Paralel yapı, telekulak, kumpas denilince akla gelen ilk polis şefi Ali Fuat Yılmazer’dir.
Ve Ergenekon, Balyoz, Odatv, MİT, Selam/Tevhid gibi paralel yapının emniyette etkin olduğu dönemde akla gelen ne kadar soruşturma varsa başrolde o vardır.
Emniyet kulislerini iyi bilenler, bu nedenle paralel yapının 17/25 Aralık darbe girişimlerinin ardından gelen soruşturmalardan ve davalardan “operasyon kurgulayan” Yılmaz’ı sorumlu tuttuğunu anlatıyor. Hatta paralelciler kendi aralarında “Herkes hapisten çıksın ama Ali Fuat kalsın” diyormuş.
Öğretmen olacaktı
Ünlü polis şefi Yılmazer aslında tesadüfen polis oldu. Liseyi okurken polis olmayı hiç aklından geçirmemişti. Eğitim fakültesine girdi, mezun oldu. Öğretmen olmayı bekliyordu ama birden “Özel Sınıf” öğrencisi olarak polis akademisine girdi.
Birkaç aylık kısa bir eğitimle de polis oldu.
Cemaate “özel sınıf”
“Özel Sınıf” uygulaması 1986’de merhum Turgut Özal döneminde başladı, 1991 yılına kadar sürdü. Bu dönem polis okullarına girenlerin büyük kısmının paralelci olduğuna dair yaygın kanı vardır.
Zaten paralel operasyonlarda gözaltına alınıp, tutuklanan ve haklarında usulsüz dinleme, askeri ve siyasi casusluk gibi suçlamalarla dava açılan polislerin çoğu “Özel Sınıf” öğrencisidir.
Tantan geldi, önü açıldı
SaddettinTantan hem İçişleri Bakanı hem de bürokrat olarak emniyette etkin olduğu dönem Yılmazer’in de öne çıkmaya başladığı dönemdir.
Yılmazer, İstihbarat Daire Başkanlığı’nda çalışırken İstihbarata Karşı Koyma (İKK) biriminde görev yaptı. İKK daha çok üst düzey bürokrat ve emniyet personeli hakkında rapor hazırlama yeridir. Bürokratlar ve polisler, bu raporlar doğrultusunda terfi eder ya da önleri kesilir.
Tantan görevden alınınca Yılmazer hep ertelediği şark görevine gitmeye karar verdi. Şanlıurfa’da çalışmak istiyordu, ataması oraya yapıldı.
Agresif, kavgacı, inatçı
Urfa’da çok sorunlu bir polis olarak ün yaptı. Agresif, kavgacı, inatçı kimliği küçük şehirde problem oldu.
Şanlıurfa Valisi’nin takıma destek için tribünde yer aldığı bir futbol maçında, “takımın meczubu” olarak bilinen biriyle, herkesin önünde yumruk yumruğa kavga edince üstü çizildi. Valiye mahcup olan il emniyet müdürü kendisini bir daha maça çağırmadı.
Urfa’da başladı
Şanlıurfa’da birçok tanıdık polis vardır. O dönem İstihbarat müdürü Ahmet İlhan Güler ve yardımcısı Erol Demirhan’dır.
Yılmazer, Güvenlik Şube Müdürü olarak atanınca istihbarattan bir süreliğine ayrılmak zorunda kaldı. Fakat bundan hep Güler’i sorumlu tuttu.
Böylece Yılmazer-Güler arasında da İstanbul’a kadar uzanacak, Dink suikastında ayyuka çıkacak kavgalı süreç başladı.
C-5’i faal hale getirdi
Yılmazer, Urfa’dan Ankara’ya İstihbarat Daire Başkanlığı’na atandı. “Sağ terör ve azınlıklar”dan sorumlu C-5 şubesinin başına geçti, şubeyi faal hale getirdi.
2005 ile 2007 yıllar arasında El Kaide operasyonları, Danıştay saldırısı ve Atabeyler soruşturması gibi dosyalara baktı. Hrant Dink suikastının ardından emniyette idari soruşturmalar başlayınca tayini İstanbul’a çıktı.
İstanbul’a gelişi dönüm noktası
Yılmazer’in İstanbul’a gelişi, Türkiye’ye damga vuracak soruşturmaların habercisiydi.
İstihbarat Şubesi’nin havası değişmeye başladı. Dinlemeler, teknik takip araçları baş döndürücü bir hızla artıyordu.
Zaten kısa süre sonra da Ergenekon operasyonları dalga dalga gelmeye başladı.
Emniyetin çatısında güvercin beslerdi
Yılmazer’in kişisel ilgililer ve ruh dünyası hakkında fikir verecek bir parantez açalım.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü yerleşkesinde “C Blok” olarak bilinen yerde terör ve istihbarat şubeleri bulunur. Yılmazer, çatı katını şahsi bir merakı için kullanıyordu.
Burada güvercin besliyordu. Bakımları için de bir memur görevlendirmişti. Bir gün kuşlardan biri “C Blok”tan uçup yandaki hastanenin çatısına kondu. Memur, Yılmazer’in ısrarlı baskıları sonucu çatıya çıkmak zorunda kaldı ve düşme tehlikesi atlattı. Bu olay emniyette günlerce sohbetlerin ana konusu oldu.
Yılmazer’inkuşlarını severken çatıya evrak imzalatmaya gelen polisleri saatlerce beklettiği olurdu.
Herkes ondan korkardı
Ali Fuat Yılmaz sadece cemaatin değil, kendi kişisel gündemiyle de hareket ediyordu.
Memurların atama işleriyle bizzat ilgilenir, ılımlı isimleri küçümser görevden uzaklaştırırdı.
Cemaatçiler de bundan çok şikayetçiydi ama kimse ona dokunmaya, söz söylemeye cesaret edemezdi.
Kaçakçılık, terör ve hatta güvenlik şube bile Yılmazer’in fiili kontrolüne girmişti.
İstanbul emniyeti bünyesinde Yılmazer’in tercihlerinin aksine davranan sözlü hakaret hatta kimi zaman yargısal soruşturmalardan kurtulamazdı.
Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Emin Arslan’ın, İstanbul Narkotik Şube’nin operasyonuyla gözaltına alınması sadece bir örnektir.
Ünlü polis şefi Hanefi Avcı’dan da hiçbir zaman hazzetmediği biliniyordu. Avcı’yı terör örgütü yöneticisi olarak gözaltına aldırdı.
Öfkelerini sık sık operasyonlara dönüştürüyordu.
Ondan şikayetçi olanlar ise İstanbul’dan uzaklaştırılıyordu.
Odatv davası tüm Türkiye’nin hatta dünyanın ilgisini Silivri’ye çevirdi. Fakat cemaat bu soruşturmada Yılmazer’in arkasında durmadı, ilginç bir şekilde görevden alınmasına da ses çıkarmadı.
Gazetecilerle dost oldu
Yılmazer, şimdi C-5 büro müdürüyken Dink cinayetinde gerekli koordinasyonu sağlamamak, İstanbul’u bilgilendirmemek ve Dink’in korunması yönünde çaba sarfetmemekle suçlanıyor.
Cinayetten hemen sonra İstanbul’a atanan Yılmazer’in ilk işi Dink ailesi ve medyada güçlü bilinen kalemleri etkisi altına almak oldu. Şimdilerde sıkı paralelci Nazlı Ilıcak vasıtasıyla Hürriyet ve Kanal D’nin patronu Aydın Doğan ile görüşmek istedi. Merhum Mehmet Ali Birand, o dönem Akşam Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya, Posta Gazetesi yazarı Candaş Tolga Işık ve daha birçok köşe yazarıyla bir araya geldiği biliniyordu.
Dahası Dink ailesini sık sık emniyetteki odasında kabul ederek güya bilgilendiriyordu. Fakat Dink ailesiyle ilişkili herkesi izleyip yakın markaja da almayı da ihmal etmedi.
Cep telefonlarına gelen ilginç mesaj
Dink suikastının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti. Aile, avukatlar ve gazeteciler bir toplantıda buluşmuştu.
Bu sırada herkesin cep telefonuna ilginç bir mesaj düştü.
Mesajda Dink’in öldürülmesiyle ilgili, sonradan sanık duruma düşecek müfettişlerin hazırladığı raporun sonucu yazıyordu.
Böylesine ince detayları bile düşünüyordu.
O gece bazı yazarlar, durumun anormal olduğunun farkını vararak paralel yapıyla aralarına mesafe koymaya başladı.
Önlem mi alıyordu
Belki de Yılmazer’in bu gözükaralığı ve agresifliği, ileride Dink soruşturmasının kendine dokunacağını bildiği içindi. Kim bilir…
Dink cinayetinde aradığı desteği bulamayan Yılmazer yeni bir hamle daha yaptı.
Önce İstanbul’da kendisinden önce görev yapan polisleri suçladı, sonra askeri Trabzon Jandarma Komutanlığı’nı suçladı.
Kendisinin yazdığı “Bi Ermeni Var” isimli kitap yayınlandı.
Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütühyalı, daha sonra isim vermeden polislerin kendi adıyla bir kitap yayınlatmak istediklerini, kendisinin kabul etmediğini açıkladı. Kütapyalı “Cemaatten biri bir kitabın benim ismimle çıkmasını istediler. Hazır bir metin verdiler. Özellikle Hrant Dink kitabı gibi kitapların içeriğinde olan maddeler polisler tarafından yazılmış ve verilmiştir. Sonra ilişkimi kestim” diyordu.
Kitap, Kütahyalı kabul etmeyince o dönem Bugün Gazetesi’nin Ankara temsilcisi olan ve cemaatin polis imamı Osman Hilmi Özdil’in özel kalemliğini yaptığı söylenen Adem Yavuz Arslan imzasıyla piyasayı çıktı.
Yalnız kaldı
Ergenekon, Odatv, Balyoz, Poyrazköy, MİT gibi birçok büyük soruşturmayı başlatan Yılmazer hedefi büyüterek 17/25 Aralık darbe girişimlerinde bulunan ekibe öncülük etti.
Yani bir anlamda paralelin ipini çekti. Gözaltına alındı, hakkında davalar açıldı. Şimdi cezaevinde ve yalnız…