Ayşe Böhürler’i 1980’lerin başlarında gerçekleşen ev toplantılarında tanıdım. Küçükyalı’da, Mevhibe Kor’un Turgut Reis Apartmanı’ndaki dairesinde gerçekleştirdiği okuma toplantılarında da rastlaşmış olmalıyız; o toplantılara katıldığını daha sonra öğrendim. Sayısı yirmiyi bulmayan başörtülü öğrenci grubu İstanbul’un farklı semtlerindeki ev toplantılarında bir şekilde karşılaşıyorduk. Havva Sula ve Ayşe Sula’nın Bakırköy’deki evlerinde gerçekleşen bir toplantıya götürmüştü beni Hasibe Turan, ilk kez orada sohbet ettik Ayşe’yle. Birkaç yıl sonra, 1988’de kucağında Zeyd’le Beşiktaş’taki evime gelmişti. Ben de daha sonra kucağımda Merve’yle sık sık onun evine gittim, hatta gece yatısına kaldım.
Her şeyden önce Ayşe’nin 90’larda yaşadığı Aksaray’daki evinin ortamından söz etmek gerek. O her zaman beraber okuma ve yazmaya çabalayan, birlikte öğrenmeyi önemseyen bir yazar oldu. Bu nedenle medyaya ve oradan da siyasete yöneldiği söylenebilir.
İran’da yaşadığım yıllarda bir ayağım İstanbul’da olurdu. Temelde anne ve babamın evinde kalsam da özlemle dolaşırdım arkadaş evlerinde, yanımda küçük kızım Merve. Süreyya Yüksel ve Sabiha Ünlü’nün kurduğu “Suffa”dan ve Hasibe Turan’ın evinden sonra en çok gecelediğim ev Ayşe’ninkiydi. Gerçi o evde sadece ben kalmazdım, halka halka genişleyen arkadaş grubu içinde uzak şehir ve ülkelerde bulunup da ziyarete gelmiş olanlar, aile evine gelir gibi çalarlardı kapısını. Koridorlarda çocuklar dolaşırdı, mutfakta sürekli bir faaliyet olurdu, bir taraftan da bir faaliyet planı yapılırdı. Ayşe’nin onca kalabalık ve gürültülü ortamda okuyup yazması bana olağanüstü gelirdi. Ne gergin ne yorgun görünürdü. Bir taraftan kitap okuyarak çocuğunu uyuturdu. Küçük kızı Zehra’nın bebeklik çağında, zorunlu bir görüşme konusunda tereddütler içinde olduğumu fark ettiğinde, “Merve’yi bana bırak sen git gel” deyişini hiç unutmam.
Ayşe öyledir; şehrin en uzak ucundan koşarak gelebileceğinize inandığınız kişi. Evinde kalırsınız bir gece. Ağırlar. Sabah uyandığınızda kahvaltı sofrasını hazır bulursunuz. Bir ara ortalıktan kaybolduğunda bavul hazırlığı içinde olduğunu görürsünüz. Uzak bir ülkeye belgesel çekimine gidecektir öğle üzeri, ama rahatınız kaçmasın diye size söylememiştir.
Ayşe’yle okuma çizgimiz ve edebiyat zevkimiz büyük ölçüde benzeşir. Sevgi Soysal, Füruzan, Kazancakis, Maksim Gorki, Kemal Tahir, Thomas Mann, Vüs’at O. Bener, Sabahattin Ali… Belgesel alandaki çalışmalarını gurur duyarak izledim, o alanda ilerlemesini diledim hep. Belgesele yönelen ilk yakın arkadaşımdı, kurguya da yönelebilir diye umuyordum. Ancak tarihsel itki nedeniyle olsa gerek Ayşe siyasete yöneldi. Siyasal alandaki özverileri nedeniyle kaleme alabileceği, çekebileceği eserlerden feragat etti. Bu seçimlerdeyse meclise girmek için çalışıyor. Siyasetteki mücadelesini, Türkiye’yi konjonktürel olarak etkileyen bir dalganın önüne getirdiği sorumluluktan bağımsız düşünmediği söylenebilir.
Kişiliğini tek kelimeyle ifade edecek olsam, “duru” derdim. Süslü, şatafatlı anlatımlardan hoşlanmaz Ayşe, meramın açık ifadesinden yanadır. Şimdi sizinle konuşurken nasılsa her zaman öyledir, öyleydi. Sürekli neşeli, kibar, ilgili; her zaman fedakâr, hizmet ehli. Gittiği her yeri proje, eleştiri ve analizleriyle, organizasyon becerisiyle harekete geçiriyor. Kadir Gecesi Esenler’i ziyaretinde paylaştığı bir videoyu izledim Twitter’da; 41 yaşında engelli bir oğlu olan yaşlı kadınla hasbihalini anlatıyor. Ayşe evin kızı gibi davranır insan ilişkilerinde, günü ne kadar yorgun geçirirse geçirsin bir köşede oturup kaldığı görülmemiştir. Akif Emre’nin vefat ettiği günlerde Dürdane Hanım’ın yanındaydık. Ev kalabalıktı. Herkes bir işin ucundan tutmaya çalışıyordu, en faal olanlardan biri yine Ayşe’ydi; o eve ilk kez geldiği halde.
Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biri, 90’lar, bir kitaba ulaşmak için şehrin bir ucundan diğerine gitmeye üşenmediğimiz yıllardı aynı zamanda. Ayşe’nin evi alternatif bir kamusallık arayışına dönük bir mektep gibiydi. Tartışmalar, okumalar yapılır, sivil toplum örgütü mensuplarıyla bir araya gelinir, sokak çocukları konuşulur, “hayat kadınları” ve diğer şehir düşkünleri üzerine çareler düşünülür, başörtüsü yasaklarının hedeflediği bezginlik ve kötümserliğe izin vermeyen bir gündem takip edilirdi. Sanat ve edebiyat değişmeyen başlıktı.
Aradan geçen yirmi beş yıl içinde ne çok şey değişti ama o evde gerçekleşen söyleşilerin çeşitli başlıkları yeni içerikler kazanarak bugünlere taşındı. Geçen hafta bir akşam, Haseki’de bulunan Hanımlar Kültür ve Eğitim Vakfı’nda iftar için bir araya getirdi arkadaşlarını Ayşe. Yıllardır görüşmeyenler görüştü, birbirini medya üzerinden tanıyanlar yakından tanıştı. Ayşe’nin her zaman böyle toparlayıcı bir rolü olmuştur arkadaş çevresinde. Söz onundu, bütün zarafetiyle konuklarını anlattı tek tek. Bizler de onu anlattık. Wallerstein’ın sözünü hatırladım onu dinlerken. Belalı zamanlardan geçiyoruz 1990’lardan bu yana. Bu dönemin sorunlarını en yapıcı şekilde üstlenmenin yolu berrak ve faal olmak. Kim nerede çalışmayı tercih ediyorsa ancak berrak kimliğiyle faaliyetine anlam kazandırabilir. Ayşe, duru ve faal kişiliğiyle kuşkusuz nerede olursa olsun halka hizmeti Hakk’a hizmet bilecek.