Niçin Türkiye’deyiz?

Çoğu zaman kendi kendime sormuşumdur “Niçin buradayız” diye. Kaderin hakkımızda murad ettiği hayır neydi ki ben insanımı, toprağımı terk etmek durumunda kaldım? Ne oldu da burada güvenli bir sığınak bulan 3 milyon Suriyeli vatandaşımın yansıra Mısırlı, Yemenli, Iraklı, Filistinli topluluklarla beraber Türklerin içindeyim? Peki, burada neler yapıyoruz, yapmamız gerekenler ne?

Önce şu noktada bir uzlaşmaya varalım. Günümüz Arapları ve Türkleri tarihi çarpıtılmış bir şekilde öğrenmek durumunda kaldılar. Tam da oryantalistlerin, İslam düşmanlarının istediği şekilde. Hedefleri neydi? Muhteşem bir ortak tarihe sahip olan tek bir millet olduğumuzun unutturulması. Birlik olma duygusu ve ortak değerlere, ortak inançlara bağlılıktı bizi bir arada tutan. Yenilmişlik psikolojisi oluşturmak suretiyle bizi ezikleştirme, şeref duyduğumuz, övündüğümüz değerlerden bizi koparma, Hz. Peygamber (sav)’den bu yana yaşanmış ne varsa kötü ve çirkin gösterme ve böylece tarih ve medeniyet bilincimizi altüst etme yöntemini kullandılar.

Ben de neticede bir Arap olduğum için söze Araplardan başlayacağım. Araplar Osmanlı’ya nasıl bakıyorlardı size anlatacağım.

Araplar Osmanlı’ya İslam dini zaviyesinden bakıyorlar ve onlara destek veriyorlardı.  Ne ırk, ne de milliyetçilik gibi bir yaklaşım söz konusu değildi. O zamanlar gerçek anlamda bir ümmet anlayışı vardı.

Arapların nezdinde Yavuz Sultan Selim, Müslüman bir komutandı. Topkapı Sarayı arşivinde 11634-26 no. ile kayıtlı belgede yer aldığı gibi ondan Suriye üzerine yürümesini talep edenler Araplardı, bundan sevinç duyup kendisini karşılayacaklarını belirtmişlerdi. Buradaki yürüyüşten kasıt, Memluk devleti üzerine bir yürüyüştü. Zira Suriye ahalisi hukuksuzluk batağına saplanmış bulunan Memluk yönetiminden artık bıkmış durumdaydı. Halep’teki dört mezhep imamı hep birlikte Osmanlı Türkçesi’nde bir mektup kaleme aldılar. Suriye’ye doğru yola koyulursa kendisini Antep’e kadar gelerek karşılayacaklarını Yavuz’a ifade ettiler. Aynı şekilde Mısır ahalisinden de kendilerini Memluklardan, Kansu Gavri yönetiminden kurtarması için talepler gelmekteydi. Ülkelerine hangi Osmanlı elçisi gelse Kansu Gavri’yi şikâyete başlıyorlar, hukuk dışı tavırlarından yakınıyorlardı. Bunu da Beyazıt Kütüphanesi kayıtlarında 4971 no. ile mevcut bulunan belgeden öğreniyoruz.

Benzer bir talep Cezayir ahalisinden gelmişti. 1519’da Yavuz Sultan Selim’e yazdıkları mektupta “Biz artık Osmanlı vilayeti olmak istiyoruz” diye haber göndermişlerdi

Bunları burada zikretmekten maksadım, Arapların gözünde Osmanlı nasıl bir devletti, Müslüman Türkler nasıl insanlardı, iyice anlaşılsın. Ortak bağ, din bağıydı. Birlikleri, kuvvetleri ve izzetlerinin kaynağı İslam diniydi. İngiliz, Fransız, Portekiz, İtalyan ve daha birçok farklı ulustan oluşan Haçlıları bir araya getiren de din bağı değil miydi? Müslüman olsun, Hristiyan olsun farklı ulusları birleştiren gerçek bağ, tarih boyunca din bağı olmuştu.

Osmanlı devletinde İttihat ve Terakki yönetime el koyana dek Arap halka Türkçe eğitim dayatılmamıştı bile. Tam aksine Osmanlı devlet erkânı Arapça’yı eğitim dili yapmış, kendi evlatlarına Arapça öğretiyorlardı. Araplara büyük değer verir, onları asil ve zeki olarak nitelerlerdi.

İslam ülkeleri (Anadolu, Kuzey Afrika, Batı Asya ve Doğu Avrupa) tek bir bayrak altında birleştiklerinde Haçlıların yürüyüşü de engellenmiş oldu. Artık bir daha uzun süre İslam ülkelerine sarkamadılar. Artık önlerinde bir engel vardı. Hatta bırakın engeli, Avrupa’nın ortasına doğru uygun adım yürüyen bir devlet vardı. Bu devlet fazla olmaya başlamıştı. Haçlıların bütün çabası bu devletin yıkılışına yönelmeye başlamıştı.

Ne yapalım diye epey kafa yordular. Akıllarına gelen şey adeta sihirli bir formüldü. Başarı kaçınılmaz görünüyordu. İslam ülkelerini gölgesi altında birleştiren tek bayrağı, Osmanlı bayrağını parçalara ayırmaktı planları. Ümmet fikri altında birleşen gücü, milliyetçilik ideolojisiyle paramparça etmekti. İşe bizzat Osmanlı’nın ciğerine neşter vurarak başladılar. İttihat ve Terakki ile kapı açıldı ve bu kapıdan milliyetçilik virüsü bulaşmış yığınla cemiyet bünyeye sızmaya başladı. İngilize, Fransıza doğrudan gerek de kalmamıştı.

Bizi asıl ilgilendiren nokta, Osmanlı yıkıldıktan sonra başımıza nelerin geldiğini düşünmek olmalı. Hepimizi şanlı bayrağı altında himaye eden o devlet gidince ne oldu? Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Siyonistler hep birlikte çullandılar Osmanlı’dan geriye kalan ne kadar yer varsa. Osmanlı örneğinden derslerini aldıkları için tedbiri hiç elden bırakmadılar. Bir daha karşılarına böyle güçlü bir rakip çıkamasın diye önce Müslüman ulusların arasındaki en güçlü bağı, din bağını zayıflattılar. Ve dilim dilim ettikleri coğrafyamızın dört bir köşesine, tarihi, kültürü, herşeyi kendisiyle başlatan din düşmanı kuklalarını diktiler

Bu kısır döngüyü kırmak için fırsat yüz yılda bir gelirdi belki. O da Arap Baharı oldu. Müslüman halklar, azgın, din düşmanı yönetimlerden kurtulup tekrar kendi kimliklerine dönmek için bir fırsat yakaladılar. Ama ipleri elinde tutan küresel güçlerin buna tepkisi karşı devrimler olarak gecikmedi. Gerçek halk devrimlerini, tekrar kendi kuklalarını yönetime taşımak suretiyle bastırdılar. Gece gündüz ağızlarına pelesenk ettikleri insan hakları ve demokratik değerler ayaklar altında çiğnenirken onlar sadece alkış tutuyorlardı.

Bütün olan bitene rağmen, ülkelerimizde dökülen onca kana, çekilen onca acıya rağmen geleceğe inancımız tam. Özgürlük duygusunu bir kere tadan uluslar bir daha eskisi gibi kolay kolay boyun eğmeyecek. Takkeler düştü artık.

İnanıyorum ki Türkiye’de bulunuyor oluşumuz kaderin güzel bir tecellisi. Osmanlı devrindeki o güzel iklimi, Türkler ile Araplar arasındaki ümmet bağını tekrar kurabilmek için bir fırsat. Arapçayı tekrar hatırlamak için bir fırsat.

Hatta yapılan onca haksızlığa rağmen Katar ablukası bile Türkiye’nin tarihi yerini,  Arap’ın Arap’a zulmettiği zamanlarda adaleti yerine getiren Osmanlı’yı bize tekrar hatırlattığı için kaderin kendine verdiği görevi yerine getiriyor.

Osmanlı’dan sonra sadece zulümle geçen koca bir yüzyıl. Coğrafyamızı adeta esir alan 10 yılda bir gerçekleşen darbeler. Bütün bunlar geniş açıdan bakarsak devletlerin uzun hayatına mukabil çok da anlamlı durmuyorlar. Önemli olan ne kadar engel çıkarsa çıksın tekrar birlik olmayı becerebilmek. Belki bir İslam birliğini görecek kadar ömrümüz olmayabilir. Ancak bu konuda elimizden geleni yaparak evlatlarımızın o günleri görmesini sağlayabiliriz.

Bu yazımı, iki gün sonra Suriyeli bir genç ile bir Türk kızının nişan töreninde ne giyeceğimi düşünürken kaleme alıyorum. Bu, benim şahit olduğum dördüncü örnek. Artık Suriyeli kızlar Türk gençleriyle, Türk kızları Suriyeli gençlerle evleniyor. Yeni bir nesil hayal ediyorum. Biraz Türk, biraz Arap bir nesil. Ümmetin yarınını kendi elleriyle inşa eden, düşmanlarını kahreden bir nesil. Adalet ve vahdet kanatlarıyla ümmeti tekrar yükseltecek bir nesil.