Kilometrelerce ötede karşılaştığınız isimlere yakınlık duyarsınız. Afganistan’ın sıcaktan sığındığımız bir köşesinde Bahattin Yıldız’ı anıp, “Geçen yıl burada düşen uçakla rahmetli oldu” deyip, bir Fatiha istediler. Okuduk.
Çoğu insanın yolu Afganistan’a düşmez. Oysa bu coğrafyayı İngiltere, Özbekistan eski büyükelçisi Craig Murray’ı hayrete düşüren bir bilgiyle tanıyordu. Öyle ki Büyükelçi’nin Bahattin Yıldız için “Diplomatlarınız burayı Yıldız kadar bilse, bütün bölgeye sahip olursunuz” demişliği var.
Kolay değil. Yaşarken pek kimse detayını öğrenememiş ama arkadaşı Mehmet Güney, Afganistan’da yaralandığında geçirdiği ameliyatı “Dünyada eşi benzeri yoktu herhalde” diye anlatıyor. Omzuna gelen şarapnel yüzünden ameliyata alındığında kırılmış parçalarla karşılaşan doktorlar biraz tel, biraz çivi marifetiyle operasyonu bitirmişler. Elektriklerin her an kesildiği, tıbbi malzemenin eser miktarda bulunduğu hastaneden gazi olarak çıkmış.
Yıldız’ı Afganistan dağlarına sürükleyen, Kar Çiçekleri, Güllere Veda kitaplarını yazdıran yolculuk nasıl başladı?
İzmir İmam Hatip’ten Erzurum Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne geldiği günlere dönmek gerek. Ülkeyi sıtma gibi saran siyasi ortamın, Erzurum’a da sirayet ettiği zamanlar. Bir avuç öğrenci Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında toplanmış, farklı bir ses çıkarabilmek gayretiyle çalışıyor. Yıldız o günlerde bile etrafını saran çatışmalara bigane kalıp kendi yolunu yürüme azmini ortaya koymuş. Hicretin 1400. yılında arkadaşı Mehmet Öztürk’le Erzurum’dan Kayseri’ye koşması başka nasıl açıklanır? Her tarafın çareyi silahlarda bulduğu zamanda, Yıldız koşmuş. Kayseri’ye gelmeden önce konakladıkları köye gecenin bir saati varıp kalacak yer bulamadıklarında camideki tabutları gösterip “Burada yatalım” diyecek kadar koşullara uyum sağlayarak. 12 Eylül’ün etkileri Milli Türk Talebe Birliği’ne ulaştığında adını Mahalli Teknik Takımlar Birliği olarak değiştirip yaşatmak da onun fikri. Bütün bu yaşananların naifliğini bozacak darbe, Sovyet işgaline uğrayan Afganistan’dan gelmiş. Erzurum Valiliği önünde sonlanan yürüyüşün neticesinde aralarında Bahattin Yıldız’ın da olduğu isimler arama listelerine düşecek. Akla gelen seçeneklerden en zor olanını, savaşa gitmeyi seçen Yıldız’ın yollarda geçen hikayesinin ilk ve son durağı Afganistan. Ülkeye varır varmaz dağlara gidecek, 2 buçuk yıl savaşacak. Döndüğünde onu darbenin yaralarını sarmaya çalışan Türkiye bekliyor.
İki buçuk yıl savaşan biri döndüğünde nasıl bir hayat kurar? Yahya Konuk, Cihadın Mahrem Hikayesi’nde Bosna dönüşü karşılaştığı manzarayı şöyle özetler: “Bosna dönüşü camiamızdan büyük bir rağbet ve hürmet gördüğümüzü söyleyebilirim. Bu, şahsımıza değil cihada ve fütüvete gösterilen bir rağbet ve hürmetti. Gittiğimiz her yerde methiyelerle takdim ediliyor, söz bize bırakılıyordu.” Evlenmiş, İstanbul’da rutubetli bir giriş katında hayatını düzene koymaya gayret eden Yıldız’ın karşılaştığı da bu. Tam o günlerde çıkan öğrenci affı hayatının seyrine yeni bir yön ve gaye veriyor: Öğrencilerle ilgilenmek, dertleriyle dertlenmek ve gençleri yetiştirmek. Bu gayenin ilk tohumlarını Erzurum’da atacak, halka halka büyüyen sohbetlerle maddi manevi ihtiyaçlara derman olmaya çalışacak. Sonrasında Sivas, Erzurum, İzmir, İstanbul arası mekik dokuyan Bahattin Yıldız’ın adı “Bahattin Abi” oldu. Tarık Tufan bu abiliğin nasıl oluştuğunu anlatsın:
“Üniversite döneminde zaman zaman İstanbul’a gelirdi, o sıralar tanıştık. Benim için o hep İzmir’den İstanbul’a gelen ve ‘Bahattin Abi’nin selamı var’ diyen genç çocuklarla ilgilenmek demek oldu. İzmir’de ya da o bölgede ilgilendiği çocukları üniversiteye ya da iş hayatına geldikleri zaman birilerine yönlendirmesi, onların ruhsal, işsel gelişimini sağlayacak insanlarla tanıştırma çabası hep sürdü. İstanbul’a gelen, Bahattin Abi’nin elinin değdiği çocuklar vardır. Bizim kuşağı etkileyen bir başka yönü daha var; edebiyat ilgisi. Onların kuşağında genellikle iki tür insan olurdu. Birincisi aktivistler, eylem insanları, ikincisi de edebiyatçılar. Bu ikisini beraber sürdürebilen çok az insan vardı ve Bahattin Abi de o insanlardan biriydi. Ümmeti ilgilendiren her meseleyi dert edinen, bir taraftan da bunun hikayesini sayfalara dökebilen bir adamdı. Dolayısıyla etrafındaki herkese de bir taraftan gayret içinde olmalarını ve bu yükün altına girmelerini, bir taraftan da edebi olarak bunu anlatmalarını öğütlerdi.”
Tufan’ın altını çizdiği edebiyat ilgisi insanların mücadele içinde olan birinin kaleminden tanıklığını da sağladı. Mavera Dergisi’nde hazırladığı yazı dizileri Afganistan’da yaşananları olanca yalınlığıyla Türkiye’ye taşıyordu.
Kitap fuarlarından çocuklarına kucak dolusu kitap alan bir baba, yurtta battaniye bulamayan çocuklara battaniye gönderen bir hami. Alev Erkilet de yıllar önce yanında başörtülü kızlarla kapısını çalan Yıldız’ı böyle hatırlıyor:
“Ben kendisini tanımazken, aramış ve İzmir’den bir grup genç kızla birlikte beni, Yıldız Hanım, Cihan Hanım gibi bazı başörtülü yazar arkadaşlarımı ziyaret etmek istediğini söylemişti. Kendilerini ağırlamak isteyip istemeyeceğimi sormuştu. Elbette sevinerek karşıladım ve ağırladım kendilerini. Çoğu lise okuyan, üniversite macerasında kendilerini neyin beklediğini bilmedikleri için oldukça heyecanlı ve tedirgin olan, hepsi birbirinden zeki genç kızlarla uzun bir sohbet yaptık. Başörtülüydüler ve daha o zamandan önlerindeki engellerin farkındaydılar. Önceden bu yoldan gitmiş ablalarının hikâyeleri üzerinden düşe kalka, savaşa yenile neler yapılabileceğini göstermek istemişti. İnsanla hele genç insanla ilgilenmek zor bir iştir. Herhangi bir kariyere matuf değildir, kendinden vermeyi gerektirir ve attığın yüzlerce tohumdan bazen biri, bazen ikisi kök salar, o da iyimser tahminle. Buna soyunmak için gençleri sevmek lazımdır, gerçekten sevmek, Hak için sevmek. Bahattin bey ilgilendiği çocukları öyle seviyordu, önlerindeki engelleri yıkıp kaldırmak, önlerini açmak, kendi geleceklerini kurmalarına imkân verecek donanımı onlara kazandırmak istiyordu. Bunu yaparken de kendini aradan kaldırıyordu, bir derviş tevazuuyla.” Yıldız yürümeye devam etti. Nezik Köyü’nden Srebrenitza’ya giden Barış Yürüyüşü konvoyunda da o vardı, yeni yayınevlerinin kurulması için cesaret verirken de, gençlik kampları kurulurken de.
Bülent Yıldırım onu ille Afganistan’a gitmek isterken hatırlıyor. Hasan Öztürk’se “O bizim gezgin vicdanımızdı” diyerek: “Bizim gezgin vicdanımızdı. Özellikle gençlere çok özen gösteriyordu ve onlarla hiçbir ayrım gözetmeden muhatap olurdu. Oğlum Sarajevo’da okudu, bir gün Bahattin Abi bana telefon açtı ve ‘Talha’nın telefonunu verir misin’ dedi. İki gün sonra oğlum aradı, büyük bir sevinçle Bahattin Abi’nin onu ziyaret ettiğini anlattı. Almanya’dan Sarayova’ya onun için gitmişti. İslam coğrafyasının bütün bölgelerinde çadırlarda kalıp insanların dertleriyle dertlendi. Onun arkasından dua edip hayırla yadedenlere baktığınızda Müslüman dünyanın tüm insanlarını görürsünüz. İki cenaze namazı kılındı. Cenaze namazında her cemaatten insanlar vardı.Aksiyonu hiçbir zaman bırakmamıştı ama hiçbir zaman sadece aksiyon ya da düşünce adamı değildi. Cahit Zarifoğlu’ndan öğrendiği estetik kaygının yanında Afgan cihadında öğrendiği direnci de taşırdı. Bir Kurban Bayramı arefesinde Balkanlarda onunla seyahat etmiştik, dağın tepesine çıktığımızda arabayı durdurdu, muazzam bir sis çökmüştü, ‘Aşağıda köyler kasabalar var, bu güzelliğin farkında değiller, bunu idrak edelim Hasan’ dedi. Yaşadığı anın güzelliğini bilirdi.Biz onun bıraktığı anıların üzerine kurduğumuz hayatı yaşıyoruz.”
17 Mayıs 2010’da Hindukuş Dağları’na düşen uçağın 38 yolcusundan biri Bahattin Yıldız biri Faruk Aktaş. Yetimhane kurmak, savaşın çocuklarını büyütmek için çıktığı yeni bir yolun arefesinde.
Yolculuğundan önce üç buçuk ay evinde kalmış. Eşi Emine Hanım o günleri “herhalde birlikte geçirdiğimiz en uzun vakitlerden biriydi bu” diye hatırlıyor. Tarık Tufan için, vefatı ömrünün aynası: “Bir yerde çok uzun süre kalmaz, uzun süre oturmazdı. Hep bir şeyin peşindeydi. Yapılması gereken bir şey varsa, vakit kaybetmeyelim derdi. Hayatı şahitlikti, şehit olarak gittiğini düşünüyorum gerçekten.”
Bahattin Yıldız’ın vedası ömrüne yakışan cinsten. Ardından iki kez namaza duran cemaat onu “Allah’a emanet olun mücahid kardeşim” diye uğurladı. Cemaatin hatrı sayılır çoğunluğu Yıldız’ı abi sayan çocuklardı.