Amerika yine bildiğin gibi

Gerek ABD Başkanı Donald Trump’ın, gerekse iktidar veya muhalefet kesimlerinin rahmetli Cemal Kaşıkçı cinayetine yaklaşımı gerçekten akıl alacak gibi değil. Ortada apaçık bir cinayet söz konusu. Deliller gün gibi ortada. Ancak Kaşıkçı meselesine yöneticileriyle sıkı menfaat ilişkileri geliştirdikleri mazlum halklara gösterdikleri yaklaşımın aynısını göstermekten vazgeçmiyorlar. Tıpkı Suriye’ye davrandıkları gibi. Daha önce Mısır’a ve her zaman Filistin’e gösterilen yaklaşım da pek farklı değil.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Amerikan yönetimi kendi ajandalarına ve de İsrail’e hizmetlerini cömertçe sunmakta tereddüt göstermeyen coğrafyamızın idarecilerini mazlum halk kitlelerine tercih ediyor. Mazlum kitlelerin bu idarecilere galip gelmesini kesinlikle istemiyor. Üstelik onlara öyle bir destek veriyor ki kendi halklarının öfkesini bile umursamıyorlar. Halkların devrimini bile dikkate almıyorlar. Çünkü her türlü zorbalıklarına yeşil ışık yakan, onları sorgu-sualden muaf tutan bir Amerikan yönetimi var.
Suriye devriminde de öyle olmadı mı? Yedi yıldan bu yana yaşanan her şey gün be gün dünya medyasının gözü önünde meydana gelmiyor mu? Kimyasal silaha maruz kalan bölgeleri ziyaret eden heyetlerin raporları ortada değil mi? İşkenceler altında öldürülen insanların görüntüleri yayınlanmadı mı? Rejimin defolup gitmesi için daha hangi kanıta ihtiyaç duyuluyor? Önce Obama yönetimi, şimdi de Trump aynı oyalama taktiğini kullanmıyor mu? Yapılan tüm açıklamalara bakın, hangisi işe yarar, derde derman bir şeyler söylüyor? Daha kötüsü, Suriye muhalefetinin rejime duyduğu öfkeyi törpülemekten başka işe yaramayan o etkinlikler, konferanslar ve saireler…
Suriye halkını Esed rejiminin merhametine, ölüme, işkenceye, tutuklanmaya, sürgüne reva görmekle yetinmeyip Esed rejimiyle kol kola girmiş sosyalist Kürt ayrılıkçı harekete destek veren aynı Amerika değil mi? Suriye muhalefetinin güçlenerek tekrar sahip çıkmasına meydan vermemek için ülkenin enerji kaynaklarıyla dolu bölgesini ayrılıkçılara bağışlayan… Dahası İran rejiminin, Rusya’nın, Hizbullah çetecilerinin, Afgan milislerin ve hatta dünyanın dört bir yanından paralı askerlerin Suriye’ye doluşmasına yeşil ışık yakan yine Amerika değil mi? Bizzat Trump’ın ifade ettiği gibi Suriye halkının galip gelmesini engellemek, Esed’in ayakta kalmasını sağlamak için DEAŞ’ı icat eden kim?
Demek ki Kaşıkçı olayı yeni bir görüntü sunmuş olmuyor. Amerika yine bildiğin gibi. Her zamanki oyalama taktiğinden başka bir şey üretmiyor. Ortadoğu’nun zalim yönetimlerine verdiği desteğe yine devam ediyor. Karşılığını da fazlasıyla alıyor elbette. Ortadoğu halkına ait yeraltı ve yerüstü zenginlikleri zalim yönetimler sayesinde altın tepside Amerikan yönetimine sunuluyor. Üstelik bu yaptıklarından dolayı kendilerine hesap bile sorulamıyor. Bizim de bu gerçeği kabullenip adaleti ve insafı dünyanın zenginliklerini yağmalayan bir yönetimden artık beklemememiz gerekiyor.
Arap ve Türk halkı olarak bizi içinde bulunduğumuz zor koşullara sürükleyen sömürgeci devletlerin oyalama taktiğine karşı uyanık olmak durumundayız. İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürü bayrağını İngiltere’den teslim alan Amerika selefinin bıraktığı yerden dünya halklarını sömürmeye devam ediyor. Arap halkının doğal devrimini sabote edip “Yüzyılın anlaşması” adında bir garabeti coğrafyamıza kabul ettirmeye çalışan Amerikan yönetimi, kendi halkını ezen yandaş idarecilerin gafletinden ve ihanetinden yararlanarak ülkeleri bölme planını eyleme sokmuş bulunmaktadır. Eski bir Fenike efsanesinde olduğu gibi bir Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğan Türkiye’yi de boğmak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Çünkü iyi bilmektedir ki, böyle giderse bir 15 sene sonra Türkiye bir dünya gücü haline gelecek ve kendisine rakip olacaktır. Kartlar yeniden karılacak; Arap dünyası, Afrika, Uzakdoğu ve Rusya ile yeni kapılar açılacak, yeni ilişkiler gündeme gelecektir.
Geçmişe baktığımızda Batılı devletlerin Arap coğrafyasında, Türklerin ve Kürtlerin arasında ayrılıkçı fikirleri nasıl beslediğini ve bununla Osmanlı İmparatorluğu çatısı altındaki birlikteliğimize nasıl darbe vurduğunu gördük. Aynı bayrak altında kardeşçe yaşayan halklar arasında nefret tohumları ektiklerine tanık olduk. Türkiye gibi büyük bir gücü ne durumlara getirdiklerini hepimiz biliyoruz.
Bugün de benzer bir fitne ortamını “sanal ajanlar” olarak tabir edeceğimiz troller aracılığıyla iletişim mecralarını kullanmak suretiyle gerçekleştirmek istiyorlar. Türk ve Arap toplumları arasında her türlü iftira ve yalan mekanizmaları devreye sokularak büyük bir uçurum oluşturmak için birileri kolları sıvamış, kan ter içinde gayret gösteriyor. Sömürgeciliğin o meşhur “Böl ve yönet” taktiği yeniden tedavüle sürülüyor.
Arap ve Türk toplumları olarak şunu bilelim: Bizim menfaatimiz bir, hedefimiz bir, geleceğimiz bir. Bizi birbirimizden ayırmaya ne satılık devlet başkanlarının, ne de kiralık kalemlerin gücü yeter. Bizi 20 yıl öncesinin birbirinden habersiz toplumlarına geri döndürmeye, ne kadar üflerse üflesin çanak yalayan medya organlarının nefesi yetmez. Şunu iyi bilin ki, Arap halkı asla yöneticileri gibi düşünmüyor. Yöneticilerin borazanı hükmündeki yayın organlarının söyledikleri asla Arap halkının görüşünü ifade etmiyor. Onların Türkiye düşmanlığı sadece kendilerini bağlar. Arap halkını kesinlikle bağlamaz. Ne üzüntü, ne de ümitsizliğe yer yok. Her ne olursa olsun, aramızdaki güçlü bağı daha da güçlendirmenin yollarını aramalıyız. Ortak geleceğimiz için, çocuklarımızın geleceği için, özgür ve adil bir dünyanın inşası için buna mecburuz. Coğrafyamızın ayağa kalkması için buna mecburuz.