15 Temmuz bize çok şey kazandırdı

Mescid-i Aksa kapılarında Filistinli kardeşleriyle omuz omuza Siyonist zulme karşı haykıran Türkleri haber bültenlerinde gördüğünüz vakit anlıyorsunuz. Türkiye niçin acımasızca hedef alınmıştır, niçin sürekli saldırı altındadır.

Türkiye’nin dört bir köşesinde Müslümanların ilk kıblesine karşı işlenen cürmü konu edinen Cuma hutbesinin ardından camilerden meydanlara sağnak gibi boşanarak Aksa’ya destek için kendini paralayan insan kalabalığına tanık olduğunuzda bir daha anlıyorsunuz. 15 Temmuz nedir, neyin ifadesidir.

İslâm ümmetiyle bağını koparmak yapılan onca uğraşa, verilen onca mücadeleye rağmen Türk milletinin kalbi hâlâ ümmeti için atıyorsa, hâlâ kardeşleri için çarpıyorsa, Türk milletini değerlerinden koparmanın mümkün olmadığına bütün dünya şahittir artık. Ve 15 Temmuz, işte bunun ispatıdır.

15 Temmuz’un yiğitlerine kocaman bir teşekkür borçluyuz. Bütün yeryüzüne bir başarı hikâyesinin girizgâhı oldukları için. Özellikle de İslâm dünyasına.

15 Temmuz’un belki de en önemli ve en güzel yanı, sadece namazlara hapsedilen camilerin sosyal ve siyasi hayatta oynadığı rolün yeniden keşfedilmesi oldu. İslam düşmanlarının ve coğrafyamıza egemen olan despot rejimlerin iyi bildikleri bir gerçektir bu. O nedenle iktidara gelir gelmez ilk gündeme aldıkları konu camilerin sosyal işlevlerinden arındırılıp sadece ibadet mekanı olarak algılanmasını sağlamak olmuştur. Böylece din olgusunun Müslüman bireyin hayatında tuttuğu yer de olumsuz bir şekilde etkilenmiştir.

Aynı hadise Suriye’de de gerçekleşmişti. Esed rejimine karşı ilk protestolar Cuma namazı sonrası meydana gelmiş, Ramazan ayına girildiğinde de teravih namazı sonrası günlük protesto şekline dönüşmüştü. Bu durum bize toplumsal önderlikte camilerin oynadığı rolün önemini göstermişti. Zaten rejimin ilk bomba yağdırdığı yerler de camilerin minareleri olmuştu.

Türkiye’nin üzerine bu denli hücum edilmesinin bir tarafında da İstanbul’un bir zamanlar Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, Hıristiyanlığın en büyük merkezi olduğu gerçeğinin Batılı insanın zihninde yer edindiği ve hiçbir vakit unutulmayacak oluşu yatmaktadır.  Haçlı zihniyeti, kendi ilerleyişine set çekmekle kalmayıp ilk başkentini, Konstantin’in şehrini elinden alan ve bununla da yetinmeyip Avrupa’nın ortasına doğru yürüyüşe geçen İslam hilafetinin gücünü unutmamıştır. Büyük bir çaba harcayıp ancak bu gücü durdurabilmekle Avrupa topraklarında kalan Yunanistan, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Ukrayna ve Kafkasya’ya hakim olabilmiştir.

Yine Haçlı zihniyeti çok iyi bilir ki güçlü bir ülkeyi dışardan yıkmak mümkün değildir. Ancak ideallerinden saptırılmış, kafası karışık ve menfaatini önceleyen bir güruhu içerden temin etmekle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ve bunlar devşirilerek düşman güçlerin askerleri halini alırlar.

15 Temmuz’un ortaya koyduğu bir diğer gerçek de düşman safında yer almaya ikna olmuş Gülen çetesinin hayal bile edemeyeceğimiz çirkinlikleri yapabiliyor oluşuydu. Açık söylemek gerekirse kimse bu kadarını beklemiyordu. Bu denli organize olduklarını, gözlerinin bu denli karardığını, niyetlerinin bu denli köreldiğini…

Başka bir gerçek de, bir ninni misali bizi esnetecek kadar tekrar edilegelen demokrasi terennümünün tastamam kof çıkması oldu. Batı demokrasisinin Batı’ya mahsus olduğu bir daha tescillenmiş oldu. Bu kadar başağrısı çektikten sonra Müslüman halklar için ne anlam ifade ettiği de sanırım anlaşılmıştır. Demokratik seçimler yoluyla iş başına gelenlerin Gazze ve Mısır’da olduğu gibi bir türlü makbul görülmeyişleri ama Arap Baharı’nı tersine çeviren askeri darbelere alkış tutulması da buna örnektir. İslam ümmetinin yükselişinden rahatsız olanların, bir İslam ülkesinde muhtemel hiçbir olumlu gelişmeye destek vermeyecekleri de böylece anlaşılmıştır. Nitekim Türkiye’deki muhalefet de hükümetin attığı her olumlu adıma, ülkenin hayrına yapılan her büyük atılıma itiraz etmeyi marifet bilmektedir. Türkiye’nin eskiden olduğu gibi kendi halinde küçük bir ülke olmasını, Arap dünyasıyla bağlarını koparmasını can ü gönülden arzu etmektedir.

Arap Baharı’na büyük destek veren, toplumların özgürleşme ve demokrasi taleplerini içten bir saygıyla selamlayan Türkiye, geri kalmışlık, zorbalık, anarşi ve ayrımcılık son bulsun diye elinden gelen çabayı göstermiştir. Bunu yaparken hiçbir zaman gizli bir gündemi olmamış, Arap dünyasındaki yöneticilere de dostça yaklaşarak inandığı değerleri aktarma yolunu tercih etmiştir.

15 Temmuz sayesinde şunu da öğrendik ki, Haçlılar pekala İslami söylemlere sahip birilerini de destekleyebiliyorlar. Yeter ki amaçları gerçek İslam’ı perdelemek olsun. Evet, İslam dinini olduğundan başka göstermek isteyen bütün yorumlara rahatlıkla kucak açan bir Batı dünyası var. Amaçları mümkün olduğunca parçalanmış bir ümmet manzarası. Akla mantığa sığmayan aşırı yorumlarla başını almış giden İslamofobiye katkıda bulunmak da cabası.

15 Temmuz’un belki de en büyük yararı, Türkiye’deki en büyük tehlikenin önünü alma fırsatı sağlaması olmuştur. Türkiye’nin yiğit evlatları canlarını ortaya koyarak vatanları, dinleri ve özgürlükleri uğrunda şehit düşmüşlerdir. Geçmişte yaşanan acı tecrübelerden milletçe çıkarılan ders, belki de gelecekte yaşanması muhtemel acı tecrübelerin meydana gelmesini engellemiştir.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki Türkiye ve Arap dünyası aleyhine, İslam dünyası aleyhine yapılan planlar henüz son bulmuş değildir. Amerika, Suriye’nin kuzeyinde eli kanlı terör örgütünü destekleyerek bölgeyi yeni bir türbülansa, yeni bir kaos ortamına sürüklemeye çalışmaktadır. Bölgedeki kaosa son verecek yegane güç olan Türkiye’nin de bu şekilde önü alınmak istenmektedir. Başlangıçta destek verdiği Özgür Suriye Ordusu’na da sırf Türkiye ile yakın durması nedeniyle destek vermeyi kesmiştir.

Amaç belli ve açıktır. Anarşi ve kaos ortamının mümkün olduğu kadar yayılması ve bölgenin istikrar ve gelişmeye mümkün olduğunca kapalı kalmasıdır. Amaç, yeni bir Sykes Picot haritasıdır. Daha da küçülmüş devletler, daha da parçalanmış bir Ortadoğu’dur. Büyük İsrail’e giden yol budur. Suriye’de yaşananların bu acı gerçeğin ifadesidir.

Türkiye’de, Suriye’de ve Kudüs’te bugün her ne yaşanıyorsa yaşansın en sonunda Allah’ın dilediği olacaktır. Bütün İslam ülkelerinde de… Biz, O’na güveniyoruz.

Başımıza gelen ne varsa Allah’tandır. O’nun takdiridir ve rıza göstermek durumundayız. Ancak üzerimize düşeni yapmak koşuluyla. Yeryüzünü yaşanır kılmak, Müslüman’ın görevidir. Her türlü engele rağmen doğru tarafta yer almak Müslüman’ın görevidir. Allah’ın sevdiği ve razı geldiği gibi güçlü kuvvetli Müslümanlar olmak bizlerin görevidir.