Geçen hafta Rahmet-i Rahman’a kavuşan eski siyasetçilerden Süleyman Arif Emre, bir döneme imzasını atmış önemli isimlerden. Prof. Necmettin Erbakan’la birlikte Milli Nizam Partisi’yle Milli Görüş’ün temellerini atan Emre, arkadaşlarının anlatımıyla “gerçek bir devlet adamı”ydı. Siyasetçi kimliğinin yanı sıra iyi bir şair de olan Arif Emre’yi onu yakından tanıyanlar anlattı.
1923’de Adıyaman Besni’de dünyaya geldi. Şair, siyasetçi ve devlet adamı… Pek az kimseye nasip olacak bu özelliklere sahip olan Süleyman Arif Emre’yi anlatırken, hangi yönüne atıf yapacağını şaşırıyor insan. 6 kardeşin 2. olarak doğan Arif Emre’nin çocukluğu Besni’de geçerken, hayat şartları lise tahsilini Malatya ve Ankara Gazi Lisesi’nde tamamlamayı gerektiriyor. Belki de Emre’ye Ankara’nın yolları o günlerde açılıyor. Kendi görüşünden insanların hiçbir zaman hayalini bile kuramayacağı meclisin kapısını zorlamayı lise yıllarında düşünmüş bile olabilir. Devlet adamlığı doğuştan gelen bir özellik midir, yoksa sonradan mı öğrenilir mevzusu muammayken, arkadaşlarının onun için kullandığı cümleyle, “o gerçek bir devlet adamı”dır.
Gazi Lisesi ona Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin yollarını açmıştır. 40’lı yıllarda hukuk fakültesini bitiren Emre, eğitim yıllarında başlayan memnuniyetiyle sırasıyla Ankara Defterdarlığı, İçişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nda muhtelif görevlerde bulunur. Bir süre serbest avukatlıkla iştigal eden Süleyman Arif Emre için siyaset yolları 1956 yılında Hürriyet Partisi ile açılır. 1961 yılında Adıyaman’da Yeni Türkiye Partisi İl Teşkilatını kurar. 1965 yılında aynı partiden milletvekili seçilerek Parlamento’ya girer.
MESCİD ARKADAŞLIĞI
Arif Emre’yle yol arkadaşlığının 1960’lı yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde başladığını söyleyen Hasan Aksay da o yıllarda parlamentodadır. “Mecliste bir insanı daha geniş tanıma imkânı buluyorsun. Her gün yoklama alınıyor, ismen tanıyorsun. Gelenleriyle, gidenleriyle, fikirleriyle, konuştuklarıyla daha iyi tanıyorsun. Zaten mecliste iki türlü arkadaş olunuyor; birincisi fikir arkadaşlığı, ikincisi ise, meclisin küçük bir mescidi vardı. O zamanlar çok az namaz kılan oluyordu. Mescidde tanışınca da, kalu beladan tanışmış olduğumuz için daha bir samimi olduk. Arif Bey’le orada çok derin bir tanışıklığa girdik ve son anına kadar devam etti bu tanışıklığımız. Çok sakin bir adamdı, öfkesine yenilmezdi. Uzlaştırıcı bir tarafı vardı. İyi bir şair olmasının yanı sıra, iyi de bir okurdu. Kendisi o yıllarda Etlik’te otururdu. Oradan meclise spor amaçlı bazen yürüyerek gider gelirdi. Bakan olduğunda da çoğu zaman arabayla gitmez veya bir yere kadar arabayla gitse de sonra yürürdü. Yürümeyi çok severdi.”
Ardından gelen Milli Nizam yılları, Erbakan Hoca ile birlikte Milli Görüş Hareketi’nin temellerini oluşturdu. 1971 yılında kurulan Milli Nizam Partisi’nde kurucu üye olarak yer aldı ve Genel idare Kurulu üyeliğinde bulundu. “Siyasette 35 yıl” kitabında o günleri detaylarıyla anlatan Emre, tarihe şöyle not düşecektir: “Meclis’te, Necmettin Erbakan’la ilgili intibalarımı Osman Yüksel rahmetliye açtım. Sevincinden uçtu. ‘Tamam Arif, bu iş oldu. Bu şahıs milletimizin tam istediği adam, hem aksiyon, hem de ilim adamı, bravo sana..’ Diğer arkadaşlarımız da aynı fikirdeydiler. Ama iş daha kendisine anlatılacak, teklif yapılacak olgunluğa gelmiş değildi?”
ERBAKAN’A TEKLİF GİDER
İş nihayet o olgunluğa geldiğinde, Necmettin Erbakan’ı o zamanlar Genel Sekreterliğini yaptığı Odalar Birliğindeki makamında ziyaret ederler. “Ansızın mevzuya girdim” der Arif Emre. “Cenabı Hakk’ın size verdiği kabiliyet ve meziyetleri, burada sadece ticaret dünyasının işleriyle harcamanız doğru değildir. Daha mühim ve kapsamlı işlerde kabiliyetlerinizi ve zamanınızı kullanmalısınız. Bizim davamızın bir karargâhı yok, bir lideri yok, bizim görüşümüzde olanlar muhtelif siyasi partilere sığıntı olarak dağılmış, hem kendileri hem zihniyetleri hor görülüyor, üvey evlat muamelesi yapılıyor. Ben Meclis’te ve siyasi hayatta mevcut liderlerin çoğunu yakından tanıdım. Sizinle onları mukayese ediyorum. Allah’a şükür sizi hepsinden daha liyakatli ve müsait görüyorum. Buradan ayrıl, siyasi partimizi kuralım.”
Bu konuşma bugünün siyasetine uzanan bir sürecin ilk adımlarını oluşturmuştur. 1971 yılında kurulan Milli Nizam Partisi’nin parti programını Süleyman Arif Emre, parti tüzüğünü ise Hasan Aksay hazırlar.
Bir isim daha katılır o sırada bu çalışmalara. Alaca’da Belediye Başkanlığı görevini bitirmiş olan Yasin Hatipoğlu. Parti kuruluşunda tanıştığı Arif Emre için “En önemli özelliklerinden biri devlet adamı vasıfları olmasıdır” der. “Bugünkü devlet adamlarına bakıyorum da, Arif Abi başka bir insandı ve başka bir devlet adamı niteliği taşıyordu.”
ARİF EMRE ‘ARİF ABİ’ OLDU
Hatipoğlu’nu Milli Nizam’ın kuruluşuna çağıran kişi Kayseri’den hocası Hasan Aksay’dan başkası değildir. Herkes Erbakan Hocaya millete faydalı olacak kişilerin isimlerini verirken, Hasan Aksay da Yasin Hatipoğlu’nun ismini verir. Hatipoğlu, bir telefonla Ankara’ya çağırılır. “Ben kalktım geldim, ne olduğunu da bilmiyorum. Erbakan Hocanın iki dairesi vardı. Birinde parti kuruluş çalışmaları yapılıyordu. Odalar Birliği davalarından tanıdığım Erbakan Hocaya manen bağlanmış insanlardan birisiydim. Odalar Birliğindeki masonların özellikle hocaya karşı takındıkları tavırları biliyor, kızıyor ve hocayı desteklemek istiyorduk. Hocayı gördük, hoca ile hoşbeş ettik. Arif Bey’le de orada tanıştım. Daha sonra Arif abiyle aramızdaki mesafe ‘Arif Emre’ olmaktan çıktı ‘Arif Abi’ oldu benin için. Karşılıklı şiirlerle de görüşünce, konuşunca daha da arttı muhabbetimiz.”
Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi kapatılınca, yine Süleyman Arif Emre kurucu genel başkan olarak Milli Selamet Partisi’ni kurarlar ve 49 Milletvekili ile Meclise girer. Sonra da Genel Başkanlığı Erbakan Hocaya devreder. Milli Selamet Partisi’nin 1974 yılında CHP ile ve 1977’de Adalet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile kurduğu koalisyon hükümetlerinde Devlet Bakanı olarak görev yapar Arif Emre. 12 Eylül 1980 yılındaki askeri darbe sonrası bir süre cezaevinde tutuklu olarak Mamak Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanan Süleyman Arif Emre, beraat ettikten sonra yine Erbakan Hoca ile birlikte Refah Partisi’nin kuruluşunda yer alır. Refah Partisi’nin Merkez Karar Yönetim Kurulu Üyesi olan Emre, daha sonra Milli Görüş’ün Fazilet Partisi ve Saadet Partisi yönetimlerinde de görev alır.
MECLİSTE FRAK TELAŞI
Yine bir seçim sonrası Refah Partisi’nden milletvekili olarak meclise giren Emre’yi, bu sefer yaşının büyük olması dolayısıyla meclis başkanlığı görevi beklemektedir. Yasin Hatipoğlu bu olayı şöyle anlatır: “Türkiye’de seçimler yenilenmişti. Her genel seçimden sonra meclis başkanlık divanı yeniden oluşur. Usül iç tüzüğüne göre en yaşlı üye, divan oluşuncaya kadar meclise başkanlık eder. Bu konuda kılık kıyafet mecburiyeti var. Meclis başkanının Frak giymesi gerekiyor. Arif Emre, ‘Nereden bulacağız, terzilere sordum çok pahalıymış, iki gün için bu parayı vermek uygun değil’ der. ‘Merak etme abi, bir çözüm buluruz. Benimki sana olursa emanet veririm. Nasılsa aynı anda giymeyeceğiz’ demiştim. Çok sevindi. Sonrasında aramızda bu konu konu üzerine şakalaşmalar başladı.”
Hatipoğlu, Emre için, “İyi bir şairdi, aruzla yazıyordu. Güzel şiirleri vardı, TV’lerde, radyolarda okunan nat-ı şerifleri vardı” derken, kendisinin de onun rübâisine yazdığı nazîreleri olduğunu söyler. Arif Emre’nin 90’lı yıllarında geçirdiği bir rahatsızlığında kaleme aldığı şiirden birkaç mısra ise şu şekildedir:
“İşittim hasta olmuşsun; üzüldüm, yandım üstâdım.
Perîşânım teessürden, ‘yıkıldım’ sandım üstâdım.
Geciktim gâlibâ, eyvâh! Sorulmaz mı ‘ne hâlin var?’
Kapıldım fendine dehrin, nasıl da kandım üstâdım.” Y. Hatipoğlu
KAHVEDE 4 KİŞİDEN VAZGEÇMEDİ
Siyasetçi, devlet adamı, şairlik özelliklerinin yanı sıra, 3 erkek, 1 kız olmak üzere 4 çocuklu bir babasıydı aynı zamanda Arif Emre. En küçük oğlu Ali Rıza Emre, ciddi mizaçlı, ama sert olmayan, kararlı bir insan olarak tanımlıyor babasını. Aile yapısı içerisinde İslami gelenekleri, görenekleri yaşatmaya gayret ederken baskıcı değil, teşvikkâr olduğunu söylüyor. “Aile içerisinde saygınlığı sağlardı. Tabi siyasetçi ve ciddi mizaçlı olmasının getirdiği yapı, evin içine yansırdı bazen. Aradaki geçişi ise annem sağlardı.
Çok kararlı bir insandı babam. Bir gün hiç unutmam, 1995 seçimlerine hazırlık çalışmasıydı. Babamla birlikte seçim çalışmasına katılmıştım. Ben de o sırada Büyükşehir belediyesinde meclis üyesiydim. Kartal ve Maltepe’nin üst mahallelerinde bir görev verilmişti bize. Birkaç arkadaşla beraber babamı oraya götürdük, kahvenin önünde indik. Camdan içeri baktığımda, kahveci, çırak ve 1-2 kişi oturuyordu. Babama içeride fazla kimsenin olmadığını, diğer programa geçebileceğimizi, boşuna vakit kaybetmememizi söyledim. Babam kapıyı açtı ve içeri girdi. Selam verdi ama pek dönen olmadı. Kahvenin ortasına doğru yürüdü, bir sandalyenin üzerine çıktı ve Milli Görüş’ün ne olduğunu tam 45 dakika anlattı.
Konuşma bittiğinde 4 kişi ayağa kalkmış, babamı alkışlıyordu. Dışarı çıktığımızda, babama niye vazgeçmediğini sordum. ‘Bize bir görev verilmiş, ben de verilen görevi sonuna kadar kullandım. Gayret bizden, muvaffakiyet Allah’tandır’ dedi ve bir sonraki programa geçtik. Biz oradan dönüp gidebilirdik. Ama o 4 kişi, orada kendisine yapılan samimi ifadelerden etkilenmiştir diye düşünüyorum. Belki o 4 kişi 40 kişiye, belki 4 yüz kişiye çıkmıştır bu sayede.”
TÜRKİYE’YLE GURUR DUYARAK GİTTİ
O dört kişi 4 yüzler, 4 binler olmadı değil. Süleyman Arif Emre de gördü o günleri. Hatta son yıllarda, bir iki kişinin dahi mecliste namaz kılmakta zorlandığı dönemlerden, insanların özgürce ibadetlerini yapabildiği dönemlere gelindiğini görüp mutlu oldu. Partiler kapatıldıkça yenisi açıldı, tırpanlandıkça daha da gürleşerek çoğaldı. Son dönemlerinde bunları gördükçe son derece mutmain olduğunu söyleyen oğlu Ali Rıza Emre, ayrıştırıcı siyasetten, hoşgörü dönemine geçildiğini görmekten mutluluk duyduğunu ifade etti. “Sınır ötesi harekâtları ve terörle mücadeleleri de destekliyordu babam. Biliyorsunuz, onların döneminde Türkiye tarihinde Kurtuluş Savaşı’ndan sonra en gurur verici olay Kıbrıs Barış Harekâtı’ydı. Oradaki sağlam, mağrur ve güçlü duruşları, milletin devletinin yanında olması, devletin milletinin yanında olması ve sancaktarlarının meclis olarak yapılması örnek olacak şeydi. Öncelikle Hürriyet ve özgürlüğün, güçlü devlet ve ülkemizin savunmasından geçtiğini bilen insandı. Bu duyguları taşıyan birisinin şu andaki mücadeleyi desteklememesi söz konusu bile olamaz.”
Cumhuriyet ile yaşıt olan Süleyman Arif Emre 21 Temmuz 2019’da İstanbul’da Hakk’a yürüdü. Hiç unutmayacağımız bu mühim siyasetçi ağabeyimize Allah Rahmet eylesin! Ruhu için el-Fatiha! Yakın tarihi ışık tutan “Siyasette 35 yıl” kitabını herkese tavsiye ediyoruz.
kutu kutu kutu
KAN TUTAR
Devlet adamlığının yanı sıra iyi bir şair olan Süleyman Arif Emre’nin şiirleri, 28 Şubat döneminin gençliğine ilham olan ezgilere dönüştü. Mehmet Emin Ay’ın seslendirdiği “Kan Tutar” şiiri bunlardan en akılda kalanıdır.
Leblerimle emrine âmâdedir cânım benim
Al da bir bûseyle öldür haydi cânânım benim
Lâl olur birden dilim bilmem neden görsem seni
Görmesem kalmaz karârım dinmez efgânım benim
Hasta gönlüm çok zamandır iftirâkından harâb
Olmadım bir lahza rahat geçti devrânım benim
Mübtelâyım bir ümitsiz gizli derdin zehrine
Bu sebepten her geçen gün düştü dermânım benim
Yok teselliden nasîbim vermeyin zahmet bana
Etmeyin bunca eziyet az mı hicrânım benim
Kantutar sen her bakışta kastedersen cânıma
Yâremi sar melhem ol da akmasın kânım benim
Arif Emre her ne etse râzıdır fermânına
Sahibimsin hem efendim hemde sultânım benim.
Kutu kutu
Edebiyat ve şiirle yakından ilgilenen S. Arif Emre’nin siyasi hayatını konu alan “Siyasette 35 Yıl” adlı üç cilt, genç nesillere ışık tutacak edebi eseri ve siyasi yönden rehber olacak yayınlanmış eseri vardır. Bugüne kadar yazmış olduğu şiirlerini de “Aşkın Aşkı” adlı eserinde toplamıştır. Son dönemde yazmış olduğu “Namazın Hayati Özellikleri” adlı yeni bir eseri de yayınlanmıştır.