24 Haziran dönüm noktası olacak

Klasik bir deyim olacak fakat 24 Haziran seçimleri gerçekten bir dönüm noktası. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana güya parlamenter sistemle yönetiliyor.

Hafızamızı tazelemek için cumhuriyetin kuruluşuna gidelim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan hemen sonra, milletin hayat tarzına ve düşüncelerinin tam tersine birçok devrim yapıldı. Bu devrimlerin hiçbiri halka sorulmadı. Halkın fikri alınmadı, hepsi dayatıldı. Harf inkılabı, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması bunlardan sadece bir kaçı…

Toplumun hayatını ilgilendiren kanunlar Avrupa devletlerinden alındı. İsviçre’den medeni hukuk, Almanya’dan ceza muhakemeleri usulü, İtalya’dan ceza, Fransa’dan idare hukuku kanunları alındı; tercüme edilip Türkiye Cumhuriyeti yasaları olarak kabul edildi.

Uğur Mumcu bu durumu şöyle ifadede ediyordu:

“Türk vatandaşı; İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”

Yerliden, yani Osmanlı’dan o kadar nefret ediliyordu ki Kur’an ve ezanı Arapça okumak 18 yıl boyunca yasaklandı.

1950’li yıllara gelindiğinde patlama ve bitme noktasına gelen sistemi gevşettiler. Millet, eline biraz imkân geçince hemen cezayı kesti ve CHP’yi iktidardan uzaklaştırdı. On yıl boyunca iktidar yüzü göremeyen CHP, kendini sitemin yegâne sahibi görüyordu. Ordu kullanılarak 1960 ihtilali gerçekleştirildi ve Menderes idama yollanarak iktidardan uzaklaştırıldı. Böylece CHP tekrar iktidara geldi, fakat 1961’de yapılan ilk seçimde millet CHP’yi yine iktidardan uzaklaştırdı.

1970 yılında ordu yine müdahil oldu ve Demirel hükümeti iktidardan uzaklaştırıldı, yerine Erim hükümeti kuruldu. 1980’de askerler yine yönetime el koydu. 1983 yılında yapılan ilk seçimde, CHP zihniyeti temsilcisi olan Halkçı Parti seçimi yine kaybediyor, Turgut Özal iktidara geliyordu.

Kendilerini sistemin yegâne sahibi olarak gören CHP zihniyeti iktidarı rahat bırakmıyordu. 1960 Darbesiyle milletin seçtiklerine yeni ortaklar tayin etmişti: Senato, Anayasa Mahkemesi… 1980 Darbesiyle buna bir de YÖK (Yüksek Öğrenim kurumu)  ilave edilmişti.

Merhum Turgut Özal, Başbakan iken özel bir toplantıda şunları söylemişti: “Devlet yönetiminde Başbakan ve Hükümete %25’lik bir iktidar alanı bırakmışlar. Fakat bunu dahi bize kullandırmak istemiyorlar. Bütün mücadelemiz, bu %25’lik hakkımızı kullanabilmek içindir.”

1995 seçimlerin galibi Prof. Dr. Necmettin Erbakan olmuştu. CHP zihniyetli beyaz Türkler, Erbakan’ın bu zaferini bir türlü hazmedemedi. İktidara gelmemesi için ellerinden gelen her şeyi yaptılar fakat bir türlü engel olamadılar. Refah Partisi ve Doğruyol Partisi anlaşıp, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakanlığında Refahyol hükümetini kurdu.

Kendilerini sistemin yegâne sahibi gören zihniyet ve askerler, Erbakan hükümetini bir türlü hazmedemediler ve 28 Şubat Post Modern Darbesiyle, 18 Haziran 1997 tarihinde Necmettin Erbakan’ı istifa etmek zorunda bıraktılar.

Egemenlerin istediği hükümeti, Mesut Yılmaz ANASOL-D olarak kurdu ve güvenoyu aldı. “Siyasi hayatım pahasına da olsa” dediği 8 yıllık kesintisiz eğitim kanununu onaylayarak, İmam Hatip liselerinin orta kısımlarını kapattı ve İmam Hatip liselerinin üniversiteye girişlerini zorlaştırdı.

Bu hükümet ve akabinde kurulan Ecevit hükümetleri, ülkeyi tarihinin en büyük ekonomik krizine götürdüler. Tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçen 21 Şubat 2001 krizinde, dolar kuru bir gecede %40 artmış ve 680 bin liradan, 960 bin liraya, gecelik faizler ise 7.500 liraya yükselmişti.

2002 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerde, millet kendisinin soyulmasına vesile olanları parlamento dışı bırakarak, Erdoğan’ın yeni kurduğu AK Parti’yi %34 oyla ve 363 milletvekiliyle iktidara getirdi. Her bakımdan iflas etmiş bir Türkiye’yi Erdoğan hükümeti olağanüstü bir çaba ve gayretle, her türlü engellemelere rağmen düzlüğe çıkarıyordu. Buna rağmen askerler ve beyaz Türkler, Erdoğan’ı iktidardan düşürmek için her türlü oyunu oynuyordu.

Son kozlarını 2007’de oynadılar. 27 Nisan 2007 tarihinde mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktı. Ulusalcı ve Laik-Kemalist çevreler, AK Parti’ye Cumhurbaşkanı seçtirmemek için Cumhuriyet Mitingleri düzenleyerek ortamı germeyi başardılar.

27 Nisan 2007 Cuma günü mecliste yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, AK Parti’nin adayı Abdullah Gül, ilk tur oylamada 357 oy alarak seçildi. Aynı gece saat 23.10’da Genelkurmay’ın internet sitesinden Erdoğan Hükümeti’ni hedef alan bir muhtıra yayınlandı:

“Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur.”

Muhtıranın hedefi hükümet olmakla birlikte, asıl hedefin seçilecek olan Cumhurbaşkanı’nın laik bir kişilik olmayışı özellikle vurgulanmaktaydı. Bu muhtıranın doğrudan doğruya milletin iradesine ipotek koymayı hedeflediği açıktı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bazı kurmaylarıyla birlikte bu muhtıraya karşı çıkan bir metin hazırladı. Ertesi gün Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek şu tarihi metni okuyordu:

“Başbakanlığı bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda Hükümet’e karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, Hükümet’in emrinde görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre Genelkurmay Başkanı, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.”

Bu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir dönüm noktasıydı. İlk defa sivil irade, askere karşı bir duruş sergiliyordu.

Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun uydurduğu 367 garabetini ileri süren CHP, Anayasa Mahkemesi’ne itiraz etti. Anayasa Mahkemesi de büyük bir hukuksuzluğa imza atarak seçilmiş milletvekillerinin iradesini yok sayıp Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etti. Erdoğan buna karşı rest çekip 22 Temmuz’da erken seçim kararı aldı ve ardından AK Parti %46.5 oy ile 341 milletvekili çıkararak yeni bir zafer kazandı.

28 Ağustos 2007 günü mecliste yapılan 3. tur oylamada 339 oy alan Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece askerler ve Ulusalcı Laik-Kemalistler bir kez daha halktan gereken cevabı aldılar.

Bütün bunları ayrıntılı olarak vermemin sebebine gelince… 24 Haziran seçimleri, Türkiye’nin yeni bir döneme girip girmemesinin oylanacağı seçim olacak. Eğer Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmezse yeniden eski sisteme geri dönülecek.

Türkiye’nin vesayetçi sistemden kurtulması için 24 Haziran seçimleri tarihi bir fırsattır.