Tevhid Eczanesi, Fatih’te, Kıztaşı’nda kendi halinde bir dükkan. Başında yıllarca yetime, öksüze, yoksula, yardıma ihtiyacı olana koşan, başörtüsü mücadelesinin sembol ismi, Türkiye’nin ilk başörtülü eczacısı Fevziye Nuroğlu. Mütevazi hayatındaki tek derdi ‘dava’ olan bir kadın Nuroğlu. Çevresinde sayısız güzellikler oluşturarak geçirdi ömrünü. Korkmadan hareket etti, koştu, yorulmadı. Yüzlerce hayata dokundu. Geçtiğimiz hafta onu kaybettiğimizde sadece ‘Fevziye Nuroğlu’nu değil, Çocuk Esirgeme Yurdu’nda yetişen sayısız yetim ve öksüzün Fevziye Annesi’ni, açtığı Kur’an kurslarında yetişen kadınların hocasını, başörtüsü mücadelesinin, bir neslin sembol ismini de kaybetmiş olduk.
Eczacılık fakültesinde bir başörtülü
Nuroğlu 1948, Gaziantep doğumlu. Babasının işi nedeniyle taşındıkları İstanbul’da hem okula hem Kur’an kurslarına gider. Fatih Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra Nişantaşı Eczacılık Fakültesi’ne (bugünkü Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi) girer. Okuldaki ilk ve tek başörtülü öğrencidir. Adeta diken üstünde, sürekli sorun yaşayarak eğitimini sürdürür. Ancak hiç bir taviz vermez. Üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği’nin Türk Kızları İlim ve Kültür Kolu Başkanlığı’nı yapmaya başlar. Bu görevle birlikte genç yaşlarından itibaren sürdürdüğü vakıf hizmetlerini daha da hızlandırır.
Üniversite yıllarında sayısız zorlukla karşı karşıya kalır. Okuldaki farklı görüşlü kişiler tarafından sürekli başörtüsünden ötürü yargılanan Nuroğlu asla yılmaz, köşesine çekilmez: “Ders arasında, beş kat yukarı nefes nefese çıkar, namazımı eda eder, tekrar derse yetişirdim… Minibüste kimse bana sürünmesin diye son durağa gider; Maçka’da iner, Nişantaşı’na kadar yürürdüm… Fakültede beni gördüğü zaman sinirlenen solcu bir asistan vardı. O sıra laboratuar dersimiz başlayacaktı; baktım, ikindi namazım kaçacak. Ayet-el Kürsi’yi okudum; ‘Ya Rabbi, kalpleri evirip çeviren sensin’ diye dua ederek içeri girdim. ‘Hocam sizden önemli bir ricam var’ dedim; ‘laboratuar dersimiz başlıyor, ikindi namazımın geçme tehlikesi var, çok rica ediyorum, arkadaşlar sigara molasına çıkıyorlar, sizin bana namaz için on dakika izin vermenizi rica ediyorum.’ O bana muhalif olan, beni gördüğü zaman simsiyah kesilen kadın birden: ‘Tabi Fevziyeciğim’ demez mi! ‘Yalnız, çıkarken izin al’ dedi. Laboratuar dersi başladı. ‘Hocam vakit geldi’ dedim. Bana; ‘Fevziye, baş asistanla konuştuk da, kaza eder misin namazını?’ dedi. ‘Hocam, ben kaza edemem namazımı, lütfen’ dedim ve ekledim: ‘Siz ister misiniz, bir öğrencinizin başarısız olmasını, ben o zaman başarılı olamam’ dedim. ‘Hadi git’ dedi. Yani siz kararlı olursanız, Allah açıyor yollarını kardeşlerim, sevgili yavrularım. Onun için Allah’ın dininden asla taviz vermeyeceksiniz. Ayaklarınızı Sırat-ı Müstakim’den kaydırmaması için sürekli dua edeceksiniz…”
Müslüman kadının kimliği masada
1970’li yıllarda başörtülü kızların üniversiteye gidebilmelerinin yolu İmam-Hatiplerden veya dışarıdan bitirilen liselerden geçmektedir. Aynı dönemde kızların İmam-Hatiplere kabul edilmeleri bazı tartışmalara yol açar. “Müslüman kadının kimliği” belki de ilk defa ciddi anlamda sorgulanmaya başlanır. Bu dönemde Nuroğlu da açtığı ve açılmasına önayak olduğu Kur’an kurslarıyla tanınır.
Kurulan ilk kurs Üsküdar Fazilet Kız Kur’an Kursu olur. Ardından Tûba Kız Kur’an Kursu gelir. O ve arkadaşları kurdukları bu kurslarda başörtülü genç kızlara hem İmam – Hatip eğitimi hem de düz lise eğitimini bir arada verir. Arapça ve İngilizce derslerinde öğrencilere yükseköğrenim düzeyinde eğitim verilmesi sağlanır. Amaç başörtülü kızların her alanda kendilerini geliştirmelerini sağlamaktır. Kısa süre sonra İstanbul’un farklı noktalarında pek çok kurs açılır ve kız öğrencilere yönelik hizmet vermeye başlar. Tabelada sadece Kur’an kursu olarak görünen bu kurumlar, başörtüleriyle eğitim almak isteyen kızların kolejleri gibidir. Tabi baskılar ve baskınlarla… O dönem Fazilet Koleji olarak anılan kurstan mezun olan Sevgi Mete Şen, Nuroğlu’nun öğrencilerinden. Şen, okula sık aralarla baskın yapıldığını söylüyor ve o günleri şöyle anlatıyor: “Fevziye Nuroğlu’yla 1970 yılında, Üsküdar Fıstıkağacı’nda Fazilet Vakfı’nın, İmam-Hatip ve ilahiyata kız yetiştirme kursunda tanıştık. Fevziye Hanım babama mektup yazmıştı. Böyle bir kurs açıyoruz demişti. Babam da, ‘Bedir Savaşı’na gönderir gibi kızımı size gönderiyorum, emanet ediyorum’ diye mektup yazdı ona. Eşsiz bir eğitim almaya başladık. İngilizce, Arapça mükemmel şekilde öğretiliyordu. Kusta ders görüyor, dışarıdan liseyi bitiriyorduk. Fazilet Hanım eczacı olduğundan kimya hocamızdı. Aynı zamanda siyer dersine girerdi. O Siyer-i Nebi derslerini hep ağlayarak anlatırdı. Mücadele ruhunu bize ve neslimize aşılayan oydu. Onun gösterdiği yolda mücadeleye devam ettiğimiz için bugünkü durumumuza ulaştık. Fevziye Hanım, başörtülü okunabileceğini, bunun Allah yolunda kullanılabileceğini gösteren eşsiz bir kişiydi.”
Cihat için elbiseler tasarladık
Nuroğlu, kurslar arasında mekik dokurken her boş anını değerlendirir. Hanımlar İlim Kültür Derneği ve Mukaddesatçı Hanımlar Derneği’nin, ilerleyen yıllarda da Şefkat Vakfı’nın kuruculuğunu ve yöneticiliğini yapar. Adeta yürüyen bir vakıftır veya kimilerinin tabiriyle vakıf insanı olur. Fevziye Hanım’ın yürüdüğü yoldaki arkadaşlarından biri de Mevlüde Uçar’dır. Timurtaş Uçar Hoca’nın eşi olan Mevlüde Uçar, “Ben, Dr. Gülsen Ataseven, Mukaddes Çıtlak, Meliha Yalçıntaş ve Fevziye Nuroğlu’yla bir elin parmakları gibiydik” diyor ve o günleri şöyle hatırlatıyor: “Her birisinin çok önemli, çok kıymetli özellikleri vardı. Fevziye Hanım ise tam bir dava insanıydı. Yetimin, dulun, açın, yoksulun yanında bir kale gibi dururdu. Bir insan inandığı dava uğruna kendi nefsini kenara bırakabilir. Ama evlad-ü iyal’iyle yola çıkması zordur. Fevziye Hanım böyle bir şahsiyetti. O yıllarda her gün cihata çıkmamız gerekebilir diye düşünür, buna göre hareket ederdik. Fakat kıyafetimiz uygun değil diye üzülürdük. Benim biraz bu işler elimden geldiği için, bir kıyafet hazırladık hepimize. Sonra da sandığımızın, dolabımızın bir köşesine koyduk. 15-20 gün oluyor, kendisini aradım. ‘Elbiseler duruyor, bak giyemedik’ dedim. ‘Bundan sonra o elbiseler kimin işine yarar, bilmiyorum, ama o dönemin hatırası olarak saklamalıyız’ dedi.”
Yetim çocuklarla hafta sonları
Yapılan her iş, proje farklı hayatlara dokunur. Bu bazen kadınlara yönelik eğitimlerle gerçekleştirilirken bazen de Çocuk Esirgeme Yurdu’ndaki çocuklara poğaça, kek yapmakla olur. Nuroğlu’yla beraber her Cumartesi günü Çocuk Esirgeme Yurdu’ndan 20-25 çocuk alıp onları evlerinde misafir ettiklerini söyleyen Mevlüde Uçar, çocuklara en azından camilerin varlığını öğretmek adına onları Fatih Camii’nin bahçesinde oynamaya götürdüklerini söylüyor: “Çocukları almak zor. Öyle lüks bir kahvaltı da veremiyoruz tabi, zeytin- peynir. En fazla şekerli börek olur. Ama kurum diyor ki, çocukların yanında asla İslam’dan bahsetmek yok, namaz kılmak, Allah demek yasak. Biz de napalım, çocuklar en azından caminin varlığından haberdar olsunlar diye cami bahçesine götürüyoruz. Sonra birkaç el biraraya gelip, malzemeleri bir araya getirir kek, börek, poğaça yapardık. Çocuk Esirgeme’den okula gelen çocukların ders çıkışlarında ellerine verirdik. Çünkü yemekhanelerinde öğle yemeği saati çoktan geçmiş olurdu. Akşam yemeğine de çok olurdu. Biz de o saate dek çocuklar açlıktan kıvranmasın diye onlara, evde yaptıklarımızı dağıtırdık. Ama bil ki o çocuklar şimdi nerelerdeler!”
Çılgınca işlere atıldı
Avukat Aynur Mısıroğlu da dönemin şahitlerinden. Mısıroğlu Nuroğlu’yla birlikte başlattıkları mücadeleyi şu sözlerle anımsıyor: “Fevziye’yi çocuk denecek bir yaşta tanıdım. Bu İslam’i hareketin eğer bir manası varsa, onda toplanmıştır. İlk defa okullarda başörtüsü mücadelesi veren isimlerden biriydi. Büyük bir mücadele verdi. Bizi toparladı, bir araya getirdi. Bu işlere çılgınca atılmış bir kimseydi. İnanın biz şu haldeysek bu Fevziye Hanım’ın sayesindedir. O gerçekten kadın hareketinin başıdır.”
İsmail’ine su arayan bir Hacer
Nuroğlu hayatı boyunca koşuşturan, nasıl daha iyi hizmetler sağlayabiliriz diye düşünen bir kadın. Bu çabalarını Demet Tezcan, ‘çölde İsmail’ine su arayan bir Hacer’ sözleriyle açıklıyor. Tezcan’a göre Nuroğlu’nu tanımlamak kolay bir iş değil: “Fevziye Nuroğlu ablamızın hizmetlerini ne sadece mesleği, ne başörtüsü davasına ilişkin verdiği mücadele ne eğitim camiasına katkıları ile tanımlayabilirsiniz. Evet, kimi hizmetler için daha çok koşmuş görünse de o, Allah’ın rızasını kazanacağı, ahiret yurdu kazancı nerde ise o yöne koşmuş, emek vermiş biridir. Bu hizmetler bazen yetimlere sahiplenmek, bazen kimsesiz kalmış dullara sahiplenmek, bir yoksulun sofrasına yemek koymak olmuştur. Çok yönlü ‘vakıf insanı’ diye tanımladığımız insanlardandı. Toplumda ihtiyaç sahibi kim varsa, ihtiyaç hangi yönde, kim neye susamışsa onun için kan ter içinde koşmuş biridir. Koşusunu tamamladı.”
Fevziye Nuroğlu’nun bir diğer yakın arkadaşı, Mukaddes Çıtlak da o dönemin tanıklarından. “Gönlü büyük bir arkadaşımdı. Hep birlikte vakit geçirdik. Çaba sarf ettik. Dergiler çıkardık. Şadırvan Dergisi’ni çıkardık mesela” diyor Çıtlak. Aynı dönemde Hanımlar İlim ve Kültür Derneği’nde yetişen çocuklara nasıl imkanlar sağladıklarını da sözlerine ekleyen Çıtlak, “Biz kadınları ve çocukları yetiştirmek için el birliğiyle çalıştık” sözleriyle Nuroğlu’nu anıyor: “Bütün vatani meselelerimiz için çaba sarf ettik, çalıştık. O dönemde inanılmaz baskılar vardı. Sadece insanlara yardım etmek istemedik, onları eğitmek için de çabaladık. O devamlı, ‘davamız’ derdi. Kıymetli ama gösterişsiz kalmayı tercih eden bir insandı. Yıllar sonra birlikte hacca gittik. İlk kez Kabe’yi gördüğüm an dua ettim. Şunun evi, şunun borcu diye. Aklıma Fevziye gelince, ‘Allah’ım Fevziye’yi davasında muvaffak et’ dedim. Sanki onun davası bizim değilmiş gibi… Çünkü Fevziye’nin başka bir derdi yok, tek derdi davası.”
Mücadelesi örnek oldu
Nuroğlu zaman içinde İstanbul’da uyguladığı projeleri Anadolu’ya taşır. Uzun yıllar boyunca da sürekli kreşler, kurslar ve okullar açılması için önayak olur. Yetiştirdiği öğrencileri onun yolundan ilerler. Başörtüsü mücadelesi sayısız genç Müslüman kadına ilham verir. Cemile Soran Yücel küçük yaşlardan itibaren Nuroğlu’nun yanında yer alan ve Tuba Kız Kur’an Kursu’ndan mezun öğrencilerinden biri. Nuroğlu’nun Milli Türk Talebe Birliği’nin Türk Kızları İlim ve İrfan Kolu’nun başında olduğunu söyleyen Yücel o günleri şu sözlerle anıyor: “Fevziye Hocamız bizzat kendisi derslere girerdi. Sohbet okulları, yuvalar, kreşler açtı. Bir yandan da eczanesine koşardı. Allah ve peygamber sevgisini bizim neslimize öğreten oydu. Tülay Songül, Gülden Bayo, Gülsen Ataseven hocalarımızdı. Gece-gündüz bizim için koşuştururdu. Hem hocamız, hem ablamızdı. Şadırvan Dergisi’ni çıkarıyordu. Bizim kuşağımızın üzerindeki emeği çok büyük. Onun çabaları sayesinde pek çok şeyi başardık.”
Nuroğlu’nun üzerimizdeki emeği
Fevziye Nuroğlu’nu geçtiğimiz hafta uzun süredir mücadele ettiği hastalığı neticesinde kaybettik. Hayatı boyunca şehit olarak ölmek isteyen Nuroğlu’nun vefatından sonra da ciğerlerindeki kanama durdurulamadı. Bu nedenle kanlı kefeniyle gömüldü, bir şehit gibi. Bugün Türkiye’de genç kızlar başörtüleriyle okula gidebiliyorsa, yoksul çocuklar için sayısız burs olanağı ve yurtlar varsa, Müslüman kadınlar kendi kimlikleriyle var olabiliyorsa Fevziye Nuroğlu’nun bunda büyük payı var. Cenazesi için Fatih Camii’ne toplanan kalabalığa bakıldığında bile bunu görmek mümkün. Onu uğurlayanlar yıllarca anneleri, kardeşleri, ablaları gibi candan bir biçimde yardımlarına koştuğu yüzlerce insanlardı.