan entari tarzı bir kıyafetti. Suçlular bunu kilisenin karar vereceği tarihe kadar giyer, sonra merasimle çıkartarak affolunurdu. Ancak ne malı ne de medeni haklarını bir kez daha geri alamazdı. Mahkeme kararları sivil ve dinî otorite huzurunda okunmaktaydı. Öldükten sonra suçlu olduğu anlaşılan kimselerin naaşları da mezardan çıkarılarak at arabalarının arkasında dolaştırıldıktan sonra yakılırdı. Bu bir nevi halka gözdağı vermek anlamına geliyordu. Yani ölmeniz cezalandırılmanıza mani değildi.

Engizisyonlarda reva görülen muamele bazen öyle noktalara varıyordu ki Papalık mahkemeleri uyarmak zorunda kalıyor, pek çok hâkimin de görevine son veriyordu. Bu mahkemeler Reform hareketleri ile birlikte ortaya çıkan Protestanlara karşı da acımasız kararlar vermişti. Engizisyon zihniyeti her ne kadar sadece Katoliklik ile özdeşleşse de Martin Luther veya Kalvin gibi dini önderlerin kendi düşüncesinden olmayanlara karşı gaddarca davrandıkları vakiydi.

Engizisyon Avrupa’da XVII. yüzyıl sonlarında ortadan kalktı. İspanya’da ise 1808’de, Fransızların İspanya’ya girmesiyle Napolyon tarafından sona erdirildi. Daha sonra yeniden canlandırılmak istense de 1834 yılında tamamen yok oldu. Lakin batı dünyası, öteki karşısında engizisyon mantığını bir zihniyet olarak devam ettirmekte hala kararlı görünüyor.