Devlet nöbetinde bir ömür

“Ve şimdi, birçok sayfasını atlayarak okuduğum kitabın başından başlayabilirim”
İsmet Özel

Tesbihe ve çaya

Adı Devlet. Soyadı Bahçeli. Tesbihi, çayı ve Ferdi Tayfur’u seviyor. Türkmen. Osmaniyeli. Ağa çocuğu. O kadar ağa çocuğu ki en yakın arkadaşlarından biri, şöyle anlatıyor onu: “Hassastı. İyi bir yemek yemek için kilometrelerce yol yürürdü. Kendisi Devlet Ağa olduğu için, bizim onun yanında hesabı ödememiz mümkün değildi, ödetmezdi.” Sever ya da sevmezsiniz, ama bir tarzı vardır. Nev-i şahsına münhasırdır, hayatı boyunca böyledir. Asabi değil ciddidir. Kolejlidir ama seçkinci değildir. Bir de, arkadaşı Rıza Ayhan hocanın dediği gibi, hesabı kendi öder. Bunda hassastır.

6 Temmuz 1997’de MHP 5. Kongresi’nde Genel Başkan seçildikten iki yıl sonra, 1999 genel seçimlerinde yüzde 18 oy alarak ikinci parti olarak Meclis’e girmiş, sonrasında DSP-MHP-ANAP’tan oluşan bir koalisyonda yer almış, aradan geçen sürede 2001 ekonomik krizi, parçalanan yazarkasalar, Kemal Derviş’li günler, Ecevit’in yürümekte zorlanacak kadar ağırlaşan sağlığı tartışılırken, 2002 Mayıs ayında, Ecevit’in tedavi gördüğü hastanede yapılan liderler buluşmasından bir karar çıkmış ve “erken seçim yok” açıklaması yapılmıştır. Fakat 1-2 ay sonra Devlet Bahçeli, yeni ve şaşırtan bir açıklama daha yapar ve erken seçim çağrısında bulunur. 3 Kasım 2002’de genel seçim yapılır yapılmasına ama MHP diğer iki partiyle birlikte baraj altında kalır. Ve Bahçeli, seçim sonuçlarının açıklandığı gece, “MHP Genel Başkanı olarak sorumluluk şahsıma aittir, Olağanüstü Kurultay’da görevi bırakıyorum” der. Onca yolu yürümüş ve bir kez daha “hesabı ben ödeyeceğim” demiştir. Fakat hesap burada bitmez, bir süre sonra yeniden aday olur ve MHP’liler, Devlet Bahçeli’yi yeniden Genel Başkan seçerler. Bahçeli, hesapları sıfırdan açan, hesapları değiştiren ve hesapları bozan da bir liderdir. Tüm hesapları sıfırdan açmış, bütün hesapları değiştirmiş ve bozmuştur. Bozmuştur, çünkü AK Parti’yi tek başına iktidara getiren sürecin startını o vermiştir. Yani, biraz da şöyledir: 14 Ağustos 2001’de kurulan AK Parti’ye, 3 Kasım 2002’de 34.6’lık oy oranıyla, tek başına iktidarın anahtarını veren kişi Devlet Bahçeli olmuştur.

Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın

Yine İsmet Özel der ki; “Dikkat ettiysen tarih sahnesi her durumun bir şangırını bir şungurunu biz aktörlere bir biçimde mutlaka sunmuş”. Tarih sahnesi, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye, her durumun bir şangurunu şungurunu bir biçimde sunmuştur ve görünen o ki bugün yine sunmaktadır. Bahçeli’yi, bir anda CHP’nin ana hedefi, hatta tek hedefi haline getiren çıkışlarına ve çağrılarına dikkat kesildiğimizde, aslında bu durumun, yani Devlet Bey’in bu duruşunun sadece bugünle ilgili olmadığını, hem 2002’de hem de başka tarihi dönemeçlerde, bütün hesapları “bir şekilde” değiştirdiğini görürüz. Kendi ifadesiyle, “Türkiye Cumhuriyeti’nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde”, AK Parti’ye çağrıda bulunmuş, “hazırda tuttuğu veya üzerine çalıştığı varsa” Yeni Anayasa’yı (referandumu, dolayısıyla Başkanlığı), Meclis’e getirmesini, millet ne derse son sözün o olacağını söylemiştir. CHP’den gelen hakaretâmiz ithamlara ise şöyle karşılık verir: “HDP’nin aparatı, PKK’nın sim kartı olurken bir şey olmuyor da, biz bir teklifle gelince mi kıyamet kopuyor? CHP ve yandaşları düğüne giderler zurna beğenmezler, hamama giderler kurna beğenmezler. Bunlar MHP’yi tanımıyorlar. İçleri çıfıt çarşısına dönenlerden öğrenecek bir şeyimiz yoktur. Şartlar oluşursa aziz milletimize sorunların çözümü için müracaat etmekten vazgeçmeyiz. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. Gerekirse zahmet çekeriz, çileye katlanırız.”

Yıl 2007, hava kurşun gibi

“Bunlar MHP’yi tanımıyorlar” cümlesini alalım ve 2007’ye gidelim. Danıştay provokasyonu, Rahip Santoro cinayeti, Atabeyler “organizasyonu”, İsmailağa’da bugüne dek mesafe alınamayan FETÖ kokulu cinayetler gibi birçok unutulmaz olayın yaşandığı 2006 yılının gerilimi ile 2007 yılına girilmiştir. Ve 2007’de, Genelkurmay muhtırası, Abdullah Gül ve eşi Hayrunnisa Gül’ün başörtüsüne kapatılmak istenen Cumhur-başkanlığı makamı, 367 histerisinin yanında, Türkiye’nin kalbi dağlanmış ve Dağlıca’da PKK saldırısında 12 şehit verilmiştir. Alper Görmüş’ün (hesap sormadığı kurum, kişi, yapı kalmadı, fakat o yılların hesabını nedense hâlâ vermedi) Nokta dergisi üzerinden siyasete, medyaya, yargıya, adeta yön vermeye çalıştığı yıllardır. Türkiye’nin adeta kaynama noktasını aştığı, patlama noktasına getirildiği böylesi bir atmosferde gidilen 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için üretilen 367 krizi sebebiyle AK Parti bu düğümü bir türlü çözememektedir. 367 üyenin Meclis’te bulunmasını gerektiren oylamalar için, sandalye sayısı yetersiz olan AK Parti’ye destek Devlet Bahçeli’den gelmiş ve MHP, 20 Ağustos’tan 28 Ağustos’a kadar oylamalara katılarak, siyasal tarihimizin en gerilimli yıllarından olan 2007’nin daha küçük hasarlarla atlatılmasını sağlamış, Çankaya’nın “başörtüsü” ile buluşmasının yolunu açmış ve siyasal tarihimiz açısından bir milat, hatta devrim yaşanmıştır.

Her şeye hayır, millete evet

Şu soruyla devam edelim: 7 Haziran gecesi neredeydiniz? Neredeydiniz ve nasıldınız? 7 Haziran 2015, Türkiye’deki bütün siyasal denklemin çöktüğü, 7, 5 milyon oy alan MHP ile 6 milyon oy alan HDP’nin TBMM’de 80 sandalye ile temsil edildiği Meclis’le karşı karşıya kaldığımız geceydi. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 51’in üzerinde, 2014 yerel seçimlerinde yüzde 45’in üzerinde oy alan AK Parti’nin büyük bir buharlaşma yaşayarak yüzde 40 bandına düşmesi, koalisyona, CHP’ye ve hatta HDP’ye mahkumiyeti gibi, her biri ağır sonuçlara, ihtimallere açılan puslu bir gece. İşte o gece, 7 Haziran gecesi, yine Devlet Bahçeli sahne almış, şu cümleleri kurmuştur: “Böyle bir yapılanma içerisinde MHP şerefi ve haysiyeti ile çok güzel bir ana muhalefet görevini de üstlenmeye hazırdır. Bunların hiçbirinden sonuç alınamıyorsa, en erken seçim ne zaman olacaksa, o zaman da seçim olur.” Devlet Bey, 2002’de dediği gibi, 2015’te de millete, sandığa, seçime gitmeyi teklif etmiştir. CHP ile koalisyon için, umulmadık kimselerden, umulmadık teklif ve açıklamalar gelirken, Haziran’dan Kasım’a kadar, yani PKK terörünün yeniden oyuna sokulduğu Temmuz ayında dahi Türkiye, “anayasal zorunluluk gereği” de olsa, HDP’li Bakan görmek gibi bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bahçeli’nin, medya literatürüne “her şeye hayır” olarak giren 7 Haziran sonrası duruşuyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’yi 1 Kasım seçimlerine, yani, yeniden tek başına iktidar günlerine taşımıştır.

Hesabı devlet sorar

Geçtiğimiz günlerde, “kesin çıkarma talepli olarak”, Disiplin Kurulu’na sevk edilen MHP Milletvekili ve akademisyen Prof. Dr. Ümit Özdağ, 6 Ağustos 2007’de bir yazı yayınlamış ve orada, Devlet Bahçeli’ye şu eleştirilerde bulunmuştu; “Türk milliyetçiliğinin yükselmesi, Türk milliyetçiliğinin patlama yapması için çok uygun bir zemin oluşturmuştur. İdeolojik ve politik yumuşama çizgisindeki MHP, “devletin ve milletin menfaatlerini partinin menfaatleri üstünde tutuyor” şeklinde yayın yapan sistemin kalemlerinin tuzağına düşmüştür. Bu tuzağa düşen MHP, “Devlet ve milletin menfaatlerinin gerçekleşmesi adına partinin menfaatlerinden feragat eden” bir parti konumunu kabullenmiş hatta bununla övünmüştür. Bazıları daha da ileri giderek, “Biz isteseydik, oylarımızı çok yükseltirdik ancak kan gövdeyi götürürdü, ancak bunu yapmayarak ne kadar sorumlu olduğumuzu gösteriyoruz” deme gafletine bile düşmüştür.

Özetle, Türk milliyetçiliği için çok uygun olan politik ve psikolojik ortam değerlendirilmemiştir.”

Biraz uzunca denebilecek, terör saldırılarının durmadığı bir ortamda, 2007 şartlarında yazılmış olan bu yazı birçok açıdan üzerinde rikkatle durmayı hak ediyor. Ümit Özdağ, aslında “Türk milliyetçiliği için çok uygun olan politik ve psikolojik ortamdan” faydalanılmadığını söyleyerek, Devlet Bahçeli’nin, ülkücü hareketi sokaktan partiye çekmesinin, titiz, planlı, öngörülü ve kararlı bir iradenin sonucu olduğunu gösteriyor. Bu irade ki her türlü provokasyona, sokak çağrısına, terör kışkırtıcılarına rağmen, kan kusmuş, kızılcık şerbeti içmiş, bayrağına sarılmış, öfkesini ve gözyaşını bayrağının kırmızısı ile paylaşmış ve sorulacak hesabı, devletinin sormasını beklemiş, ülkücü heyecanı “kurda kuşa” yem etmemiştir.

Ankara’yı bekleyen adam

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, TVNET’e verdiği röportajda anlatıyor; “O gün Ankara’daydı. MHP’nin saygı değer lideri karargâh olarak bu binayı seçti ve biz krizi kendi adımıza buradan yönettik, genel başkanımızın başkanlığında. Hatırlarsanız o gün diğer siyasi parti liderleri Ankara dışındaydılar, programları dolayısıyla. Ancak Sayın Devlet Bahçeli çok net olarak herkesin olayı anlamaya çalıştığı evrede bu bir kalkışmadır, böyle bir şeyi kabul edemeyiz. İktidarın milletin ve devletin yanındayız dedi. Basın mensuplarına da bu bilgi düştü televizyon kanallarına.”

Semih Yalçın’ın da belirttiği gibi, (diğer liderlerin şehir dışı programları sebebiyle) Ankara’daki tek siyasi lider, Bahçeli idi. Ve Bahçeli o gece için şu tanımlamayı yapıyordu; “Haçlı emellerinin taşıyıcılığını yapan FETÖ, Türkiye’nin kalbine nişan aldı. 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü 627 yıl önce Kosova’da mağlup olanların yeni bir kalkışmasıdır. 572 yıl önce Varna’da 563 yıl önce İstanbul’da döktükleri kanda boğulduklarını sandıklarımızın yeniden karşı harekâtıdır”

15 Temmuz, 246 şehidimizin, yüzlerce gazimizin, binlerce, yüzbinlerce kahramanın bir devlet gibi refleks gösterdiği günün adı. Devlet benim, vatan benim, bayrak benim diyen yüzbinlerin, sokaklara, meydanlara, tank paletlerine, minarelere, yere ve göğe yazdığı destanın adı.

Hayatını devlet nöbetine adayan bir adam, Devlet Bahçeli, 15 Temmuz’un asil kahramanları için şöyle diyor; “Şehadet deyince, gazilik deyince, al bayrağı görünce gözleri hasretle yaşarmayan, yürekleri coşkuyla çarpmayanla paylaşacak ekmeğimiz olmayacaktır. Onları iyi belleyiniz. Onlar asla bizden değildir. Onlar kripto canavarlarıdır. Devlet öksüz değildir. 15 Temmuz’da yaptınız, bundan sonra da ülkeyi kurtaracak olanlar sizlersiniz. Muhtaç olduğumuz kudret, İstiklal Marşımızın satırlarında vardır. Korkma, yine bütün dünya karşımıza geçsin. Rabbim aziz milletimizden razı olsun. İnanırsanız üstünsünüz. Zaferi kazanacak olanlar sizsiniz. Diyojen’in nesli fırsat kollamaktadır. Tekfurların varisleri devlettedir. Konstantin’in torunları iştahla dağılmamızı beklemektedir, Anadolu’dan defolup giden 7 düvel sabırsızdır. Anımız birdir, adımız birdir, biz Türk milletiyiz. Yürümezsek hak yolda, erimezsek hak yolda, çürümezsek hak yolda, gök girsin kızıl çıksın”

Yeni başlayanlar için Devlet arşivi*

Tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.

Kızgın kireci elle yoğurmak, bir zalim karşısında el pençe durmaktan iyidir.

Asıl azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır.

Önüne geleni kapar, ardına geleni teper.

Elifi görse mertek sananlar.

Samana kazık çakmak.

Hem kel hem fodul.

Komşu komşunun külüne muhtaçtır.

İnceldiği yerden kopsun.

İmaret yapılmadan öbek öbek dizilmek.

Ahmak ata binerse bey oldum sanırmış, şalgam aşa girerse yağ oldum sanırmış.

Söz biliyorsanız söyleyin inansınlar, bilmiyorsanız susun alayınızı adam sansınlar.

Evli evine, köylü köyüne.

Hem davul çalar hem kaçar.

Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur.

Demir tavında dövülür.

İşleri çıfıt çarşısına dönenler.

Yağ mı yoğurttan yoğurt mu yağdan çıkar?

Zahmetsiz rahmet olmaz.

Yağmur nereye yağsa tarlasını oraya taşıyanlar.

(*Devlet Bahçeli’nin son konuşmalarında geçen atasözleri ve özdeyişlerden bir seçki)

Benzer konular