Laik Kemalist sistemin zulmetmediği kesim var mı? El Cevap: Yok… “Nasıl yok” diye soranların seslerini işitir gibi oluyorum. Kemalist Türkçü sistem, 2. Meclisi tamamen ele geçirdikten sonra, 1924 yılında İslam’a ve değerlerine saldırılar başlattı; İslami her şeyi kaldırmaya başladı. Çok kısa bir süre içinde, 1300 yıllık halifelik makamı kaldırıldı. Dini eğitim veren yuvaların tamamının kapısına kilit vuruldu. Medreseler kapatıldı, Şeriyye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı.
10 Nisan 1928 tarihinde İsmet İnönü ve 120 arkadaşı tarafından meclise sunulan teklifle, Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” fıkrası ve 26. maddenin baş tarafında şeriat hükümlerinin TBMM tarafından yürütüleceğini belirten cümle kaldırıldı.
Şeyh Said, o vakit şöyle düşündüğünü belirtir:
“Yahu biz niçin şehitler verdik, niçin mücadele ettik? Uğruna şehit verdiğimiz, ter döktüğümüz, oluk oluk kanımızı heba ettiğimiz değerler, bütünüyle ortadan kaldırılıyor. Gazetelerde bir takım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar.”
Şeyh Said bu düşüncelerini bir mektupla bölgedeki âlimlere ve ileri gelenlere gönderdi. Aynı şekilde batı illerindeki âlimlere, Meclis’e ve yöneticilere mektup yazdı. Tam o sırada Piran’da (Bugünkü Diyarbakır’ın Dicle İlçesi) bir düğünde bulunmaktaydı. Buraya “Kaçakçı yakalanması” bahanesiyle yönlendirilen Jandarma birliğinin kışkırtmaları sonucu Kıyam Hareketi başladı.
Şeyh Said, mahkemede verdiği ifadede şunları söyleyecekti:
“Piran olayı çıktı, önünü alamadık. Muharebe suretiyle değil, risale yazıp şeriat ahkâmını bildirmek için kanunları da şeriata mutabık bir şekilde talep etmek istedik. Meclis-i Mebusan’a göndermek istedim.”
Fakat kurdun niyeti kuzuyu yemek olduğu için, Ankara’dan gönderilen birlikler Kürt bölgelerini adeta kan deryasına çevirdi. Yöreden yaşlı insanların deyimiyle “Zilan deresi günlerce kan aktı…” O kadar insanın başı kesilmişti ki koskoca dere günlerce kan renginde akmıştı.
Böylece bölge insanından binlerce kişi katliama uğradı.
Sıra batıdaki Müslüman ahaliye gelmişti. Bozkır, Yozgat, Hart, Düzce, Menemen olayları bahane edilerek, on binlerce Müslüman idam edildi, katledildi. Daha sonraki dönemlerde de on binlerce insan Kur’an öğretiyor diye tutuklanıp, zindanlara atılmadı mı? Ezanı asli hâliyle okuyor diye binlerce insan karakollarda süründürülmedi mi?
Sol ya da Komünist fikirli insanlar da zulümden nasibini aldılar. 1920-27 arasında Mustafa Suphi, Hüseyin Hilmi, Kalkandereli Ali Haydar çeşitli bahanelerle öldürüldüler. 1927 yılında Nazım Hikmet ve İsmail Bilen’in de aralarında bulunduğu yüze yakın insan, tutuklanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Nazım Hikmet, Demokrat Parti’nin iktidara gelince çıkardığı genel aftan yararlanarak, 15 Temmuz 1950 tarihinde tahliye oldu ve bir yıl sonra da yurt dışına kaçtı.
Gelelim gayrimüslimlere… 1942’de, “Olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” maksadıyla çıkarılan Varlık Vergisi’nin asıl gayesi neydi? Meclise kanun sunulduğunda, CHP grup toplantısında Başbakan Şükrü Saraçoğlu gerçek maksadın ne olduğunu şu sözlerle açıkladı:
“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”
Kimdir bu Türkler? Tabii ki İnönü ve çevresinde bulunan bir avuç CHP’li… Gayrimüslim vatandaşların malvarlığına çökmedir bunun Türkçesi. Varlık Vergisi’ni ödeyebilmek için evlerini/işyerlerini yok pahasına satmak zorunda kaldılar; çoğunun iş hayatı sona erdi.
Kimler aldı bu ev ve işyerlerini? Daha doğrusu kimler “çöktü” o mallara?
Resmi rakamlara göre, Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen 160 kişi sürgün edildi. Bu 160 kişi ve borcunu ödeyemeyen diğer 1400 Kişi, Erzurum Aşkale’de taş kırarak ve yol yapımında çalışarak borçlarını ödediler.
Osmanlı Devleti döneminde cemaatler şeklinde örgütlenmiş olan gayrimüslimler, Cumhuriyet döneminde de Lozan antlaşmasıyla, cemaat yapılarıyla varlıklarını devam ettirdi. Azınlık cemaatlerinin temel dayanağı ise kendilerine ait olan vakıflardı. Bu vakıflar eliyle kendilerine ait okul, hastane, yetimhane kurarak cemaatlerinin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştılar.
1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü vakıflardan, ellerindeki taşınmazların listesini içeren bir mal beyannamesinde bulunmalarını istedi. 1974 yılına kadar herhangi bir problem yaşanmadı. 1974 yılında Yargıtay’ın ulusal güvenliği gerekçe göstererek aldığı bir kararla gayrimüslim vakıfların bağış ve vasiyet yoluyla edindikleri mülkler Hazine’ye devredilmeye başlandı.
AK Parti bu zulmü ortadan kaldırdı. 27 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Vakıflar Kanunu’na Geçici 11. madde eklendi. Bu düzenleme cemaat vakıflarına ait malların iadesini öngörmekteydi. Buna göre azınlık vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri ve 1974’ten sonra Hazine’ye devredilen gayrimenkulleri geri verilmeye başlandı.
Gelelim Türkçülerin gördüğü zulümlere… 1944’lü yıllara gidelim. Nasyonalizm-ırkçılık rüzgârları Avrupa’yı kasıp kavurmaktadır. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini iktidardadır. Türkiye’de ise İnönü tek adamdır. Paralardan bile Mustafa Kemal’in resmi kaldırılıp İnönü’nün koyulduğu yıllar yani. “Ben Türkçü bir Başbakanım. Türkçülük bizim için kültür meselesi olduğu kadar, bir kan meselesidir.” diyecek kadar ırkçı biri, Şükrü Saraçoğlu Başbakan’dır…
19 Mayıs 1944 günü İsmet İnönü, şöyle bir konuşma yapar:
“Turancılar, Türk Milleti’ni bütün komşularıyla (komşu dediği Komünist Rusya’dır) onarılmaz bir surette düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletini teslim etmemek için elbette cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız.”
Milliyetçi avı için emir çıkmıştır. Alparslan Türkeş başta olmak üzere, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan, Osman Yüksel Serdengeçti ve onlarca insan gözaltına alınır. O zamanlar İstanbul’un Sirkeci semtindeki ünlü Sansaryan Han’da bulunan Emniyet Müdürlüğü’nde hazırlanmış tabutluklara konulurlar. Ve meşhur tabutluk işkenceleri başlar.
Bütün bunları özellikle doğu ve güneydoğuda yaşayan Kürt Kardeşlerim için anlattım. Kemalist sistem sadece sizlere zulmetmedi, her kesime zulmetti. Şu acı gerçek ki Kemalist sistem en çok ve sürekli olarak siz kardeşlerimize zulmetti. Ve bu zulümlerin AK Parti döneminde kalktığına şahit olduk. Kürkçe konuşma özgürlüğü, Kürtçe gazete dergi çıkarma özgürlüğü, Kürkçe kaset ve görsel yayın özgürlüğü…
Kürt Kardeşim iyi düşün… HDP ve PKK, Marksit-Leninist bir düşünceye sahiptir, yani dinsiz bir sistem istemektedir. HDP’nin iktidarında ilk hedefe oturtulacak kimseler dindar Kürt kardeşlerimizdir. 40 yıllık PKK tarihini şöyle bir göz önüne getirin; PKK devlet güçlerinden fazla Kürt halkından kimseleri katletmiştir.
Aklını başına al Kürt kardeşim, ümmet bir olmadığı müddetçe zillet yaşamaya devam edeceğiz. Zilletten kurtulmak istiyorsak ümmetin birliğini tesis etmeliyiz.