Seyit Onbaşı’nın hikâyesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerine tanıklık eden birçok erkeğinkiyle aynı neredeyse. Uzun yıllar cepheden cepheye gidip, yorgun ailelerine dönen binlerce insan.
Onun diğer isimlerin arasından sıyrılmasına neden olansa, görevli olduğu topun vinci arızalanınca 276 kiloluk mermiyi sırtlayıp kundağa yerleştirmesi. Bu, Çanakkale Savaşı’nın da seyrini değiştiren olay.
Sonrası da şöyle: Koca Seyit 1918’de terhis oldu, köyüne döndü. Yine savaş başladı; Seyit 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruza katıldı, vücudu iki yerden yara aldı. Zaferi hastanede öğrendi. Köyüne döndü. Çoluk çocuğunun geçimini sağlamak için dağdan odun getiriyor, odun kömürü yapıp satıyordu. Madalyası bile yoktu. “Müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar” diyenlere, “Biz madalya için, maaş için dövüşmedik” diyordu.
Seyit Onbaşı’nın savaş dönüşü uzun yıllar boyunca kimseye anlatmadığı kahramanlığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün Havran’a gelip de onu sormasıyla ortaya çıkıyor.
Gerçek Hayat, Seyit Onbaşı’nın torunu Muhammet Yıkar ve Şaban Çabuk’la gazinin ismini taşıyan Koca Seyit Köyü’nde görüştü.
Seyit Onbaşı Köyü 6 yüz hane. Köylülerin çoğu ırgat, tarımda işçilik yapıyor. Tarımla geçinen ve Balıkesir’e göç veren köyün kaderini değiştiren biraz da bu topraklardan çıkan Seyit Onbaşı. Turgut Özal’ın öncülüğünde, turizm alanında tanınan ve Seyit Onbaşı’nın yaşadığı yerleri ziyaret etmek isteyenlerin uğrak yeri olan köy, bu sayede biraz hareketlenmiş.
Yine de köye gitmek zor. Deniz Otobüsüyle Bandırma’ya gidiyoruz, oradan Havran’a. Buraya kadar yolculuk zahmetsiz. Asıl macera bundan sonra başlıyor. Köy turistlerin ilgisini çekiyor ama ulaşım için araç yok.
Haliyle biz de tarım işçilerini taşıyan bir kamyonetin arkasına atlıyoruz. 15 kilometrelik yol 15 dakikada alınıyor. Yolda önce İnönü Köyü var. Zeytinlikler arasından Havran’ın tepelerine doğru çıkıyor, nihayet köy meydanına varıyoruz.
Adeta dedesinin kopyası
Gelmeden haberdar ettiğimiz muhtar Fahrettin Kahraman’la beraber Seyit Onbaşı’nın anıt mezarına gidiyoruz. Muhammet Yıkar dedesi için yapılan anıt alanında ve müzede güvenlik görevlisi. Onu tanımak zor değil, dedesine çok benziyor. Müzede Seyit Onbaşı’nın 50 yaşında ölmeden önceki son halinin orijinal fotoğrafı, savaştan arta kalan askeri teçhizatlar, savaşa dair onlarca tablolar ve o zamanın gazetelerinde çıkan savaşla alakalı haber kupürleri var. 2006’ya kadar ırgat olan, 2006’dan sonra da dönemin Havran Kaymakamı’nın girişimiyle yapılan anıta gelen ziyaretçilere rehberlik yapan Yıkar dedesinin Atatürk’le karşılaşma hikâyesini şöyle anlatıyor:
“Koca Seyit’in kızı Ayşe Yıkar benim babaannem. Koca Seyit öleli 77 yıl olmuş. Savaştan sonra kimseye ‘harp anında ben top kaldırdım da gemiyi batırdım, savaşın gidişatını değiştirdim’ dememiş. Yıllarca saklamış köy ahalisinden. 11 yıl sonra Atatürk bir açılış için Havran’a geldiğinde Havran Nahiye Müdürü’ne ‘Seyit Onbaşı olacaktı benim onu görmem lazım’ deyince gerçek ortaya çıkmış.
Görecek ama Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu kimse bilmiyor. Nahiye Müdürü şaşkın bir o kadar da tedirgin kalmış Paşa’nın karşısında. Ertesi gün o zamanlar Havran Edremit’in kazası olduğu için Edremit şubesinden ismini öğrenmişler. İki jandarma bineklerle akşamüstü köye varmışlar ama bu sefer de Koca Seyit’i bulamamış. Dedem dağa kömüre gitmiş. Akşama kadar beklemişler gelmesini. Koca Seyit gece yarısı evine yaklaşınca, evin önündeki iki jandarmayı görüp ‘Ah, bugün dağdan kaçıra kaçıra iki çuval kömür getirdim ama burada da zabıt tutulacak mahkemeye verecekler beni’ diye hayıflanmaya başlamış. Kömürcülük dağlarda o zaman da kaçak. Neyse, asker durumu anlatmış. Bu sefer de Koca Seyit’in o zaman ayağında yırtık çarık var.
Atatürk’ü Ankara’da sanıyor, haliyle üstünü başını oraya layık görmemiş. Velhasıl kelam, iş anlaşılınca, Havran’a gelmişler. Nahiye Müdürü Seyit Onbaşı’yı gece bir berbere götürüp tıraş ettirmiş, kolları kısa kalsa da kendi ceketini giydirmiş. Büyük buluşma gerçekleşmiş.”
Seyit Onbaşı savaşta gösterdiği kahramanlık için ne istediği sorulunca “çift tayın” diyecek kadar mütevazı bir isim. Sonra bu isteğinden de arkadaşları yiyemediği için vazgeçmiş. Bu ikinci karşılaşmada Atatürk bu sefer ona maaş bağlamayı teklif edince de ondan talebi, maaş değil, işini rahat yapabilmek için izin:
“Atatürk dedemin dağda keçilere çobanlık ettiğini duyunca isteklerini sormuş. Dedem, ‘Paşam senden bir tek ricam olacak. Acaba nasıl görürsün. Ben keçinin ardında meşe odunu topluyorum. Ondan kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit’te gece kaçak satıyorum. Senin emrin ile o ormanda ormancılar bana mani olmasa, önüme geçip baltamı almasa çok rahat geçinirim’ demiş.
Atatürk’ün verdiği ruhsatla bir müddet bu işi yapsa da sonradan gelen Nahiye Müdürü vefa gösterip bu isteği hatırlamadığı için eskisi gibi kaçak çalışmak zorunda kalmış. Kimse arayıp sormamış. Ondan sonra bir zeytinyağı fabrikasında da hamallık yaptı. Hamallık yaptığı yıl üşütmeden dolayı zatürre olup 50 yaşında vefat ediyor. 29 yaşında geldiği askerlikten sonra geçen 21 yıllık hayatı bu.”
9 yıl sonra dönen baba
Seyit Onbaşı’nın ilk eşi askere gitmeden önce evlendiği Emine Hanım. Evlendikten bir yıl sonra askere gitmiş, o zaman 20 yaşında:
“Nenem de köye ne zaman postacı dedemin ölüm haberinin gelmesinden korkarmış. Bir süre sonra öldüğüne dair bir haber de gelmiş. Babaannem Ayşe Yıkar Seyit Onbaşı’nın kızı. Dedem savaştan döndüğünde babaannem 7 yaşındaymış. Babasını çocuk haliyle tanımıyor elbet. Çanakkale köyümüze 145 km uzaklıkta olmasına rağmen, 13 günde yaya gelmiş; köye gelmiş ama eve ‘Karım belki evlenmiştir’ kaygısıyla girememiş. Muhabbetten evi önünden de ayrılamamış. Babaannem Ayşe, pencerenin kenarından sakallı bir adamın olduğunu annesine söyleyince tanımışlar. Ama mutlulukları kısa sürüyor maalesef. Emine nenem ikinci doğumdan bir yıl sonra takdir-i ilahi vefat ediyor. Zaman sonra dedem Emine nenemin kardeşiyle, yani baldızı Hatice ninemle ikinci evliliğini yapıyor. Ondan da 3 çocuk dünyaya geliyor.”
“Koca” lakabı pehlivanlıktan
Şaban Çabuk Seyit Onbaşı’nın oğlunun torunlarından. Köyde demircilik yaparak geçimini sağlayan Çabuk, dedesi hakkında şunları söylüyor:
“Bu köyde demircilik yapıp atların ayaklarına nal yaparım. Babamdan kalma yerdir burası. Bu mesleği yapmak geçim için yeterli olmasa da buna da şükür.”
Koca Seyit’in lakabı pehlivanlıktan. İki-üç kişinin kaldıramadığı yükü tek başına omuzlarmış. Diğer hamallar bir çuvalın altında ezilirken, o iki çuvalı birden, hem de hiç zorlanmadan taşırmış:
“Benim iki tane oğlum var. Büyük olana, dedelerinin adını verdik, Seyit. Dedesine o kadar özendi ki, kendisi de asker oldu. Ardahan’da Astsubay olarak görev yapıyor şimdi. Buna kendisi karar verdi. Kul hakkına çok dikkat ettiğini söylerler. Parada pulda gözü yokmuş. Zaten olsaydı, savaştan sonra teklif edilen maaşı kabul ederdi. 7-8 yıl cephelerde savaşmış ama bir madalyası bile yok yani. Onun için maddiyat, şan şöhret bir anlam ifade etmezmiş. Ailesine çok düşkün, imanı güçlü, çalışkan biri olarak tanınırmış. Çok mert, yürekli ve kuvvetliymiş sinirli olduğu çok nadir olurmuş, ağzından kötü bir söz çıkmazmış. Sinirlendiğinde tepkisi sadece ‘aptal kerata’ olurmuş.”
Turgut Özal’la gelen değer
Seyit Onbaşı’dan hiç miras kalmamış, ne bir ev ne bir iş yeri. Torunları ‘Fakir geldi fakir gitti’ diyor bu dünyadan.
Hiçbir şeyi korunmamış. Ne giydiği ayakkabısı, ne başındaki şapkası, elinden hiç düşürmediği baltası. Atatürk’ten sonra değerini kimse anlayamamış. Ta ki Turgut Özal dönemine kadar. Onun döneminde 1985’ten bu yana köyde her yıl 18 Mart’ta temsilen Seyit Onbaşı için törenler düzenleniyor, bürokrasiden önemli isimler, yüksek rütbeli komutanlar ziyarete geliyor. Geçen sene ziyaret edenler arasında hükümetin Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu var. 1990 döneminde Özal Cumhurbaşkanıyken kızı Ayşe Nine’ye Çanakkale’de plaket verilmiş. Seyit Onbaşı’nın toplumda değerinin bilinmesini sağlayan olaylar bunlar. Mezarı anıtının hemen yanındaki mezarlıkta bulunuyor, 1990’larda hayırseverler tarafından yaptırılmış.
Yorucu ama güzel geçen bir günün ardından yola çıkmak için köy yolunda araba beklemeye çıkıyoruz. Gelişimizdeki gibi, araba bulmak imkânsız. Köy muhtarı sayesinde bir araba buluyoruz. Araba gelene kadar geçen vakit köy kahvesinde oturma vakti. Çaylar ikram ediliyor yeniden. Köyün bakımsızlığından, belediyenin ihmalkârlığından, o bölgede bulunan taş ocaklarından dem vuruyorlar bu kez. Yazın toz dumanı görmez olurmuş, köylüler nefes darlığı çekecek kadar çekmiş bu taş ocağından. O zamanın Cumhurbaşkanı’na Abdullah Gül’e kadar gitmişler ama ilgilenen olmamış. Köyden teşekkürlerle, yine bekleriz temennileriyle ayrılıyoruz.
Kahramanlıkla gelen Onbaşılık
Seyit Onbaşı 1909 yılında Osmanlı Ordusu’na katıldı. Balkan Savaşı’nda çarpıştı. I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Çanakkale Cephesi’nde topçu eri olarak göreve başladı. 18 Mart 1915’te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı’nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görevliydi. Türk topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı püskürttü. Yapılan atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Ali 275 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirdi. Seyit Ali, ilk iki atışta Ocean’a hafif bazı hasarlar verdiyse de, üçüncü atışında Fransız zırhlısı Ocean’a ağır yara verdi. Atılan mermi geminin su kesiminin biraz altına isabet ederek geminin anında yan yatmasına neden oldu, daha sonra Nusret Mayın Gemisi’nin döktüğü mayınlardan birine çarptı. Ocean’da bu yaradan kısa bir süre sonra alabora olarak battı. Bu yüzden komutan ona onbaşılık görevini verdi. Seyit Onbaşı’nın başarısı hızla ordu içinde yayıldı. O sırada, Avustralyalıların da Efsanevi Kahramanı Jacka idi. Olaydan bir hafta sonra, Topçu Birliği Komutanı Cevat Paşa Seyid’i onbaşı yaparak onurlandırdı. Onbaşı’nın fotoğrafını çekmek için fotoğrafçılar gelmişlerdi bile. Sırtında silah, elinde büyük mermiyle çekilecek bir fotoğraftan daha etkili ne olabilirdi ki? Fakat, Koca Seyid top mermisini kaldıramadı. “Bu koşullarda mümkün değil, Bir daha İngilizler saldırırsa…” dedi. En sonunda, tahtadan yapılmış maket bir mermiyle fotoğraf çekildi. Fotoğraf gazetelerde yayımlandı. Koca Seyit’in ismi bugünlere ulaştı.