Türkiye’nin Afrin harekâtı 20 Ocak cumartesi günü 17.00’de, savaş uçaklarının belirlenen hedefleri vurmasıyla başladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, sivil insanların zarar görmemesi için hassasiyet gösterileceğine dikkat çekti:
“Harekâtın planlama ve icrasında sadece ama sadece teröristler ve bunlara ait barınak, sığınak, bina, silah, araç ve gereç hedef alınacak. Sivil ve masum kişilerin zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyet gösterilecektir.”
Milletimizin tarih boyunca yaptığı savaşlarda gösterilen insani hassasiyetlere dikkatimizi çekti.
Peygamber Efendimiz’in savaş ahlakıyla ilgili sözlerini hatırlayalım. Şam bölgesine doğru gönderdiği ilk ordusuna şunları tembihliyordu:
“Kadınları öldürmeyin, çocukları öldürmeyin, yaşlıları öldürmeyin, manastıra sığınan rahiplere dokunmayın, ağaçları kesmeyin, ekinleri yakmayın. Siz sadece sizlerle savaşan askerlerle savaşın.”
Peygamber Efendimiz’in arkadaşı, ilk halife Hz. Ebubekir (ra)’in savaşla ilgili tavrına da göz atalım.
Hz. Peygamber (sav) vefatından kısa bir süre önce Suriye taraflarına gönderilmek üzere bir ordu hazırlamış, komutasına da Mu’te gazvesinin şehitlerinden, Resûlullah’ın azatlısı ve evlatlığı Zeyd b. Hârise‘nin oğlu Üsâme‘yi tayin etmişti. Hz. Peygamber hastalanınca, sefer için hazırlık yapmakta olan ordu yola çıkmayı geciktirdi. Resûlullah’ın vefatı üzerine ordunun gönderilmesi görevi Hz. Ebubekir’e kaldı. Genç olmasından dolayı Üsâme’nin komutanlık yapmasını istemeyenlere rağmen Hz. Ebubekir, Resûlullah’ın atadığı bir komutanı görevden almayı kabul etmedi; orduyla birlikte bir müddet yürüdü ve onlara şu hitabede bulundu:
“Davanıza ihanet etmeyin. Savaşta bile insaftan ayrılmayın. Çocukları, yaşlıları, kadınları öldürmeyin; onlara zulmetmeyin. Hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin, telef etmeyin. Kiliselerde ibadete çekilenlere rastlarsanız, onları ibadetleriyle baş başa bırakın. Size yiyecek, içecek ikram edilirse ‘Bismillah’ demeden yemeyin, içmeyin. Kafalarını şeytan yuvası hâline getirenlerin başlarını ise Bismillah kılıcı ile uçurun.”
Anadolu’yu Müslüman Türklere yurt olarak kazandırmanın kapısını açan Sultan Alparslan, kefen yerine beyaz bir gömlek giyip Cuma namazını kıldıktan sonra, ordusuna Malazgirt ovasında şöyle seslenmişti:
“Burada Allah’tan başka bir sultan yoktur, emir ve kader tamamıyla onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz.”
Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosna Hersek’i fethinden sonra bölge halkına verdiği Ahidname:
“Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum: Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntı vermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır. Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, ne vezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere (kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine) dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir.”
Çanakkale’de İngilizlerin saflarında savaşan bir Anzak askerinin beyanı:
“Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkânlara ve sayı üstünlüğüne rağmen, Türklerin cesaret ve gayretleri karşısında, durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde, başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türklerin arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkleri çok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedavi etmişler. Hiçbirinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada âdeta bir misafir gibiydim. Artık içimden, ‘Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizlere!’ diyordum.”
Sözün özüne gelelim…
Türkiye’nin Afrin Harekâtı dönüm noktası sayılabilecek bir özelliğe sahip. Eğer Türkiye, hedefine ulaşıp, 30 km’lik güvenli hattı oluşturmayı başarırsa, bağımsızlık yönünde önemli bir adımı atmış olacaktır.
Neden?
Çünkü güvenli hat Türkiye’nin kendi politikası, kendi fikri. Güvenli hat oluşturulması demek, Türkiye’nin bağımsız karar alabilmeye başladığının göstergesidir. Güvenli hat demek, Suriyeli mazlumların tekrar kendi ülkelerinde yaşamaya başlaması, Suriyeli muhacirlerin vatanlarına dönüş yolunun açılması demektir.
Siz mazlumlara yardım ederseniz, Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım edecektir.
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” – Muhammed Suresi 7. Ayet
***
Ocak ayı şehidlerimizden Gıyaseddin Uğur
Kendisiyle iki kez görüşmek nasip olan bir şehid arkadaşımızdan bahsedeceğim: 21 Ocak 1994 günü Batman’da şehid edilen Gıyaseddin Uğur.
Daha doğrusu, onu daha yakından tanıyan bir arkadaşının yazdıklarıyla sizlere tanıtmaya çalışacağım:
“Bazen karşılıklı oturduğumuzda, o bir yere dalarken ben de yüzüne bakardım. Şehadetini düşünür dururdum. Benim elim nasıl varacak onu yazmaya diye. Hep Allah’tan geç olmasını dilerdim ayrılığın. Onunsa umurunda değildi.
O’nun kadirşinaslığına hep gıptayla baktım. Kendi babası yaşında bir insanla nasıl konuşabiliyorsa, aynı şekilde, henüz ilkokul yaşlarında bir çocukla bile oturup konuşabiliyordu. Ama arkadaşça, dostça… Böyle birisinin yokluğunu duyumsamak çok acı ama ilahi vahyin gereği, bu, bizim şuurunda olmadığımız “dirilik”ten ötürüdür diye düşünüyorum.
Şehidçe yaşamanın künhüne varabilmek için onu yakından tanımak yeter de artar. Ama gel gör ki bu kadar yakından tanıtabilmek için ne gücüm var ne mecalim. Doruğa ulaşan cesaretiyle, kâfirlerin ve zalimlerin gözünde çok daha büyüktü. Hemhal dostlarının gözünde olan büyüklüğünden çok daha büyük. Onu, bırakın dostun gözünde, düşmanın gözünde bile bu kadar büyük yapan neydi?
Davasını iyi bilen, bildiğini anlatabilen yapısı ve bunun da ötesinde, davasının hak ve doğru olduğuna sonuna kadar güvenen bir kişiliği vardı. O’nun bu güveni, karşıt herhangi bir düşünceyi savunanı kendi kendiyle çelişir hâle getiriyordu.”
Gıyaseddin Uğur ve tüm şehidlerimizin ruhu için El Fatiha…