Neden kendimiz olamıyoruz?

Batılılaşma serüvenimizin başladığı Tanzimat döneminden beri, hemen hemen her sahada kendimizden uzaklaştık.
Kültürde, sanatta, ekonomide, siyasette, devlet yönetiminde… Hâsılı her alanda, kendimizden uzaklaşarak, batıyı örnek alıp, medenileşeceğimiz empoze edildi. Hatta devlet politikası oldu.
İslamî değerlerden uzaklaştırarak, batılılar gibi yaşarsak, medenileşiriz mantığına dayalı bir hayat tarzı dayatıldı.
Milletin geçmişiyle irtibatını kesmek için ilk olarak, İslam’ı toplumun dini olmaktan çıkarmaya teşebbüs ettiler. Kazım Karabekir bu tartışmaları şöyle anlatıyor:
“18 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonundaki binada, Teşkilat-ı Esasiye’de yapılması düşünülen, değişiklik müzakere ediliyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında şu zatlar bu işle meşguldü:
İçişleri Bakanı Fethi Bey (Okyar), İktisat Bakanı Tevfik Rüşdü Bey (Aras), Nafia Bakanı Fevzi Bey, Maliye Bakanı Hasan Bey, Ziraat Bakanı Sabri Bey, Basın Yayın Genel Müdürü Ağaoğlu Ahmet Bey, Mebuslardan Ziya Gökalp, İhsan Bey, Sivas mebusu Rasim Bey, Başbakan Rauf Orbay ve Maarif Vekili Sabri Bey’ler esasen seçim komitesinde bile bulunmamışlardı.
Ben geldiğim sırada Tevfik Rüştü Bey (Aras) konuşuyor ve şöyle diyordu:
‘Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilat-ı Esasiye’mizde dinimiz apaçık yazılmalıdır’ diyordu.
Ben söz aldım ve sordum:
‘Teşkilatı Esasiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey. Hangi kanaati haykıracaksın? Hıristiyanlığı mı?’
Mahmut Esat (Bozkurt) söz aldı ve sertçe cevap verdi:
‘Evet Hıristiyanlığı. Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve bize de kimse ehemmiyet vermez’ dedi.
Tartışmaların şiddetlenmesi üzerine, Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa sözümü burada keserek dedi ki: ‘Müzakereler çok hararetlendi, burada kesiyorum’ diyerek oturumu tatil etti.”
Milleti kültüründen, geçmişinden koparmak ve can damarını kesmek için 1 Kasım 1928 Perşembe günü, harf inkılabıyla Kur’an harfleri kaldırılıp, Latin harfleri getirildi. Böylece toplum babasının, dedesinin yazısını okuyamaz hâle geldi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı ve İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde, 1931 Aralık ayında, dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı.
İlk Türkçe Ezan 30 Ocak 1932 Cumartesi günü Hafız Rıfat Bey tarafından, Fatih Camii’nde okundu ve Diyanet İşleri Riyaseti, 18 Temmuz 1932 pazartesi günü, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi.
Ezan yasağı 18 yıl uygulandıktan sonra, 16 Haziran 1950 Cuma günü kaldırıldı ve orijinal hâliyle okunmaya başladı.
Keriman Halis, topluma batılılaşma örneği diye sunuldu. Cumhuriyet Gazetesi’nin 1932 yılında düzenlediği Türkiye Güzellik Kraliçesi Yarışmasının birincisi olan Keriman Halis, 31 Temmuz 1932 tarihinde Belçika’da Kâinat Güzeli seçilmesinin ardından, Mustafa Kemal 3 Ağustos 1932 Çarşamba günü, şu açıklamayı yapıyordu: “Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu bildiğimden, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli seçilmesini tabii buldum.”
Bir başka garabet, Türk Musikisinin 2 Kasım 1934 Cuma günü radyolarda icra edilmesi yasaklanarak, batı müziği icra edilmesi mecburi hâle getirilmesi.
Batılılaşma ve Atatürk İnkılapları dayatmaları, o gün bu gündür devam etmekte. 12 Eylül Askeri Darbesinden sonra, ‘Muasır medeniyet seviyesine yükselmek için!’ binlerce Heykel dikildi.
Öyle ki CHP’li belediyelerce Heykel ve büst dikimi, âdeta modernleşme ve muasır medeniyet göstergesi olarak, kabul edilir hâle getirildi.
Son 5-6 senedir, Ak Partili çevrelerde de maalesef ‘batılılaşma özentisi’ hızla yayılmakta olduğunu, üzülerek müşahede etmekteyiz.
Bazı Ak Partili bakanların yapacakları etkinlikler öncesinde, Anıtkabir’e yüzlerce mensubunu taşıyıp, çelenk koyma merasimlerinin artmakta olduğunu gözlemliyoruz.
Anıtkabir’de merasim yapmanın, âdeta medenileşme sembolü hâline getirildiğine şahid oluyoruz.
Oysa Ak Partinin, bu milletin değerlerine ve milletin kendine sahip çıkan ilk hükümet olduğunu gözlemledik. Millete tepeden bakan, vatandaşı ‘maraba’ gören zihniyet sahiplerinin iktidarına son vermiş; halka ‘hak ettiği’ değeri veren bir iktidar olmuştu.
Hatta öyle ki Cumhuriyet tarihinde ilk defa, orta ve alt gelirli insanlar, uçağa Ak Parti iktidarıyla binmeye başladılar.
Vatandaş, Cumhuriyet tarihinde ilk olarak hastanelerde insan yerine konulup, hizmetlerini rahatça alma imkânına kavuştu. Sıraya girmeden ilaç alabilir oldu. Hem de bunlar için hiçbir ücret ödemeden…
Karakollarda, nüfus müdürlüklerinde, tapuda, belediyelerde insan gibi muamele görür oldu. Ak Parti ile birlikte halkımızın hayatının refah düzeyi, birçok konuda ileri ülkeler seviyesine çıkarıldı.
Gelgelelim eğitimde, ahlak ve toplumsal hayatımızda, Ak Parti iktidarında olumlu gelişmeler göremedik. Hatta bazı konularda Avrupa Birliği kriterlerine uyacağım diye getirdiği kanun ve yönetmelikler; toplumsal hayatımızın, ailemizin temeline dinamit koymak gibi oldu.
1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu 440. Maddesinde kadınlar için, 441. maddesinde de erkekler için ‘zina suçu’nu düzenliyordu.
23 Eylül 1996 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itiraz üzerine, 441. maddeyi iptal etti. Anayasa Mahkemesi, 23 Haziran 1998’de 440. maddeyi de iptal etti. Bu durumun sonunda, zina suç olmaktan tamamen çıkarılmış oldu.
2004 yılında Türk Ceza Kanunu görüşmeleri esnasında, Ak Parti zinayı tekrar suç hâline getirmek için CHP’ye teklifte bulundu, Deniz Baykal liderliğindeki CHP, buna şiddetle karşı çıktı ve kabul etmedi.
Ak Parti yeterli çoğunluğa sahip olmasına rağmen, zina suç olarak TCK’da yer almadan, 26 Eylül 2004’te resmen yasalaştı.
Aile hayatımızın güçlü olması, toplumsal hayatımızın vazgeçilmezidir. Ak Parti döneminde maalesef aile sistemimize çok zarar verecek, bir kanun kabul edildi. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, tam bir aile düşmanı kanun olarak, hayatımıza girdi. Bu kanun âdeta ailelerin dağılması için işlev gördü. Bu kanunun çıkmasından sonra boşanmalar ve aile içi şiddetin arttığı, istatiksel olarak görülebilir…
Ak Parti bir an evvel kendine gelmeli ve ‘kendimiz olacak kanunlar’ çıkarmak için acele etmelidir. Aksi takdirde, toplum hayatımızın temelini oluşturan ‘aile’ tamamen parçalanabilir…