‘Arapları ümmete teslim etmeyelim!’

İki hafta önce, Suudi Arabistan’da 30 küsur ülkeden oluşan ‘Teröre Karşı İslam İttifakı’ kuruldu. Türkiye’nin dahil olduğu, Mısır’ın son anda eklemlendiği, İran ve Irak’ın dışarıda tutulduğu sürpriz bir girişimdi. DAİŞ gibi terör unsurlarına karşı, bölgenin kendi dinamikleri ile mücadele edebileceğine dair ‘şaşırtıcı’ bir girişim…

Derken, bir hafta sonra, yani geçen hafta, Kahire’de Arap Birliği ‘olağan dışı’ toplandı ve Irak hükümetinin talebiyle Türkiye’nin hedefe oturtulduğu bir açıklama yayınlandı.

Haberin özeti şu: “…sonuç bildirgesinin ilk maddesinde, ‘Türk askeri birliklerinin Irak topraklarına girmesi, Irak’ın egemenliğine karşı düşmanca tavrı ve Arap milli güvenliğine tehdit oluşu itibarıyla Türkiye hükümeti kınanmıştır’ ifadesine yer verildi. Bildirgenin ikinci maddesinde de Türk hükümetinden Irak’taki güçlerini kayıtsız şartsız derhal çekmesi çağrısında bulunuldu.”

Türkiye’nin, Barzani’nin Peşmerge kuvvetleri dahil DAİŞ’e karşı savaşacak Iraklı gönüllülere eğitim vermesini amaçlayan Başika/Zelikan’daki askeri varlığından rahatsızmış Arap Birliği… Bunu, ‘Arap milli güvenliğine’ tehdit olarak görüyormuş.

Rusya, paldır küldür Suriye’ye girerken, yüzbinlerce insanı katleden Esed’i destekleyip, Suriye halkının çoğunluğunu temsil eden Sünni muhalifleri bombalarken; İran, Rusya’yla işbirliği içinde Suriye’deki katliamlara destek çıkarken bir tavşan kadar sessizdi Arap Birliği.

Arap Birliği’ne göre Arap mücahitleri bombalayan Rusya tehdit değil, işbirlikçisi İran tehdit değil, bölgede terör estiren, petrol kuyularına el koyan ve bunu Esed rejimine pazarlayan DAİŞ hiç tehdit değil… Oysa Musul’a Irak Başbakanı el-İbadi’nin davetlisi olarak giden ve terörle burun buruna yaşayan Iraklı gönüllülere askeri eğitim veren Türkiye ise tehdit!

Arap Birliği Genel Sekreter Nebil el-Arabi aslında, bu yıl içinde benzer bir açıklama daha yayınlamıştı ve Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen hava operasyonları nedeniyle Türkiye’yi kınamıştı. Katar, Arap Birliği’nin bu kınamasının ardından Ankara’ya destek vermek için 1971 yılından beri üyesi olduğu Arap Birliği’nin deklarasyonuna karşı bir açıklama yayınladı: “Arap Birliği adına yapılan açıklama, yayınlanmadan önce üye ülkelerle tartışılmadı. Katar, sınırlarını korumak, güvenliğini ve istikrarını muhafaza etmek için giriştiği eylem ve önlemler konusunda Türkiye Cumhuriyeti ile tam dayanışma içinde olduğunu bir kez daha yineliyor. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler antlaşmasının 51. maddesi çerçevesinde bireysel veya toplu şekilde kendini savunma ve nereden gelirse gelsin tehdidi ortadan kaldırma hakkı bulunuyor. Türkiye’nin terör örgütlerinin tehdidiyle karşı karşıya geldiği sınırdaki Suruç’ta gerçekleşen saldırıların ardından, bu tehditleri ortadan kaldırma ihtiyacı bir an önce hasıl oldu. Özellikle, Suriye rejiminin yıkıcı eylemleri, bu tür örgütlerin yayılmasına, etkin rol oynamasına yol açtı. Bu da uluslararası güvenlik ve barışa tehdit oluşturuyor. Genel Sekreterin açıklaması ise bu hakkı inkar ediyor.”

Arap Birliği ne yapıyor, terörle mücadele için etkin bir yol mu izliyor? Hayır.

Öyleyse ne işe yarıyor bu Arap Birliği?

Zannımca, Arap Birliği’nin ne işe yaradığını en net şekilde ortaya koyan fotoğraf, Amr Musa’nın Davos’taki halidir.

O zamanlar Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “one minute” olayında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yüzüne karşı “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” deyip rest çektiğinde ve “Bir daha da Davos’a gelmem” deyip salonu terk ettiğinde, dönemin Arap Birliği Genel Sekreteri olan Amr Musa, önce sandalyesinden mütereddit bir şekilde kalkmış, sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un cool bir şekilde sağ eliyle “otur yerine” işaretiyle birlikte, sandalyesine gömülüvermişti. Bu gömülüverme, zaten hiçbir zaman yüksek bir siyasi şahsiyet olma şerefine nail olmayan Amr Musa’nın tarihe gömülüvermesiydi aynı zamanda.

Davos olayında, Arap Birliği’nin Birleşmiş Milletler’in bir masası, Amr Musa’nın da masa şefi olmaktan öte olmadığını bir kez daha gözlerimizle görmüştük.

Arap Birliği benim gözümde Amr Musa’nın o kısa süre içinde verdiği şizofrenik tepkinin kurumsallaşmış halidir. Uluslararası kamuoyu “otur” dediğinde oturan, “kalk” dediğinde kalkan; özetle, “oturup kalkmasını bilen” bir uşak.

Ortadoğu ve diğer İslam coğrafyaları işgale uğradığında, üzerine bombalar yağdırıldığında, milyonlarca insan öldürüldüğünde, Kuzey Afrika’da darbeler gerçekleştirildiğinde, diktatörler yönetimlere el koyduğunda, Orta Afrika’nın elmasları, altınları gasp edildiğinde, misyonerlik faaliyetleri ayyuka çıktığında sus pus olan, gıkını çıkarmayan yahut cılız tepkiler göstermekten öteye gitmeyen Arap Birliği; Rusya, İran, Irak ve Amerika Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığından rahatsızlığını dile getirince hemen ayağa kalktı.

Ne zaman oturup ne zaman kalkacağını bilen bir uşak gibi.

Söz konusu olan ümmet davası mı? Hayır.

Şiilik-Sünnilik davası mı? Hayır.

Varsa yoksa Araplık davası…

Çünkü eski bir kurgunun oluşumu Arap Birliği; işgalcileri, sömürgecileri değil, ümmetin “öteki  Müslümanlarını” hedefe yerleştiren, onlara karşı kurulmuş bir birlik.

Birliğin mottosu: Arapları ümmete teslim etmeyelim!

Bu kafa, Soğuk Savaş kafasıdır. Baasçı bir kafadır.

Dünya 5’ten büyüktür, evet, ama bir şey daha var: Ümmet davası da bu “Arap davasından” büyüktür.