15 Temmuz 2016’da yaşanan istîlâ, işgal, iç savaş ve katliam girişimine ‘darbe’ demek, hem darbeleri anlamama, hem de FETÖ ve onun üzerinden yürütülen süreci kavrayamama konusunda ısrar mânâsına gelir.
Örgütün temelleri ta 1915 hadiseleri ve hatta Sabetay Sevi meselesine kadar gider.
Gülen’in babası, Van Erciş Evirzoklu Ermeni bir aileye mensup.
Annesi ise Edirne’den Erzurum’a göç etmiş Ayabakan sülalesinden… Ayabakanlar, kâhinlik ve müneccimlik yapan bir aile.
Ailenin ataları ise Edirne’ye 1492’de İspanya’dan göç eden Yahudi ailelerle gelmiş… Gülen kitaplarında, annesinin Ayabakanlardan Şükrü Paşa’nın yeğeni olduğunu kabul ediyor.
Mehmet Şükrü Paşa, Kasap Mustafa’nın oğlu! Kasap Mustafa genç sayılabilecek bir yaşta vefat eder.
Dul kalan annesi, çelebisi ile yani Kasap Mustafa’nın erkek kardeşi ile evlenir. Amcasını sevmeyen Mehmet Şükrü bu evliliğe itiraz etse de başarılı olamaz. Bunun üzerine Erzurum’u terk eder.
Pâyitaht’a gelen küçük Mehmet Şükrü, Almanlarla tanışır ve eğitim için Almanya’ya götürülür. Osmanlı ordusunda Paşalığa kadar terfi eder, Balkan Harplerinde şaibelerle dolu Edirne Müdâfaasının komutanı olur.
Nutuk’ta da dile getirildiği üzere, Miralay Mustafa Kemal beyin gizlice Selanik ve Edirne seyahat ve faaliyetlerine yardım eder.
Şükrü Paşanın annesi ve amcasının evliliğinden Hatice adlı bir kız doğar. Hatice’den ise adı mezar taşında Refia, nüfus kaydında ise Rabia yazan bir kız dünyaya gelir.
Çocuklarını Notre Dame de Sion okullarında okutan Şükrü Paşa’nın kız kardeşi, Hevirzoklu bir ailenin oğlu olan Ramiz ile evlenir.
Onlardan ise nüfus kaydına göre Nardana, Fetullah, Seyfullah, Nidai, Mesih, Hasbi, Salih, Kutbettin ve Fazilet; FETÖ’nün yayınlarına göre ise Nurhayat, Fazilet, Fetullah, Sıbgatullah, Mesih, Nidai, Hasbi, 2. Fazilet, Fakrullah ve Kutbettin dünyaya gelir.
Rabia’nın İbranicesi Rabin’dir. Şükrü Paşa ve Gülen’in isminin başına “M.” konulması ise Sabetayist olduğu içindir. Bizdeki Sabetayistler ve batıdaki Yahudilerin çift isim taşıdığını herkes bilir.
Nesebi temiz ve samimi bir Müslüman’ın, hem mason olması, hem de İslam’ı tahrif ile meşgul olması pek görülmüş bir şey değildir. İslam ile savaşan ne kadar Müslüman görünümlü haydut var ise, bunların nesepleri incelendiğinde karmaşa mutlaka görülecektir.
Kaldı ki, Hz İsa (a.s.)’a gelen vahyi tahrif eden Pavlus, İslam’ı tahrife yeltenen İbn-i Sebe ve benzerlerinin tamamının neseben Yahudi olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerek.
Gülen’in bu yönünü belirttikten sonra, Kazım Karabekir’in Türk ordusuna adları değiştirilerek aldığı 3.000 Ermeni yetiminin ordudaki terfileri ve bunların Türk gözüken çocuklarının FETÖ ile irtibatları ve 15 Temmuz’daki rolleri konusunun bir kez daha düşünülmesi gerektiğine işaret edip devam edelim.
Sultan Abdulhamid Han hazretlerinin tahttan indirilme kararını tebliğe giden dört gayrimüslimden biri olan Selanik Yahudilerinden, Jön Türk üyesi, avukat Emanuel Carassu ile İttihat ve Terakki’nin müşavirliğini yapan kuzeni Maitre Salem, yeğeni ve bir İngiliz’le Büyükada’da dolaşırken, kendisine, Osmanlı (Türkiye) ile ilgili düşünceleri sorulunca şöyle demiştir:
“Siz hiç hamur yoğuran bir fırıncı gördünüz mü? Bizi ve Türkiye’yi düşündüğünüzde, fırıncı ile hamuru gözünüzün önüne getirin. Biz fırıncıyız, Türkiye de hamur. Fırıncı hamuru evirir çevirir, hızla çarpar ve tokatlar, yumruğu ile döver… Ta ki pişirme kıvamına gelene kadar. Bizim yaptığımız da budur. 1908’de bir ihtilâl yaptık, sonra 1909’da bir karşı ihtilâl, sonra başka bir tane ve hamur kıvama gelene kadar muhtemelen yapmaya devam edeceğiz. Sonra onu pişireceğiz ve onunla besleneceğiz.”
Yahudi Emanuel’in cümlelerinden sarsılan yeğeni, ‘Tüm bu ihtilallerle nereye varılacak’ diye soracak. Carassu ise yeğeninin kafasını okşadıktan sonra ‘Üzülme oğlum, her şey iyi olacak’ diyerek teselli eder.
Düşmanlığını açıktan gösteren Yahudi Emanuel’i herkes bilir. Bir de inancı, kavmi ve gayelerini gizleyenler, dahası Müslüman kisvesi altında İslam ve Müslümanlarla savaşanlar vardır ki, işte asıl tehlike bunlardır.
Sultan Abdülhamid Han hazretlerine yapılan 31 Mart darbesinden 15 Temmuz işgal girişimine dek tüm süreçlerde bu kriptoları hep göre geldik.
Türkiye’nin ve onun özelinde Müslümanların birlik olması ve güçlenmesini batı elbette istemez. İçeride ve dışarıdaki adamlarını bu amaçla kullanır. Çünkü mazisinden ilham alan bir Türkiye, batıyı her zaman korkutacaktır.
Asıl mesele ise devletin; münevverler ve milletin içindeki düşmanları tanıması ve kontrol altında tutması gerekirken özellikle de kültür kaynaklarını, modayı, medyayı, sinemayı, sermayeyi, bazı cemaatleri, sporu ve eğitimi elinde tutan içerideki kuklalar ve kriptolarını da tanımak, bunlara yönelik tedbirler almak mecburiyetindeyiz.
Bunu yapmadığımızda nice 15 Temmuzlarla karşı karşıya kalabiliriz. Şüphesiz denenmiş usuller yeniden denenebileceği gibi farklı yol, yöntem ve araçlara da müracaat edilecektir.
15 Temmuza uzanan sürecin, zamanın devlet organlarınca da desteklenerek devletin kılcal damarlarına kadar sızdırıldığı, kuluçka sürecinin yarım asra yakın sürdüğü, bu süreçte devlet başkanı veya toplumun seçkinlerinin infazına dek uzanan faaliyetlerin yaşandığı açıktır.
Öte yandan 15 Temmuz sadece Gülen ile Ak Parti iktidarı, özelde de Erdoğan ile karşı karşıya gelme olarak okunamayacağını, meselenin çok daha derin olduğunu, bu yüzden başarının da “demokrasinin zaferi” olmadığını bilmeliyiz.