Ülkemiz, darbeciler ve darbeci kafalardan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi. Ülkemize en büyük zararı veren darbeciler oldu. Memleket ne zaman ekonomik ve siyasi olarak ilerlemeye başladıysa, Laik-Kemalist darbeci zihniyet devreye girerek ülke ekonomisini Siyonist Yahudi ve batılı emperyalistlere peşkeş çekti. 1960, 1970, 1980 ve 1997 darbelerinin hemen öncesini ve hemen sonrasını dikkatlice araştırın, bunu apaçık göreceksiniz.
1970 yılında, 14-15 yaşında delikanlılık çağındaydım. 1980 darbesinde, 24-25 yaşlarında üniversitede okuyan, cepheden cepheye koşan birisiydim. 1997 post modern darbe döneminde, 40-42 yaşlarında tecrübeli bir gazeteci ve darbecilere karşı cansiperane mücadele eden Selam Gazetesi’nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürüydüm.
Refahyol Hükümeti’nin Başbakanı Erbakan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde işçi ve memura en yüksek oranda zam vermişti. İşçiye %102, memura %130, asgari ücretliye %101 zam yapmıştı. Havuz Sistemi getirerek, devletin bir bankasından düşük faizle para alıp devletin diğer bir kurumuna yüksek faizle para satan sözüm ona sanayicilerin soygunlarını önlediği için 28 Şubat darbesiyle hükümetten uzaklaştırıldı.
Başörtülülere “yarasa” diye hakaret eden, “Siyasi hayatım pahasına kesintisiz 8 yıllık eğitim sistemini kanunlaştıracağım” diye övünen Mesut Yılmaz’ı Başbakanlık koltuğuna oturttular.
Bütün bu olup bitenlere karşı, Selam Gazetesi olarak yalın kılıç mücadele verdik. “Ülkemizi Siyonist Yahudilere ve Amerika’ya Peşkeş Çekiyorlar” manşetleriyle karşı çıktık. Bedeli, “Tevhid Selam Terör Örgütü” uydurmasıyla 6 yıllık hapis oldu.
Geçtiğimiz günlerde, 28 Şubat Darbe Davası’nda savcılık mütalaasını verdi ve aralarında Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Orgeneral Çevik Bir, Orgeneral Çetin Doğan’ın da bulunduğu 60 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.
28 Şubat Darbe Davası’nı açan savcı Mustafa Bilgili idi. FETÖ/PDY Terör Örgütü Kozmik Oda davasından, Aralık 2016’da tutuklandı. 28 Şubat Darbe Davası’nın, Savcı Mustafa Bilgili’den dolayı akamete uğramasından korkuyorum. Tıpkı Ergenekon, Balyoz darbe davaları gibi sulandırılıp 28 Şubat darbecilerinin de affedilme tehlikesi bulunmakta.
Bundan dolayı, yeni bir savcının araştırması ve iddianamesiyle 28 Şubat Darbe Davası yeniden açılmalı ve yargılamalar yenilenmelidir. Aksi takdirde, Ergenekon ve Balyoz darbecileri gibi affedilip milyonlarca liralık tazminat alabilirler.
* * *
696 Sayılı KHK ile terör suçlularına tek tip kıyafet uygulaması getirildi. Kanuna bir bakalım:
“3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlar, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymek zorundadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309 ila 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar badem kurusu; bu maddede belirtilen diğer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ise gri renginde göğüs ve pantolon bölümü bitişik (tulum) giysiler giyer. Ancak kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri bitişik şekilde (tulum) olmayabilir. Bu madde hükümleri çocuklar ile hamile kadınlar hakkında uygulanmaz. Kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar yönetmelikle belirlenir. Bu maddede öngörülen yönetmelik bir ay içinde yürürlüğe konulur. Bu madde hükümleri söz konusu yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren uygulanır.”
Tek tip kıyafet uygulamasına prensipte tamamen karşıyım. Çünkü yerli bir fikir değil. Batı ülkelerinin, özellikle de ABD’nin uygulaması. Onların da esas maksadı insan onurunu yok etmek. Bizim dinimiz, suçlu da olsa insan onuruna halel getirmez. Tarihte bize ait böyle bir uygulama yok. Bir tek 12 Eylül Darbecileri denediler, onlar da sonradan vazgeçmek zorunda kaldılar.
Yetkililere sesleniyorum, bizim dinimiz ve geçmişimiz adalet sistemi üzerine kuruludur. Savaş esirlerine bile insani muameleyle biliniriz. Bedir esirlerine Allah Resulü nasıl davrandı? Hz. Ali Efendimiz, katili İbn Mülcem’e nasıl davrandı? Sultan Alpaslan, savaş esiri Bizans Kralı Diyojen’e nasıl davrandı? Çanakkale’de dedelerimiz Anzaklara ve diğer esirlere nasıl davrandı?
Ben, tam bir sene evvel Kandıra F Tipi 1 No’lu Cezaevi’ndeydim. Terör suçlusu olarak. Bu uygulama benim içime sinmiyor. Bu kanun bence hemen iptal edilmelidir.
* * *
Yılbaşı kutlaması, yılbaşı eğlencesi… Bize ait olmayan bir adet. Batılıların, yani Hıristiyanların âdeti. Maalesef son yıllarda, Müslüman halkımızdan kimselerin de yılbaşı kutlamalarına şahit oluyoruz.
Yılbaşı kutlaması yapan, Müslüman kardeşlerime, “El Merü Mea men ehabbe” (Kişi sevdiğiyle beraberdir) hadisini hatırlatıyorum.
* * *
Aralık ayı şehidlerimizden Nazım Durmuş
İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde okuyordum. Aynı zamanda Fatih Akıncılar Derneği Kültür Müdürlüğünü ifa ediyordum. Kartal’da, komünistler tarafından Nazım Durmuş’un, Edirne’de de ülkücüler tarafından Erdoğan Tuna’nın şehit edildiğini öğrendik.
Nazım kardeşimizin cenazesini defnetmek için Kartal’a gitmemiz gerekiyordu. Bunu vesile edinerek, İmam Hatip Lisesi öğrencileri olarak ikinci derse girmedik, okul önünde toplanıp, “Allahu Ekber Allahu Ekber” diye tekbirler getirerek, salavatlar okuyarak, Fatih Camii avlusuna kadar yürüdük. Orada üniversitede okuyan ağabeylerimizle birlikte Fevzipaşa Caddesine inip Saraçhane Parkı’na ulaştık. Burada başka semtlerden gelen arkadaşlarımızla birleşip, Beyazıt üzerinden Sirkeci araba vapuru iskelesine ulaştık. Araba vapuruna bindik.
Araba vapuru, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin”, “Ya Şehadet Ya Zafer”, “Tek Yol İslam”, “Zalimler döktükleri kanda boğulacak” ve diğer pankartlarla, adeta Akıncılar İstanbul İl Merkezi gibi donanmıştı. Hüseyin Goncagül’ün Kaptan köşküne girip siren çalışını bugünmüş gibi hatırlıyorum…
Devamını Milli Gazete haberinden okuyalım:
Edirne’de Ülkücüler tarafından öldürülen Erdoğan Tuna ve Kartal’da Komünistler tarafından katledilen Nazım Durmuş için, dün İstanbul’da Müslüman gençler tarafından, protesto yürüyüşü yapıldı. Akıncılar teşkilatının düzenlediği yürüyüşe on binlerce Müslüman genç katıldı.
Yürüyüş Saraçhane’den başladı. Müslüman gençliğin bu sessiz yürüyüşü, sonuna kadar sürdü. Fakat bu sessizlik, bir suskunluğu, bir kabul etmişliği ifade değil; bir başlangıcı, yumruğun sıkılışını gösteriyordu. Sıkılan yumruklar, pamuk eldivenler içinde, demir bir el gibiydi.
On binler, Saraçhane’den Aksaray’a, oradan Beyazıt’a, Sultanahmet yoluyla da Sirkeci’ye, bir sel gibi aktı. Önüne geleni yıkacak, devirecek ve yok edecek bir akıştı görülen. Çarpık düzene, bozuk düzene ve onun kapitalist, komünist, faşist uşaklarına karşı, sel gibi aktı Müslüman gençler.