Babam annemle evlenince ona şöyle demiş: “Seni güçlü ve çalışan bir kadın olarak talep ettim. Çünkü ben Baas rejimine muhalif, siyasetle uğraşan biriyim. Tutuklanıp götürülme ihtimalim her zaman var. Böyle bir durum söz konusu olursa senin gibi güçlü bir kadına emanet ettiğim çocuklarım için gözüm arkada kalmaz.”
Annem bana bu sözleri hatırlattığında hafızamda şöyle bir tarttım. Babamın kastını çok iyi anlamıştım. Dört kızı vardı ve onların iyi bir şekilde yetişmesini, eğitim görmesini istiyordu. Sürücü ehliyeti almamız, yüzme öğrenmemiz ve doğuştan gelen yeteneklerimizi geliştirmemiz konusunda oldukça ısrarcıydı. Onun için hep Allah’a dua ediyorum. Başka bir ülkede ayakta kalabiliyorsam sebebi odur.
Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da ya da Arap ülkelerinde yaşayan Suriyeli muhacir kadınların vaziyetini düşündüğümde karşıma çıkan acıklı hikâyeler beni üzüntüye boğuyor. Eşlerini ve kurulu düzenlerini kaybeden, eskisi gibi eve ekmek getiren kimseleri olmayan, yardım kurumlarına muhtaç kalmış kadınlar için hayat hiç de kolay değil. Bir ailenin karnını zor belâ doyuran bir yardım karşılığında zedelenen bir onur, daha bir kaybolan özgüven.
Diğer yanda gurbet ülkelerde pek çok başarıya imza atan, tuttuklarını kopartan kadınlar da var. Bakıyorsun bir anne oldukları gibi aynı zamanda çocuklarına babalık da yapıyorlar. Kimseden tek yardım almadan çocuklarını en güzel şekilde büyütüyorlar.
İki grubu incelediğimizde aradaki farkın eğitim olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Elbette sadece örgün eğitimi kasdetmiyorum. İnsan karakterinin oluşumunda örgün eğitimin rolünü inkâr etmiyoruz. Bir iş görmeye yarayacak temel meslek bilgisi de elbette önemli. Fakat gurbette asıl işe yarayan şey yenilikçi, fark ortaya koyacak bir zekâ ve birikime sahip olmaktır. Özellikle bir başına kalmış kadınlar açısından. İşte burada kişinin kendini geliştirmesi öne çıkıyor. Edindiği hayat tecrübesi de ayakta kalmasına yardımcı oluyor. Bunların yanında enerjik ve özgüveni yüksek bir karakter olunca her şey daha da kolaylaşıyor.
Nitekim Allah-ü Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e (s.a.v.) eş olarak, çocuklarının annesi olarak seçtiği kadına bir bakın. Kimdir o? En sıkıntılı yıllarda kendisine destek ve dayanak olan Hz. Hatice değil mi? Peki, Hz. Hatice kim? Başarılı bir iş kadını, zengin bir tacir. Aynı zamanda Hz. Peygamber’e (s.a.v.) 6 çocuk vermiş bir anne. Malıyla, canıyla, bütün varlığıyla eşinin yanında duran, onu ilk tasdikleyen kişi.
Hz. Peygamber’den (s.a.v.) önce iki kez evlenmiş, eşleri ölünce dul kalmış, bir daha evlenmeyi düşünmeyerek kendini tamamen ticarete adamış bir kadınken, methini çok duyduğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’i tanımış, ahlakına vurulmuş ve bir kadın arkadaşını gönderip ona evlilik teklifini bizzat yapmış kişidir Hz. Hatice. Hz. Peygamber (s.a.v.) hem güçlü, hem de her açıdan güzel işte bu kadınla evlenmeyi tercih etmiştir. Hz. Hatice Kureyş’in hanımefendisidir. Akıl ve zekâ timsalidir. Tertemiz, iffet simgesidir.
Hz. Hatice’nin hikâyesi beni çok etkiliyor. Üzerinde çok fazla düşünüyor, çok kafa yoruyorum. Öyle bir anne ki bir yandan ahlak ve faziletle donanmış güzel kızlar yetiştirmeye, diğer yandan iş kadınlığını devam ettirip ticaretini geliştirmeye rahatlıkla fırsat bulabilmiş. Bütün Mekke ahâlisi sevgili eşine karşı cephe alırken kocaman bir sıradağ gibi yanında dimdik durabilmiş. Cennette kendisine müjdelenen o evi fazlasıyla hak etmiş bir kadın.
Üzerinde çokça durduğum bir karakter de Süleyman Peygamber’in eşi olan Yemen kraliçesi Belkıs. İki ülke arasında savaş kararı almadan önce hediyesiyle Süleyman Peygamber’i sınayan, ikna olunca tereddütsüz bir şekilde yeni bir dine iman eden, ülkesini savaş gibi büyük bir beladan kurtarıp hidayete erdiren bilge bir kadın. Allah-ü Teâlâ’nın kitabında Belkıs’ı nasıl övdüğünü hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ülkesinin liderliğini yapan bir kadının İslam’a giriş hikâyesi hepimize pek çok açıdan örnek teşkil ediyor.
Büyük âlimlerimizi büyüten o güzel anneleri düşünüyorum sonra. Eşlerini yitirdikleri halde çocuklarına ilim yolunu açan; İmam Şafii’nin, Ahmed bin Hanbel’in, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ashabından Ebu Hureyre’nin, Buhari’nin, Evzai’nin, İbn Hacer Askalani’nin, İbnul Cevzi’nin ve daha birçok âlimin o elleri öpülesi mübarek annelerini…
Ve sonra hepimize örnek olan sahabi kadınlar… Zatun Nitakeyn olarak şöhret bulmuş, Hicret vakasının başroldeki karakterlerinden Esma binti Ebubekir. Uhud gazvesinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’i himâye etmiş Ümmü Ammare. Savaşlarda Müslüman askerlerinin yaralarını tedavi eden Şifa Hatun ve daha birçoğu…
Tarihimizde müstesna yere sahip güçlü Müslüman kadınlara dair daha pek çok hikâye var. Bütün bunları bir sayfalık yere sığdırabilmek elbette mümkün değil. Ancak şunu diyebiliriz:
“Müslümanlar, kadınların gücünü ve zekâsını hafife alan kişiler olmamalıdır. Kadınlar sadece sıradan, bayağı işlere layık görülmemelidir. Müslüman toplumlar olarak kadınlarımızı eğitmeliyiz. Şahsiyetlerini geliştirmelerine destek vermeliyiz. Güçlü nesillere sahip olmanın yolu güçlü kadınlardan geçer. Medeniyetimizin, ülkemizin gelişmesini istiyorsak asıl yatırım yapılacak kesim, kadınlarımızdır…”