“Kim ki Tanrı kullarına bakarsa yukardan
Kartallarca inişimizi görür ansızın yukarlardan.”
Sezai Karakoç, ömrü boyunca ekmek ve su kadar tabii olanı düşündü, yazdı, anlattı. Şiirleri siyasal mahfillere bazen fon oldu bazen tema. Hakkında bu kadar konuşulduğu halde Karakoç’un durduğu yeri dürüst bir dille irdeleyen eserler nadiren yazıldı. Biz ezber konforunu ve sorunları hep hasımlarımıza yüklemeyi seviyoruz. Devingen bir bilinci, billur bir kaynağı layıkıyla konuşabilseydik, dünyanın dört tarafındaki sorularla dolu çocuklara, gençlere ulaşma şansımız da olurdu.
Metin Önal Mengüşoğlu’nun Okur Yayınları tarafından yayımlanan “Felsefe Sıfır Din Bir’di: Sezai Karakoç kitabı”, Karakoç’la ilgili ezberlerin ötesine geçen bir kitap.
“İlk Sözler”de Mengüşoğlu, her zamanki içtenlikli diliyle Anadolu’nun merkezin hizmetleri tarafından unutulmuş bir beldesinde Karakoç şiirleri okumanın bir çocuğa, bir genç adama neler hissettirdiğini ve düşündürdüğünü anlatıyor. Necip Fazıl’ın düşünce çizgisindeki etkisini de 2013’de yayımlanan Mağrur Öfke’de ele almıştı yazarımız.
Sezai Karakoç kitabında, Karakoç’un eserlerini ve hayatını irdelerken sıklıkla Necip Fazıl’la kıyaslamalara gidiyor Mengüşoğlu. Necip Fazıl’ı tanıdığında büyülenmiş, ancak onu tanıdıkça ve Sezai Karakoç’u da okudukça Karakoç’un Müslümanlık idrakinin kendisine daha yakın olduğunu düşünmüştür. Necip Fazıl’a herkes gibi “Üstat” diye hitap etmiş ancak Sezai Karakoç’a “ağabey” demiştir.
Karakoç şiirinin Müslümanlığın Anadolu’da harmanlanan kültürel birikimine has olgu, kavram ve imgelerini yetkin bir şiir diliyle yeniden canlandırdığını düşünür Mengüşoğlu. “Gül” ve Peygamberimiz (sav) arasında kurulan bağlara dönük ihtiyatı bile söz konusu “Gül Muştusu” olduğunda aidiyet ve mensubiyet sadakatiyle anlam kazanır.
Geçmiş toplumların putlarıyla çağdaş toplumların putlarını karakter benzerlikleri üzerine nasıl düşünmek gerekir? Şova dönük bir dilden ise bilgece bir söyleme karşılık geliyor Karakoç’un metinleri, “İman ve İnsanlık”ta kendini gösterdiği gibi. “Sezai Karakoç hemen bütün eserlerinde, şiir, hikâye ve denemelerinde ne yazıyor, ne söylüyor, ne iddia ediyorsa bunun illa da bir ucunu mutlaka getirip ahiretteki ebedi hayata dayandırıyor” diye başlıyor “Kalkış Günü” yazısı. “Sadece yeryüzünde bir sivilce gibi doğan ve batan bir toprak sıkıntısından ibaret değiliz.” Diriliş, uyanış; dünya ile ahireti birbirinden ayırmayan bir dil bir söylem… Türkçe okuyucusu değil bütün insanlıktır muhatabı.
Karakoç’un yayınlandıktan sonra mahkemeye verilip düşünce ve inanç suçu kapsamında yargılanmasına yol açan eserinin adı “İslam’ın Dirilişi”dir. Söz konusu olan elbette zaten diri olan İslam’ın Müslümanlar tarafından yeniden kavranmasıyla yaşanan bir harekettir. Müslümanları yıkım planları karşısında şuur sahibi olmaya çağıran kitap 1967’de polis tarafından toplatılıyor ve Ergün Göze’nin avukatlığını yaptığı mahkemede beraat ediyor. O süreçte Karakoç’un maruz kaldığı dışlanma üzerine ayrı bir yazı yazılacak kadar düşündürücü.
Mengüşoğlu, Karakoç’un Sartre ve Camus’la ilgili yargılarını, Camus’un “Varlık özden önemlidir” sözüyle ilgili irdelemelerinde olduğu üzere eleştirmekten geri durmuyor. Fakat elbette dinamik, dirilişçi, devrimci soluğu bulunan Karakoç’un metinleri okurunu işte bu tür eleştirilerde bulunacak bir atmosfere çağırmaktadır. “Kurt ve Lamba” bölümünde, Karakoç’un düz yazılarının altmışlı yılların ortalarından başlayarak seksenli yıllara kadar süren zaman dilimi içerisinde kendisinden sonra gelen okuryazar Müslümanlara yepyeni bir dil, üslup ve en önemlisi yüksek bir kalite kazandırdığı belirtiliyor.
“Parasız yatılı”lık Karakoç şiirini etkilemiş bir tecrübe; öyle ya, İkinci Yeni’nin “Parasız yatılı şiiri” olduğu söylenir; Osman Özbahçe de bu yıl yayımlanan “İkinci Yeninin Doğuşu” başlıklı kitabında irdeliyor bunun anlamını. Sınırlamaya çalışan çevrede kaybolmamak isteyen genç insan kendine bir dünya kurmanın malzemelerini kütüphanede bulur, münazarada, müsamerede bulur. Parasız yatılılık mülkiyede de sürüyor. Necip Fazıl’a çeşitli eleştiriler getirmek olası. Ancak kendi kaderine terk edilmiş Anadolu gençlerine kültürel alanda güven kazandırdığı ve hedefler gösterdiği muhakkak. Karakoç da henüz 21 yaşındayken Büyük Doğu yayınlarına destek olmak için bir süre Necip Fazıl’ın Feneryolu’ndaki evinde kalmıştır.
Diriliş cephesinden Mehmet Akif nasıl görünür? Sezai Karakoç’a göre Akif biten bir dönemin son savaşçısı, “bizler” ise başlayan bir dönemin ilk savaşçılarıyız.
Şiirine temel tarihi kadro olarak “şimdiki zaman”ı alan Mehmet Akif, Mengüşoğlu’na göre inananları şimdiki zamana çağırarak bir uyanış için tıpkı Sezai Karakoç gibi diriliş çanı çalmaktaydı. Sokakta, sahada yaşanan hayatı şiire aktaran ilk insanımız Akif ise, ikincisi Karakoç’tur. “Kur’an, Medeniyet ve Diriliş”, bu üç kelime Karakoç’un düşünce ve sanat anlayışını üzerine oturttuğu sacayakları. Şarklılık, aşağılanmışlıktan kurtulma figürü. “Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk / Günahlarım kadar ömrüm vardır.”
Karakoç metinleri hepimizin ortak muhasebesi ve “Biz” varlığı üzerine ne çok şey anlatıyor! “Tamamiyle kapalı kapıların ardından konuşmuyor, asla insanların yüzüne kapı kapatmıyor ve umut aşılıyor yazılarında.” Türkiye’de son iki yüz yılda ortaya çıkan yenilenme, uyanış ve diriliş hareketlerine paralel bir tefekkür çıkışıdır, Diriliş.
Muhafazakârlar Seyyid Kutup ve Mevdudi hakkında olumsuz yargılara sahipken bu iki âlim Diriliş sayfalarında yer aldı, Karakoç yazılarında onlardan övgüyle söz etti. “İslam Ortak Pazarı” ilk kez onun sütunlarında dile getirildi. İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Türkiye’de Mehmet Sait Çekmegil’in İslam’da İktisat Anlayışımız kitabından sonra bu alanda yayımlanmış ilk kitap. Oysa İslam dünyasında benzeri başlıklar altında çeşitli kitaplar yayımlanmaktadır. “Sağlam, kalıcı, ciddi değişim ve dönüşümcülerin sözcüsüdür Karakoç.” Ben bir yazımda Mengüşoğlu ile Ali Şeriati arasında bağlar kurmuştum. Bu kitapta ise Mengüşoğlu Sezai Karakoç’la Ali Şeriati arasında bağlar kuruyor: Elbette Şeriati daha ziyade hatip, Karakoç daha ziyade şair.
“Toplu katliamlar gerçekleştirenler insanlara nasıl ödül dağıtabilir?” Pozivitist bir anlayışla gerçekleştirilen her araca ihtiyatla yaklaşmayı öğrenmek için alınacak dersler hiç bitmez sanki. “Taha’nın Kitabı”nda yer alan “Felsefe Sıfır Din Bir”den önceki mısrada tarihin zaten “cebir” olduğunu okumuştuk. Süt tozu, naylon eleştirisi ve beton… Emperyalist yüksek kültürün “zarafeti”yle küçük kasabada anasının ocağı için çalı çırpı toplayan kız çocuğunun karşılaşmasının şiiri, “Ötesini Söylemeyeceğim” emek ve güzellik üzerine ne çok şey anlatır! Küçük kızın “bilgili eli”, Mengüşoğlu’nun yorumunda Fanon’a varan bir sorgulamaya sevk eder.
Müellifin “Bir kültür arkeolojisi” olarak tanımladığı Hızırla Kırk Saat’in kahramanı da der ki “Suçlu bendim, geç kalmıştım.” Bunca merkezde, yine de hep duru, sadık, hakikatli; pay yarışında değil. Mengüşoğlu, Karakoç kitaplarınının okumaları üzerinden gösterir Şair’in sırrını: “Çünkü Sezai Karakoç kendisine uğrayanlara av gözüyle bakan birisi gibi durmuyordu.”