Ana(yasa)mın dili

Bir ay önce bir arkadaşım bana bir link gönderdi. Türkiye Türkçesi hakkında bir site. Belki buradan da bir şey öğrenebilirim, ancak kitaplara daha çok güveniyorum, en azından müellifi, yayınevi belli. Hayran olduğumda kimin bilgi birikimine, kimin ilmine ve kalemine hayran olduğum, kızdığımda da kimin cehaletine, kimin kalemine kızgın olduğum belli. Türk Dili ve Edebiyatı benim mesleğim, ekmeğimi onun vesilesiyle kazanıyorum, dolayısıyla sonsuz saygım var. Yani, kendime göre sıraladığım değerlere kimseye dokundurmam: dinime, vatanıma, aileme, mesleğime dokundurmam.
Neyse, asıl meseleye döneyim.
Bu turkcede.org/turk.dili web sayfasında, Türkçenin Oluşumu ve Türkçenin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri başlığı altındaki yazının ilk cümleleri şudur (imla hatalarıyla nakledilmiş): “Türkçe veya daha doğru kullanımla Türkiye Türkçesi, Ural-Altay dil ailesine bağlı Türk dillerinden ve Oğuz Grubu’na mensup bir dildir. Türkiye, Kıbrıs, Irak, Balkanlar, Orta Asya ve Orta Avrupa ülkeleri başta olmak üzere geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır…”
Epeydir biliniyor ki Ural-Altay dil ailesinin bir dil ailesi olarak nitelendirilmesinden 20. yüzyılın ortalarında vazgeçilmiştir. Yapılarında (sözcüklerin eklerle uzatılması ve ses uyumunun varlığı gibi) benzerlikler olsa da, Ural ve Altay dilleri arasındaki akrabalığın uzak olduğu ve aynı kökenden gelişi mümkün olmadığı bilinmektedir. Ural dilleri otuz dokuz dil barındıran ayrı bir dil ailesi, alt bölümleri ise Samoyed, Fin-Perm ve Ugor dilleri (birleşince Fin-Ugor), aralarında bugün en çok konuşulanı Macarca, Fince, Estonca, Marice ve Udmurtça.
Altay dil ailesine ait Türk Dilleri, Moğol Dilleri, Tunguzca’dır; Korece, Japonca ve Ayru’nun Altay dil ailesine aidiyeti hala dilbilimciler arasında tartışılan bir konu. Neyse, bu konularda sayılı kitaplar yazıldı, kütüphanelerde toz biriktiriyor. Türkiye Türkçesinin konuşulduğu yerlere gelince, Türkçenin okutulduğu, anadili Türkçe olanın geldiği her yerde Türkçe konuşuluyor.
Ana dili Türkçe olan Ahmet’le Mehmet Alaska’ya gittiklerinde belki aralarında Türkçe konuşacaklar. Bununla bir sorunum yok. Konuşulsun. Ben de anlarım, seve seve sohbete karışırım, çay kahve ikram ederim. Sorunum yazının üçüncü cümlesinin bir kısmıyla: Türkiye Türkçesinin Bosna Hersek’te resmi dil olarak tanımlanmasıyla.
Bosna Hersek Anayasasına göre Bosna Hersek’te resmi diller Boşnakça, Sırpça ve Hırvatça. 2013 nufüs sayımına göre toplam nufüsün yüzde 52,9’u Boşnakçayı, yüzde 30,8 Sırpçayı ve 14,5 Hırvatçayı konuşmaktadır. Bosna Hersek’te yaşayan Romen, Arnavut ve Makedon azınlıkları Romence, Arnavutça ve Makedonca konuşuyorlar. Yabancı dillerden İngilizce başta olmak üzere, Almanca ve Fransızca bilinir. O kadar. Evet, Osmanlı Döneminde – Bosna’nın Osmanlı hakimiyyeti altında iken – bu topraklarda da resmi dil Osmanlı Türkçesiydi. Fakat Osmanlı Devleti hakimiyeti altındaki yerel halka din, dil ve örf adetleriyle ilgili herhangi bir baskı uygulanmadığı için, halk – bir ihtiyacı olmadığı takdirde – Osmanlı Türkçesini de bilmiyordu.
Osmanlı döneminde Bosna’da kullanılan Türk Dili hakkında yazılmış önemli eserler mevcut: Bunlardan ilki, Fransiskan kütüphanelerinde korunan, çoğu rahipler tarafından yazılmış eserleri kaynak olarak kullanan Prof. Dr. Ekrem Çauşeviç’in The Turkish Language in Ottoman Bosnia, (The Isis Press (Analecta Isisiana CXXVII), Istanbul, 2014, 248), ikincisi ise 17. yy Osman Şugli’nin, 18. yy Molla Mustafa Başeski’nin ve 19. yy Mehmed Bey Kapetanoviç’in eserlerini inceleyen Prof. Dr. Kerima Filan’ın OTurskom jeziku u Bosni, (Connectum, Sarajevo, 2017, 407.) İlgilenenler, bir zahmet, bu eserleri okusunlar. Bir değil, iki zahmet lazım: Hem kitapları alıp okumak, hem de İngilizce veya Boşnakça üzerinden okumak. Olsun, değer.
Ancak Osmanlı döneminden, Osmanlı’nın bu topraklardan çekilmesinden beri 141 sene geçti. Ve biz buradaki varlığımızı, kimliğimizi, toprağımızı, dinimizi ve dilimizi korumak için defalarca kan döktük. Bildiğinizi biliyorum, yine de hatırlatayım: Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, 1992-96 arası bağımsız Bosna Hersek Cumhuriyeti’ne Sırbistan ve Hırvatistan saldırıları. Can kayıplarına, mal kayıplarına rağmen, sürgünlere, rejim baskılarına, tüm olumsuzluklara rağmen varlığımızı korumak için hemen hemen bir buçuk yüzyıl boyunca kısa barış aralıklarıyla mücadele veriyoruz.
Bu toprak, bu su, bu ateş, bu hava bizi oluşturan, bizi biz yapan unsurlardır. Her ne kadar küçük bir millet de olsak, her ne kadar ülkemizin yüz ölçümü küçük, sayımız az da olsa, bizim için kutlu, şehitlerimizin kanı kadar kutsal. Varlığımızın veya varlığımızı oluşturan unsurların inkârını, gayr-i ihtiyari de olsa, cehaleten de olsa, aşırı sevgiden, yakınlık duygusundan da olsa, affetmem. Niyeti ne olursa olsun, sonucu Müslüman’a yakıştımadığım yalan, cahillik ve tembellik. Acıyor, be kardeş!
Bu ve buna benzer ifadelerle, Bosna Hersek Devleti’nin Egemenliğini tüm siyasi, maddi ve manevi imkanlarıyla var gücü ile destekleyen Türkiye Cumhuriyeti’ne kolonist tutkusuyla iftira ederek, Türkiye siyasetinin ve mücadelemizin daim ve sadık destekçisi sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmanlarının ekmeğine yağ sürülür.