Bir atasözü “doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek” diyor. Ömrünce bu sözü haklayarak yaşayan bir isim, Levon Panos Dabağyan 7 Mayıs’ta hayatını kaybetti.
Onun bu sözü nasıl hakladığını hayatından bir örnekle anlatalım. Ali Seydi Çakırel naklediyor:
“Bir gün Kocaeli Türk Ocakları, Levon Dabağyan’ı konferans vermek üzere davet ederler, bu davete icabet eden Dabağyan ile birlikte İstanbul’da sahaf olan benim eski ve kadim dostum da onunla birlikte İzmit’e giderler.
Konferans’ın sonuna doğru, soru cevap faslında; dileyicilerden birisi ayağa kalkarak Dabağyan’a bir soru yöneltir. Soru şu şekildedir ‘Dinler arası diyalog hakkında ne düşünüyorsunuz?’ Soruyu soran kişi belli ki FETÖ’cü haşhaşi bir zevattır. Ermeni ve dolayısı ile Hıristiyan zannettiği Levon Dabağyan’ın Fetullah Gülen’i ve Vatikan kaynaklı bu projeyi övecek sözler beklemektedir.
Levon Dabağyan cevap vermeden önce sözlerine aynen şu şekilde başlar ‘La ilahe illallah, Muhammeden Resulallah’ ve devamla soruya cevabını verir:
‘Ne dinler arası diyalog kardeşim? Siz peygamberleri mi yarıştırıyorsunuz? Hazreti Muhammed ve Kur’an geldi öncekilerin hükmü bitti.’
Peki, sonra ne olur, tahmin edebiliyor musunuz?
Birkaç gün sonra, Zaman gazetesinin sürmanşetinde, Levon Dabağyan’ın yakasındaki Türk Hava Kurumu’nun rozeti görünür şekilde bir resmi ile süslenmiş, ‘Ergenekon Örgütünün, Türk Hava Kuvvetleri Sorumlusu’ şeklinde sözde bir haber yer alır. Haberin detayında ise Levon Dabağyan’ın Ergenekon Terör Örgütünün üyesi olduğu, Hava Kuvvetleri sorumlusu olduğu ve daha başka çirkin, alçak iftiralar vardır.”
Beni teyzem yetiştirdi
1933, Yenikapı doğumlu Dabağyan, eskilerin tabiriyle kabına sığmayan bir karakter. Savaşın hemen ardından doğup, savaş yıllarında büyüyen bu çocuğun hayatını kavuşamadığı hayalleri şekillendiriyor. O günleri şöyle anlatmış:
“Bunları anlatmak çok zor. Yenikapı sahilinde dünyaya geldim. Bir aile vardı biz onları Türk bilirdik. Meğer Selanik’ten dönmeymiş. Biz kiliseye giderken yolumuzu çevirirlerdi. O yüzden sahildeki kayaların üzerinden atlayarak kiliseye giderdim. Belli bir yaşa gelene kadar epey uğraştılar bizimle. Orada iyi şeyler olmadı. Hiçbir şey olmadı diyorlar. Yalan. Bizi çok kırdılar kızım. Ermeni dendiği zaman küfürle eşit oldu. Çok zoruma gidiyor. Bizimkileri kullandılar ve buna alet olundu. Söylediğim belki ters gelecek ama 1965 yılına kadar olan dönemi onca çileye rağmen bugüne tercih ederim. Hiç olmazsa o zamanlar İstanbul’un hakiki Türk aileleri vardı. Onlar bizi teselli ederdi. Yakınlık gösterir sahip çıkarlardı. Bugün onlar yok. Benim rahmetli annem teyzem ile birlikte her ayın birinci cuması Eyüp Sultan’a ziyarete giderlerdi. Çok güzel yıllardı. Ermeni bayramı gelirdi. Komşularımız bize ziyarete gelirdi. Müslüman bayramı olurdu bizimkiler ziyarete giderdi. Bugün böyle değil. Şakaya bile tahammül edemiyorum artık.”
Dabağyan’ın hayat seyrini değiştiren olay çocukluğunda yaşanıyor. Çocuk Levon’un en büyük hayali bahriye subayı olmak. Yavrukurtlara özeniyor, onlarla geçit törenlerinde yürümek istiyor. Cumhuriyet Bayramı’nda yaşadığı olaya dek:
“İlkokula gidiyordum. Cumhuriyet Bayramı’nda rahmetli teyzem alıp beni Beyazıt’a resmigeçit seyretmeye götürürdü. O zamanki resmigeçitler çok güzel olurdu. Ordu geçiyor, gurur duyuyorsun, sıra okullara geliyor. Ufak izcilere yavrukurt denirdi. Trampet borazan çalan minik minik çocuklar. Teyzeme ‘ben neden geçemiyorum’ dedim. O da ‘biz gayrimüslimiz geçirmezler’ dedi. O zaman ben okumayacağım dedim ve okumadım. Beni teyzem yetiştirdi. Çok emek verdi bana. Ülkemi bana sevdiren de odur.”
İşte o an bir dönüm noktası. Bunu idrak ettiği dakika, okula gitmekten vazgeçen Levon, sonrasında teyzesi Araksi Hanım’ın rahle-i tedrisatından geçecek, İngiliz Koleji’nden mezun teyzesinden İngilizce, Fransızca ve eski Türkçe çalışacak. Araksi Hanım’ın eğitimi o kadar iyi ki, büyüdüğünde de hiçbir ortamda zorlanmayacak, gerçek bir entelektüel olarak kabul görecek.
Dabağyan’ın çocukluğundaki bu inadı, gençliğinde de sürüyor. Bahriye subayı olamasa da 36 ay bahriyelik yapacak. Sonrasında “Türk olarak doğsaydım amiraldim” diyecek kadar içinde ukde askerlik.
Milliyetçi Ermeniyim
Dabağyan kendini “Gregoryen bir Ermeniyim” diye tanımlamış.
Askerden döndükten sonra Cevat Rıfat Atilhan’ın çevresine giren, onun fikirleriyle şekillenen düşünce hayatı, Alparslan Türkeş’le tanıştıktan sonra politikayla zenginleşiyor.
Alparslan Türkeş’le gençliğinden vefatına uzanan bir dostluğu sürdürüyor, birbirlerine verdikleri kıymeti her vesilede dile getiriyorlar.
Bu dostluklar, 1967’de onu bugün MHP olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne götürecek. Dabağyan vefatının ardından “Üç Hilalin fikir babasını kaybettik” haberlerine konu olan fikrini anlatıyor:
“1969 yılında, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1969 yılında Adana’da büyük kongresini topladı. Bu kongre partinin adının Milliyetçi Hareket Partisi olduğu ve genel başkanlığa Alparslan Türkeş’in getirildiği kongredir. O dönemde Alparslan Türkeş’in yakın çevresinde bulunuyordum kongrede yerimi aldım. Parti Atsızcılar ile Türkeşçilerin çekiştiği bir virajdaydı. Partinin ambleminin ne olacağı gündeme gelince, Atsızcı kanat ‘kurt’un amblem olarak seçilmesini önerdi, fakat ben ‘Biz Osmanlıyız! Bize üç hilal yakışır!’ diyerek bağırdım. Bu çağrım alkışlarla desteklendi ve partinin amblemi olarak üç hilal seçildi. Böylece üç hilal MHP, kurt ise Ülkü Ocakları amblemi oldu.”
Amblem artık MHP denilince ilk akla gelenler arasında.
Alparslan Türkeş’in 1993’te Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan’la görüşmesinin mimarı da Dabağyan. O görüşmeyi organize edenlerden Samson Özararat Türkeş’in ilk görüşmelerinde kendine şu soruları yönelttiğini söylüyor:
“Ermenilerle 600 senelik bir müşterekliğimiz var. Birlikte türküler, yemekler icat ettik. Kız aldık verdik.
Malazgirt Savaşı’nı Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyor musun?
İstanbul’un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberin var mı?
Fatih Sultan Mehmet’in Ermeni Patrikhanesi’ni nasıl bir fermanla açtırdığından haberdar mısın?
Çanakkale’de Atatürk’ün yanında savaşan Ermeni askerlerin adlarını biliyor musun?
Atatürk’ün bugün kullandığımız alfabeyi Ermeni dil bilgini Agop Martayan’a hazırlattığını ve sonra ona Dilaçar soyadını verdiğini biliyor muydun?’
Atatürk’ün imzasını bir Ermeni güzel yazı hocasının çizdiğini duymuş muydun?”
Sonrasında araya giren engellerle tamama erdirilemeyen bu görüşmelerde sorulan soruların altyapısı ve detayları da Dabağyan’ın katkılarının ürünü.
1969 genel seçimlerinde MHP İstanbul Milletvekili adayı olup, 1970’li yıllardan itibaren, Alparslan Türkeş’in isteğiyle Ortadoğu gazetesinde yazmaya başlıyor. Yeni İstanbul, Babıâli’de Sabah, Bugün, Hakikat, Yeşil Belde ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlanan Dabağyan’ın kitapları halen Yedirenk yayınlarından çıkıyor.
Çok milli bir insandı
İz Yayıncılık’ın editörü Hamdi Akyol, Levon Amca’nın son yıllarında en çok görüştüğü isimlerden. İz Yayıncılık çatısı altındaki Yedirenk yayınlarında, Levon Amca’nın kitaplarının yayına hazırlanması son 8 senedir onun nezaretinde gerçekleşmiş. Dabağyan’ın Türkeş’in vefatıyla siyasetle arasına mesafe koyduğunu, kendini kitap yazmaya adadığını aktarıyor.
“Eski MHP camiasından görüştüğü hemen hemen kimse kalmamıştı, çünkü çoğu vefat etmişti. Mesela Meral Akşener vardı cenazesinde. Hâlbuki onu tanımaz bile. Siyasetten bağını koparmıştı. Yayını bekleyen 3 tane kitabı var. Hemen hemen hastalanıp yatağa düştüğü son ana kadar sabah oturup uyuyana kadar yemek yemek dışında kalkmazdı. Son nefesini verene kadar, kalemini elinden düşürmedi.”
Akyol bir dönem devlet hizmetinde Ermenice mütercim tercümanlık yaptığını da anlattığı Levon Amca’yı hususi kılan noktaları vurguluyor:
“Levon Amca çok milli bir insandı. Tayyip Erdoğan şahsında söylenen şey var ya, ‘yerli ve milli.’ Levon Amca da öyleydi. Angaje olmaya antipatisi vardı. ‘Kendi ideolojimizi oluşturmalıyız, bu milli olmalı, bütün dış etkilere kapalı olmalı, sıkıntımız olursa, kendi içimizde çözmeliyiz’ derdi. Alparslan Türkeş de onu bu milli duruşu sebebiyle çok yakınında tutmuş. Üç hilale karar verme meselesini anlatmıştı. O dönem, Atsızcılar dinden uzak seküler Türkleri temsil ediyor, Alparslan Türkeş dine hürmetkar. Levon Amca da onun yanında. Atsızcıların kurt önerisine, ‘Biz Osmanlıyız, bu üç hilal olmalıyız’ diye karşı çıkıyor. ‘Sonra vazgeçtim ama iktidara gelsek, bayrağı da öyle değiştirelim diye düşünmüştüm. Ay yıldız da güzel ama’ demişti. Kubbealtı fotokopinin içinde veya önünde otururdu. İnsanlar soru sorardı. Kızdığı zaman gazabı olan bir insandı. Bu yüzden kendi cemaatiyle arası bozuktu. Ermeni mezhebi içinde protestan misyonerlerin fitneye sebep olduğunu düşünürdü.”
Akyol’un asabiyetinden dem vurduğu Dabağyan’ın kendisi de “şakaya bile tahammül edemediğini” anlatıyor. Ne onu bu hale getirdi, sorusunun cevabı ise yine Akyol’un bir anısında saklı:
“Bir gün yayınevinde oturuyoruz, bir misafir geldi. Ben de doğal olarak ikisini tanıştırdım. Levon Bey dedim, bizim yazarımız dedim. Falanca bey o da ahbabımız. Misafirimiz, ‘Ha öyle mi’ dedikten sonra ekledi, ‘Türkçeyi nerede öğrendiniz?’ Levon Amca da ‘Türkçe benim çocukluğumdan beri bildiğim bir dildir’ dedi. Yazar yine durumu kavrayamayıp, ‘Peki Türkiye’ye nereden geldiniz’ deyince, Levon Amca biraz da kızarak, ‘Ben buradaydım, siz nereden geldiniz?’ diye çıkıştı. Bu neviden olaylar Levon Amca’yı kızdırıyordu.”
Bu dünyadan kendine özgü kızgınlıkları, kırgınlıkları ve üşenmeden yıllarca anlattığı gerçekleriyle, bir Levon Panos Dabağyan geçti.